ÇarşambaPeygamber Efendimiz (Salat ve selam olsun O’na), kendisinden sonra İslâm tarihi boyunca birtakım bozuk fırkalar zuhur edeceğini haber vermiştir. Dedikleri çıkmış, hayli sapık ve bozuk fırka görülmüştür. Zamanımızda da böyle fırkalar kurulmaktadır. Bunlardan biri, Peygamberi ve Sünneti dışlayan, fıkhı kaldırmak isteyen ve kendisine “Kur’ân Müslümanlığı” adını veren fırkadır. 19’uncu asırda Hindistan’da birtakım bid’atçiler “Ehl-i Kur’ân” adı altında, dinimizin ve ahkâm-ı şer’iyenin kaynaklarını bire indirerek yeni bir hareket geliştirmişlerdi.

Çağımızda, aslen Mısırlı olup Amerika’nın Tucson şehrinde icrâ-i habaset eden Reşad Halife isimli bir zındık; Peygamber’i, Sünnetini, hadîsleri devre dışı bırakmaya çalışmış, 19 rakamının esrarı teorisini ortaya atmış, namaz kılarken salavat okuyan Müslümanları şirke sapmakla suçlamış, Tevbe suresinin son iki âyetinin Kur’ân’a sonradan ilave edildiği iftirasını uydurmuştur.

İslâm’ın, Musevilik ve Hıristiyanlık gibi tahrife uğradığını açıkça iddia eden ve Müslüman din âlimlerine meydan okuyan Reşad Halife’nin maalesef ülkemizde de taraftarları vardır. Bunlardan biri ilâhiyat profesörüdür. Amerika’da Dr. Moon dini mensupları ile birlikte çalışırken Reşad Halife ile temas etmiş ve onun bozuk ve sapık görüşlerini benimsemiştir.

İslâm’ın ana akidesi Kelime-i Tevhid’dir. Kelime-i Tevhid’de iki inanç vardır: Allah’tan başka kendisine ibadet edilecek tanrı yoktur. Muhammed aleyhisselâtü vesselâm O’nun elçisi ve habercisidir.

İslâm dini insanlığa, bizlere doğrudan doğruya, vasıtasız olarak tebliğ edilmemiştir. Muhammed aleyhisselâtü vesselâm vasıtasıyla gönderilmiştir. Bir insan Allah’ın varlığını, birliğini; kemâl sıfatlarla sıfatlı olduğunu, noksan sıfatlardan münezzeh bulunduğunu kabul ve tasdik etse, fakat Muhammed aleyhisselâmın Resûlullah olduğuna iman etmese o kişi Müslüman olmaz.

Kur’ân Müslümanlığı diye bir din çıkartmak isteyenlerin görüşleri doğru olsaydı, Kelime-i Tevhid’in “Lâ ilâhe ilallâllah, Kur’ân Kitabullah” şeklinde olması gerekirdi.

Peygamberi, Sünnetini, hadîslerini dışlayanlar Kur’ân’a ters düşmektedir. Çünkü Kur’ân’da Peygambere uymak, Peygambere itaat etmek, Peygamber ne getirdiyse kabul etmek, Peygamberi en mükemmel örnek ve model bilmek, Peygambere salât ve selâm getirmek konusunda nice âyet ve emir vardır.

Kur’ân’ın en iyi, mükemmel yorumu Peygamberin sünnetinde, İslâm’ı hayata uygulayışındadır.

Kur’ân’ın mücmel bıraktığı (kısa geçtiği, özet olarak anlattığı) konuların tafsilatını (ayrıntılarını) Müslümanlar Sünnet’ten, hadîslerden öğrenirler. Kur’ân’ın en doğru yorumu Sünnet ve hadîslerdedir.

İslâmî hükümlerin dört temeli vardır:

– Kitabullah. Ana kaynaktır.

– Sünnet. Kur’ân’dan sonra ikinci ana kaynaktır.

– İcma-i ümmet.

– Kıyas-ı fukaha.

Sünnet ve icmâ kaldırılırsa herkes kendi kafasına, heva ve hevesine, re’yine göre Kur’ân’ı yorumlamaya başlar ve ortaya bir sürü sapık fırka ve görüş çıkar.

Bizi, Resûlullah Efendimize bağlayan, O’na ulaştıran iki nuranî silsile (zincir, hiyerarşi) vardır. Biri Şeriat, diğeri Tarikat silsilesi. Tarikat silsilesinin hak ve doğru olması için temel bir şart vardır. O da Şeriat’a bağlılık ve uygunluk. Bin dörtyüz küsur yıldan beri Resûlulllah Efendimizin vekilleri, vârisleri, halifeleri durumunda olan âmil din âlimleri, hakikî şeyhler, kâmil mürşidler, dinî hükümlerin dört kaynağına, yâni Kur’ân’a, Sünnet’e, icmâya, kıyasa bağlı kalmışlardır. Kur’ân dışındaki üç kaynağı inkâr edenler, onları dışlayanlar, Peygamberi devre dışı bırakmaya kalkanlar sapıtmış, doğru yolun dışına çıkmış olurlar. Kim onların peşinden giderse ebedî saadetini tehlikeye atmış, ekinini ateşe vermiş olur. Bu konuda Müslümanlar sıkıca uyarılmalıdır.

Kur’ân Müslümanlığı cereyanının arkasında bir takım siyasî güçler, odaklar, gizli cemaatler vardır. Onlar hakikî İslâm’dan ürküyor, kendi işlerine gelen yeni bir İslâm türetmek istiyor. Fıkıhsız, Şeriatsız, ilmihalsiz, ahkâm-ı şer’iyesi olmayan, ilâhî bir din ve nizam olmaktan çıkmış, beşerî bir ideoloji ve hümanizma haline dönüştürülmüş bir İslâm. Tıpkı bir takım Protestanların, Hıristiyanlığı suya sabuna dokunmaz bir hale getirip, hayatın dışına atmış olmaları gibi.

Reformcular, İslâm dünyasında, Müslümanlar arasında görülen birtakım olumsuzlukları, dine uymayan uygulamaları, hurafeleri dillerine doluyor. Bunların hakikî İslâm ile alâkaları yoktur. Vicdan ve izânı olan bir oryantalist bile bunu kabul eder.

Cahil Müslümanlar arasında birtakım yanlışlıklar, hurafeler görülüyor diye Peygamber’i, Sünnet’i, İcmâ’yı, Kıyas’ı inkâr etmek… İşte reformcuların zihniyeti.

Reformcu bir ilâhiyatçı, açıkça söyleyemiyor ama yeni bir peygambermiş gibi acayip havalara giriyor. Kur’ân’da sadece Peygamber Efendimiz için kullanılan bir sıfatın Türkçe’sini kendisine yakıştırıyor.

Hakikî İslâm müctehid imamların, yâni Ebû Hanife’nin, Mâlik bin Enes’in, İdris Şâfiî’nin, Ahmed b. Hanbel’in ve diğerlerinin anlattığı İslâm’dır.

Hakikî İslâm; ulu sufîlerin, yâni tasavvuf ve tarikat büyüklerinin, Ahmed Yesevîlerin, Şah Nakşibendilerin, Abdülkadir Geylanîlerin, Hacı Bektaş Velilerin, İmam Rabbanîlerin, Mevlânâ Celâlüddinlerin anlattığı ve yaşadığı İslâm’dır.

Hakikî İslâm İmam Gazalî’lerin, İmam Şaranî’lerin, Muhyiddin Arabî’lerin anlatığı İslâm’dır.

Ana caddede giden orta yol İslâm’ı Peygamberin, Ashabının, Sâlih seleflerin, her devirde yaşamış Şeriat ve Tarikat ulularının İslâm’ıdır. Bu İslâm, Peygamberin uyulmasını tavsiye ettiği “Sevad-ı Azam’dır (büyük karaltı, büyük cemaat.)

Bütün iyi niyetli Müslümanlar bu geniş yolda olmalıdır. Muteber bir ilmihal kitabı, meselâ merhum Ömer Nasuhi Bilmen’in “Büyük İslâm İlmihali”ni alsınlar. Onun yanında bir de hem zâhir hem bâtın hükümlerinden bahseden İhya-u Ulûmi’d-din gibi bir kitapları daha bulunsun. Bunlardaki zâhir ve bâtın hükümlerini, Şeriat ve tasavvuf hükümlerini okusunlar, hayatlarına ve hayata tatbik etsinler.

Reformcuların yaldızlı propagandalarına kapılmayalım. Zehri, teneke kupa içinde sunmazlar. 18 Ekim 2001