Kültür
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 13 Şubat 2019
Çarşamba
Oğlunuz veya kızınız bu sene sınıfını birincilikle bitirdi, çok sevindiniz. Çocuğunuz coğrafyaya, seyahate, ülkeyi tanımaya pek meraklı. Ona beş veya on ciltlik, binlerce renkli resimle süslü; hem coğrafî, hem tarihî, hem de iktisadî bilgiler veren bir
külliyatı hediye etmek istiyorsunuz, bu maksatla büyük kitapçıları dolaşıyorsunuz ve -ne acı!- böyle bir kitap bulamıyorsunuz.
Kendi ülkesinin, kendi vatanının coğrafyasını yazamayan bir milletin akıbetinden korkulur.
Böyle resimli, haritalı, mufassal, belgelerle zenginleştirilmiş büyük ve mükemmel bir Türkiye tarihi de bulamazsınız.
Yine beş veya on ciltlik bir
da yoktur. Büyük boy, resim ve çizimlerle dolu; Selçuklu, Beylikler, Osmanlı camilerini, medreselerini, kervansaraylarını köprülerini, saraylarını anlatan dört başı mâmur bir külliyat. Öyle ki, Albert Gabriel’in bu konudaki kitapları, bizim çıkardığımız külliyat karşısında sönük kalsın.
Diyelim ki, çocuğunuz lisana, edebiyata çok düşkün. Ona beş on ciltlik mükemmel bir
almak için kitapçılara gittiniz, yine eliniz böğrünüzde kalacaktır. Merhum
Hem mufassal değildir, hem de artık eskimiştir. Yenisini, mükemmelini, âbidevî mahiyette bir edebiyat tarihimizi yazmış ve yayınlamış olmamız gerekmez miydi?
On ciltlik bir
kitabımız var mıdır? Yoktur.
Bizim
yüz elli kadar geleneksel sanatımız vardır:
ve saire… Bütün bunları anlatan beş on ciltlik bir külliyatı niçin yoktur?
Niçin, Türk Hat Sanatı ve Hattatları konusunda büyük ve eksiksiz bir ansiklopedi ortaya koymamışızdır?
28 Şubat’tan sonra
ne bâlâdan
bir telefon gelmiş. Öfkeli bir ses
diye bağırıp azarlamış…
Maalesef kültür, edebiyat, lisaniyat, tarih, sanat bakımından durumumuz hiç de parlak değildir. Benim yukarıda saydığım cinsten kitaplar, bir ülkenin tapu senetleri, bir milletin toplumsal hafızası mahiyetindedir. Bunlar olmazsa bizim bu coğrafya üzerindeki durumumuz kötüdür, tutunmamız zordur.
İslâmî kesim elli seneden beri beton cami binaları, Kur’ân kursu binaları, şadırvanlar, meşrutalar (Ah o meşrutalar!), cami helâları, çok uzun ve bol şerefeli minareler, hoparlörler, cami kaloriferleri, cami soğutma cihazları, cami halıları ile uğraşıp duruyor. Elli sene içinde bu işler için mültimilyar dolarlar harcandı. Ama bahsettiğim kitapları yazamadık, yayınlayamadık.
Zannettik ki, hâfız yetiştirmekle, cami hocası yetiştirmekle, İmam-Hatip mezunu, İlâhiyatçı yetiştirmekle meselelerimizi çözer, selamete çıkar, kurtuluruz. Hayır kurtuluş ve selamet o kadar basit ve ucuz değildir.
Sanat, kültür, lisan, edebiyat, tarih, mimarlık, araştırma sahasında önde koşmadıkça kurtulmamız mümkün değildir. Birtakım din baronlarının uyduruk kurtuluş reçeteleri bizi sahil-i selamete çıkartmak şöyle dursun, daha da batırmaktan başka bir işe yaramadı. Arada birtakım arivistler, din sömürücüleri, mukaddesat bezirgânları dolar milyarderi oldu, kâzib (yalancı) ünler kazandı. Nemrud’u ve Firavun’u şaşırtacak lüks ve debdebeli hayatlar sürdü.
Bundan bin yıl önce yaşamış eski büyük Müslümanlara bakınız. Sadece dinî konularda değil, dünyevî ilimlerde de ne güzel kitaplar telif etmişler. Avrupa, eski Yunan kültürünü ve ilmini Müslümanlardan öğrenmiştir.
Türkiyeliler kendi anadillerinin mufassal ve mükemmel bir gramer kitabını bile hâlâ yazamamışlardır.
Biz,
Beş on ciltlik nefis bir
hazırlanmış mıdır? Maalesef… Büyük boy, en az beş ciltlik, yüz binden fazla kelime, kavram ve terimi, edebiyattan seçilmiş örneklerle anlatan büyük bir
var mıdır? Yoktur…
O halde tekrar ediyorum:
Kendi lisanını, edebiyatını, tarihini, lügatini, gramerini; kendi millî tarihini, kendi coğrafyasını, kendi sanatını, kendi mimarlığını kitaplaştıramayan bir millet kötü sonundan korksun, titresin…
Her şey İslâm için… Zafer inananlarındır…
Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanız…Tanrı Türkü korusun!.. Bu edebiyatla, bu sloganlarla bir yere varmamız mümkün değildir. İşin başı ilimdir, irfandır, kültürdür, âbidevî külliyatlardır. Dünya çapında birinci sınıf araştırıcılar yetiştirmektir.
İki sene öncesine kadar, Sabataycılardan binde dokuzyüzdoksandokuzumuzun haberi yoktu. Halbuki bizim şimdiye kadar Sabataycılar hakkında yüzlerce ilmî araştırma, binlerce popüler kitap yayınlamamız gerekirdi.
Kaç kere yazdım:
-Millî Mücadele ve Mustafa Kemal Tedkikleri Enstitüsü kurulsun ve ilmî araştırma yapılsın.
-Türkiye Yahudilerini ve Sabataycıları Araştırma Enstitüsü kurulsun,
– Müslümanlar büyük bir bilgi bankası kursunlar,
-Stratejik Araştırmalar yapsınlar… dedim. Bu konularda bir tek telefon veya mektup gelmedi.
Onlara para, daha çok para, en çok para gereklidir… Sonra alkış isterler, yaşa varol diye bağırılmasını isterler, riyaset isterler. Para onların dini imanıdır, nefsi emmâreleri de putlarıdır. Edebiyatmış, lisanmış, mimarlıkmış, tarihmiş, kültürmüş, sanatmış, coğrafyaymış böyle şeylerden hoşlanmazlar. Bunlarda rant yoktur.
Müslümanlar, son elli senede cami helâlarına harcadıkları muazzam miktardaki parayla ilim, sanat ve araştırma yapmış olsalardı, bugünkü kadar kötü ve perişan durumda olmazlardı.
Bu yazıyı kaleme aldım da bir faydası olacak mı? Sanmam.Belki bir iki genç ibret alır, ileride bu gibi hizmetlere teşebbüs ederler.
17 Ekim 2002