Kültür Bakanı Kim Olacak?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 14 Şubat 2019
Çarşambaİstemihan Talay Bey,Kültür Bakanlığı’nda hayli hizmet etmiştir. Makamlar, mevkiler gelip geçicidir; hizmetler ise kalıcıdır. Kendisine, hem bakanlık yayınları olarak bastırttığı kıymetli kültür ve sanat kitapları için, hem de zaman zaman lutf edip bana gönderttiği eserler için teşekkür borçluyum. Tabiî ki, bu arada bale sanatı çalışmalarını, Nazım Hikmet kutlamalarını asla tasvib etmediğimi (doğru bulmadığımı) kaydetmek isterim. Sanırım kendisi de bunları kerhen (istemiyerek) yapmıştır.
Yeni Kültür Bakanı kim olacak merak ediyorum. İnşaallah o bakanlığın başına kültürden, sanattan, edebiyattan, mimarlıktan, Türkiye’nin tarihî mirasından anlayan, geniş ufuklu, birikimli bir zat getirilir.
Göçebelik, kırsal kesim, gecekondu, varoş, taşra zihniyeti ve resmî ideoloji yüzünden kültür alanında çok geri kalmış durumdayız. Çok önemli temel kitaplardan hâlâ mahrum bulunuyoruz. Defalarca yazmıştım, tekrar edeyim:
1. Dilimizin mükemmel ve çok geniş bir gramer kitabını henüz yazmamış bulunuyoruz. Fransız Türkoloğu Jean Deny’nin Türk Grameri kitabı ile yetiniyoruz. Bu çok büyük bir ayıp ve eksikliktir.
2. Yine, Fransızların Petit Larousse veya Petit Robert gibi, her sene yeni baskısı yapılan ve her öğrencinin, her okur yazarın masasında bulunan mükemmel bir lügat kitabımız da yoktur.
3. 1928’de yapılan alfabe-yazı devrimiyle karanlıkta kalmış olan onbinlerce ilim, edebiyat, tarih, sanat, irfan, kültür kitabımızın seriler halinde mükemmel edisyon-kritikleri de yapılmamıştır.
4. Yine, diziler halinde ülkemizdeki Selçuklu, Beylikler, Osmanlı cami ve diğer mimarlık eserlerinin ilmî külliyatı da hazırlanıp basılmamıştır.
Listeyi uzatmayayım, bu sahalarda şimdiye kadar yapılmış olanlar, yapılması gerekenlerin yüzde biri bile değildir.
Kültür Bakanlığı mümkün olduğu kadar kısa bir zamanda Fransızların Petit Robert’i gibi, küçük yazılarla (6 punto) bin beş yüz sayfadan fazla, içindeki bütün örnekler Türk edebiyatından seçilmiş ve alınmış olan mükemmel bir Türk lügatı hazırlatıp bastırtmalıdır. Öyle ki, her öğrencimizin, her okur-yazarın elinde, evinde, bürosunda böyle bir lügat bulunsun; bu kitap her yıl yeni bir baskı yapsın, yüz binlerce satılsın.
Son koalisyon iktidarı zamanında millî eğitim sahasında hayli tahribat yapılmıştır. Medenî olmak demek, muasır medeniyet (çağdaş uygarlık) seviyesine hızla fırlamak demek mâziyi, millî kültürü inkâr etmek demek değildir. Mazisini (geçmişini) bilmeyen, onu hor gören, küçümseyen milletler istikbale (geleceğe) ümitle bakamaz.
Yetmiş yedi üniversitemizin birçok fakültesinde yıllardan beri bin yıllık eski millî yazımız, Osmanlıca yazı öğretiliyor ve okutuluyor. Edebiyatçıların, tarihçilerin, arşivcilerin, kütüphanecilerin bu yazıyı mutlaka bilmeleri gerekiyor. Acaba, üniversitelerde uzman olarak yetişecek bir kısım gençlere bin yıllık eski Türk yazısının öğretilmesi yeterli midir? Bence değildir.Çünkü bin yıllık tarihî ve toplumsal hafızamız bu yazı ile kayda alınmıştır. Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki yüz binden fazla yazma değerli eser bu yazıyladır. Ecdadımızın (atalarımızın) ayakta kalabilmiş kabir taşları bu yazıyladır. Osmanlı arşivi bu yazıyladır. Binaenaleyh liselerimize, en azından seçmeli ders olarak Osmanlıca okuma yazma dersleri konulmalıdır. Benim bu teklifimi sakın gericilik olarak karalamaya kalkışanlar çıkmasın. Sorun Çetin Altan’a, sorun Zülfü Livaneli’ye, onlar da benim gibi konuşacaklardır. Akıl için yol birdir. Bir millet, bir ülke, bir devlet bin yıl boyunca kullanmış olduğu yazıyı-alfabeyi unutmamalıdır. Aksi taktirde zeka, akıl, kültür, edebiyat, sosyal ilimler, tarih, araştırma sahalarında büyük yozlaşma, erozyon ve gerileme meydana gelir.
Benim bu teklifim devletimizin, ülkemizin, milletimizin, kültürümüzün lehinedir. Aklı olan anlar ve tasdik eder. Gericilikle falan ilgisi yoktur. Latin yazısı “Türk yazısıysa” İslâm-Kur’ân yazısı bin kere “Türk yazısıdır”.
Tekrar Kültür Bakanlığı’na dönmek istiyorum. Bakanlık, sayısı 150’yi bulan geleneksel millî Türk sanatlarını ihya etmek için de bir program hazırlamalı, ülke çapında faaliyete geçmelidir. Şu anda ancak birkaç sanatımız ilerlemektedir: Hat, tezhib, ebrû, İznik çinisi, Kütahya çinisi… Diğer yüzün üzerindeki sanatımız ilgi, himmet, teşvik bekliyor.
Bu konuda yurt çapında bir kampanyaya başlanıldığı taktirde yüz binlerce işsiz vatandaşa iş çıkmış olacak, üretilen el sanatları içte ve dışta satılacak, nice maddî ve mânevî faydalar elde edilecektir. Bu işler öyle basit ve küçük kurslarla halledilemez. Tezelden bir “Türkiye Geleneksel Millî Sanatlar Üniversitesi” kurulmalıdır. Hem dershane, hem atölye şeklinde çalışacak öğretim ve uygulama müesseselerinde en kısa zamanda eser verilmeli, üretime geçilmelidir. Gerekirse Çin’den, Hint’ten, Kore’den, Afrika’dan ustalar, uzmanlar getirtilmelidir. Komşumuz İran, Hindistan el sanatları konusunda çok ileridir. Herhangi eski bir madenî eşyayı Bombay’daki ustalara, atölyelere götürün; kısa zamanda aynısını yapıp size verebiliyorlar. Kapalıçarşı’da Sandal Bedesteni’nde eski gemi âletleri ticareti yapan dostum Hasan beyin anlattıklarına göre Hintli sanatkârlar ve zenaatkârlar bu gibi konularda harikalar meydana getiriyormuş. Bizim de çeşit çeşit sanatlarımız var; bunları canlandıralım, yaşatalım. Tabiî bu işler lafla, temenni edebiyatıyla olmaz. Kültür, birikim, niyet, irade, plan ve program ister.
Halkımızın bir kısmı kötü eğitim, kötü propaganda, kötü ideoloji, geçmiş iktidarların kötü popülist siyasetleri yüzünden bu gibi işlere heves ve rağbet etmez ama şu yetmiş milyonluk ülkede en az bir milyon insan ilim, irfan, bilgi, hüner, marifet, sanat, zenaat öğrenmek arzu ve aşkına sahiptir. Benim teklif ettiğim millî geleneksel sanatlar için bu bir milyonluk kütle yeter. Türkiye’nin her şehrinde, her bölgesinde millî ve mahallî bir sanat ve zenaat canlandırılıp icra edilmelidir. Mesela Edirne’de geleneksel sabunculuk şu anda ölmüş ve bitmiştir. Halbuki Fransa’nın Marsilya şehrinde, bundan yüz, yüz elli sene önceki metodlarla geleneksel el sabunu yapan atölyeler vardır ve ürünlerini hem ülke içinde, hem de başka ülkelere satmaktadır. Geleneksel el sabunu diyerek sakın kimse dudak bükmesin. O da bir iş ve zenaattir. Düşününüz bir kere, ülkenin yüzlerce şehrinde yüzlerce sanat ve zenaat canlandırılır ve kalkındırılırsa yüz binlerce insana iş ve ekmek temin edilmiş olacaktır. Çanakkale’nin kırmızı topraktan yapılmış eski el sanat eserleri şimdi müzayedelerde, antikacılarda yüksek fiyatlara satılıyor. Onların replikaları (aynıları), benzerleriyapılsa fena mı olur?
Devrek’teki bastonculuk o küçük, şirin ve temiz ilçemize haklı bir şöhret getirmiştir. Şöhretin yanında bir miktar vatandaş o işten ekmek yemektedir. Baston, eskiden olduğu gibi herkesin kullandığı bir eşya değildir ama yine satılmakta, yine ilgi görmektedir. İşte Devrek’teki bastonculuk gibi, yüzlerce şehrimizde, yüzlerce el sanatı yeniden ihya edilebilir. Bu iş de öncelikle KültürBakanlığımıza düşer.
İnşaallah bu bakanlığa, işin ehli bir zat getirilir. 07 Kasım 2002