Kur’ân Tercümesi Okumak
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 24 Aralık 2018
Allah’ın kitabı ve kelâmı olan Kur’ân-ı Azimüşşan gazete, dergi, roman, hikâye kitabı gibi okunmaz. Böyle bir okuma en hafif tâbirle saygısızlık ve laubalilik olur.
Allah, Kur’ân’a temiz/tâhir olmayanların dokunamayacağını buyurmuştur.
Yan gelip yatarak gazete, dergi, roman okuyabilirsin ama Kur’ân okuyamazsın. Okursan, saygısız bir Müslüman olursun.
Biz Türkiyeli Müslümanların ana dilimiz Arapça değildir. Kur’ân’ı aslından okuyarak anlayamayız.
Arapça Kur’ân Allah kelâmıdır. Onda hatâ yoktur. Başka dillere yapılan tercümeler ve meâller kul sözüdür. Onlarda hatâ olabilir, nitekim de kasdî olarak veya yanılarak böyle hatâlar yapılmıştır.
Türkçe Kur’ân tercümesi, meâli, tefsiri okuyacak iyi niyetli Müslümanların mutlaka (kasıtlı olarak yanlış yapmayan ve en az yanılan) icazetli müfessirlerin (Kur’ân yorumcularının) ihlâsla, Allah rızası için hazırladıkları tercüme, meâl ve tefsirleri (ihtiyatla) okumaları gerekir.
Dini imanı para, menfaat, zenginlik, servet, benlik, makam, mevki, riyaset olan bozuk kişilerin, ulemâ-i su’in (Kötü âlimlerin) yaptığı Kur’ân tercümeleri, meâlleri, tefsirleri okunmamalıdır.
Ana dili Arapça olmayan ve din ilimlerini okuyup icazet almamış olan Müslümanlar, İslâm dini ile ilgili bilgileri, icazetli ulemânın yazmış (te’lif ve tasnif etmiş) oldukları kitaplardan okuyup öğrenmelidir.
Din âlimi ve müctehid olmayan bir Müslüman kendi re’yi, hevası, hevesi, kafası ile Kur’ân’dan din ve şeriat hükmü çıkartamaz.
Men fessere’l-Kur’ân’e bi reyihi fekad kefer buyurulmuştur.
Kendi düşen ağlamaz… Şu, beş vakit namazı bile kılmayan aykırı ilâhiyatçının Kur’ân meâlini, ona benzer reformcuların meâl ve tefsirlerini okuyup da sapıtan bir Müslüman, kimseyi suçlamasın. Asıl kabahat kendisindedir.
Ağrıyan gözünü nalbanta tedavi ettiren, sonunda kör olan kişinin nalbanttan tazminat istemeye hakkı olmaz.
Kur’ân tefsirleri sadece bildiğimiz tefsirler değildir. Fıkıh kitapları, İhyâu Ulumi’d-din gibi din ve ahlâk kitapları, mufassal ve muhtasar ilmihal kitapları hep Kur’ân’dan, onu açıklayan Sünnet’ten çıkartılmış bilgilerle doludur. Açınız İhyâ’yı, 40 bölümlük o mübarek kitabın her sayfasının ayetlerle, o ayetleri şerh ve te’yid eden hadislerle dolu olduğunu görürsünüz.
Kur’ân tefsirleri üç sınıfa ayrılır: (1) Rivayet tefsiri. (2) Dirayet tefsiri… Bunlar muteber ve hak tefsirlerdir. Bir de (3) Re’y ve heva tefsirleri vardır ki, bunları icazetli gerçek müfessirler yazmamış, reformcular, bid’atçiler, aykırı fikirliler, bozuk niyetliler, Kur’ân yoluyla para kazanmak isteyenler yazmıştır.
Halktan, din ilmi tahsil etmemiş, Arapça âlet ilimlerini ve ‘âli ilimleri okuyup icazet almamış bir Müslüman dinini Kur’ân tercümelerinden mi, yoksa ilmihal kitaplarından mı öğrenmelidir?.. Elbette ilmihal kitaplarından. Çünkü cahil bir Müslümana bir değil yüz tercüme, meâl, tefsir verseniz, iki sene de vakit tanısanız, o yine de iki rekat namazı kılmayı doğru dürüst öğrenemez.
Bugün Türkiye’de din konusunda büyük ayrılık ve parçalanma vardır. Ortaya yüzlerce fırka, hizib, cemaat çıkmıştır. Ülkemizde bir tek mutlak müctehid bile yokken, binlerce müctehid taslağı peydahlanmıştır.Dinî konular ayağa düşmüştür. Kutsal mevzular mıncıklanıp durmaktadır. İslâmî kesimde kaos, anarşi, tezebzüb görülmektedir. Herkes Kur’ân’ı kendi re’yine göre yorumlamaya yeltenmektedir. Kur’ân Kur’ân diyerek muvahhid ve musalli (Ehl-i Tevhid ve Ehl-i Kıble) din kardeşlerini şirk ve küfür ile suçlayan azgınları görüyoruz.
Biz 15’inci asır Müslümanları kendimizi Ashab-ı Kiram, Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîn (yani selef-i Sâlihîn) rıdvanullahi aleyhim ecmain efendilerimizle kıyaslamayalım. Böyle bir şey büyük küstahlık, haddini bilmezlik, gurur ve kibir olur. Biz onların atlarının ayaklarının altındaki toz bile olamayız.
Ashab-ı kiram Resûl-i Ekrem efendimizi (salat ve selam olsun O’na) görerek iman etmiştir, biz ise görmeden iman etmişizdir.Lakin bizim bu özelliğimiz, onların üstünlüğü, kadr ü kıymeti, fazlı, derecesi, makamı karşısında fazla bir şey ifade etmez. Peygamberimiz “karnların (kuşakların) en hayırlısı benim kuşağımdır” buyurmuştur.
Evet Kur’ân Allah’ın kitabıdır, İslâm dininin ana kaynağıdır ama onu okumanın, anlamanın metodu vardır. “Herkes eline Türkçe bir Kur’ân tercümesi, meali, tefsiri alsın; bunları kendi kafasına göre okusun ve din hükmü çıkartsın, İslâm’ı anlatsın…” metodu verimli ve isabetli bir metod değildir.
Özetliyorum:
1. Sadece icazetli müfessirlerin hazırlamış oldukları tercüme, meâl ve tefsirler okunabilir.
2. İcazetli din âlimi, fakih, müfessir olmayanların hazırladıkları tercüme, meâl ve tefsirler okunmaz. Bunları okuyan sapıtabilir.
3. Müslümanlar ilmihallerini (öğrenmeleri farz olan dinî bilgileri) tercüme, meâl ve tefsirlerden değil, muteber ilmihal kitaplarından öğrenirler.
4. Kur’ân tefsiri okuyabilecek ön tahsile, birikime, kültüre sahip olan Müslümanların icazetli bir üstada, âlime, fakihe müracaat ederek ondan usulüne göre ders almaları gerekir.
Herkes Kur’ân’ı okusun, kendi kafasına göre mânâ çıkartsın diyenlerin bazısı, Ehl-i Sünneti yıkıp, onun yerine bid’at mezheplerini ve fırkalarına ikamet etmek isteyenlerdir.
Cahilin biri Kur’ân’ı okurken müteşabih ayetleri lügavî mânâlarına göre te’vil ederek küfre düşebilir.
Mutlak müctehid derecesindeki büyük ve muttaki âlimler ve fakihler, Ümmet için sahih itikad kitapları yazmıştır. İtikadımızı bunları okuyarak öğrenmeliyiz.
Kur’ân okumak farz değil, Sünnettir. Okunan Kur’ân’ı dinlemek farz-ı kifâyedir. Tıp doktoru, veteriner, avukat, iletişim uzmanı, işletmeci, bakkal, kassab, balıkçı, bilgisayarcı, şoför, öğretmen… Bu gibi kimseler rasgele Kur’ân tercüme, meâl ve tefsiri okumamalıdır. Okuyacaksa mutlaka ehliyetli ve icazetli bir âlimin kitabını almalıdır. Ve bundan kesinlikle kendi kafasına göre din ve şeriat hükmü çıkartmaya yeltenmemelidir.
Bir Müslüman küçük bir ilmihal kitabını okuyarak, ondaki bilgileri hayata geçirerek, sahih itikada sahip olarak Cennet’e girebilir.
Yüce Kur’ân’ı, küfre ulaştıracak şekilde yanlış yorumlarsa, meselâ bazı müteşabih ayetleri lügavî mânâlarına alarak Allah’a noksan sıfatlar yakıştırırsa Cehennemlik olur.
Evet Kur’ân Allah’ın Yüce kitabıdır, kadim Kelâmıdır, İslâm’ın ana kaynağıdır. Lakin onu okumanın, anlamanın, yorumlamanın, içindeki kurtarıcı hükümleri hayata geçirmenin, ona uymanın metodu vardır, usûlü vardır, edebi ve erkânı vardır. İslâm baştan başa edebtir.
Yirminci asrın ilk yarısında ülkemizde bir
vardı. Kendisi tıp doktoruydu ama kitap yazacak kadar Arapça bilirdi. Bu adam, Kur’ân’ı kendi heva, re’y ve kafasına göre tefsire yeltenmiş ve domuz etinin temizlendikten sonra helâl olup yenilebileceğine dair aklınca ictihad yapmış veya fetva vermiştir. Bu konudaki Arapça kitabının ismi “Tezkiyetü’l-lühum fil’l-İslâm”dır.
Domuz etinin mutlak haram olduğu (bir de mukayyed haram vardır) Kur’ân ile, Sünnet ile, 14 asırlık icmâ-i ümmet ile sabittir.
Bakınız kitap yazacak kadar Arapça bilen bir doktor böyle bir konuda, kendi heva ve re’yi ile ictihad yaparak nasıl aldanmış ve bazılarını da aldatmış, eski tâbirle hem dall, hem de mudil olmuş.
Elifi görse mertek sanacak cahillerin kendi kafalarına göre Kur’ân’ı yorumlamalarının ne kadar tehlikeli olduğunu göstermek için Dr. Milaslı İsmail Hakkı örneği yeter de artar.
Sırası gelmişken şu hususu da hatırlatayım: Şeriatimizde ehlî (evcil)eşek eti (Dört mezhebe göre) haramdır. Peygamberimiz kesin olarak yasaklamıştır. Son yıllarda halkımıza
Bazı şeddeliler de eşek eti helâldir diyor… (Zebra eti yenilebilir.) 23 Ekim 2009