Pazar

 

Azgınlar Lüks, Bolluk, Konfor, Gel Keyfim Gel İçinde Yaşarken Azap, Tepelerine İniverdi

Yirmibeş otuz sene önceydi, bir gün merhum

Şeyh Muzaffer efendinin

dükkanına gitmiştim. Orası bir akademi, bir sohbet meclisi idi. Şeyh efendi düşünceli ve üzüntülü görünüyordu. Şöyle konuştu: Geceleyin Elmalılı Hamdi Efendi’nin tefsirini okuyordum. En’am suresinin 42, 43, 44’üncü âyetlerini okuyunca dehşet içinde kaldım. Bugünkü bolluk ve zenginlik beni korkuttu…

Şeyh efendiden ayrıldıktan sonra zikr ettiği âyetlerin meâllerini ve tefsirini okumuş ve bendeniz de irkilmiştim. O zaman bu konu ile ilgili bir makale yayınlamıştım. Onun metnini bulup bu sütunlarda neşr edecektim, aradım bulamadım, tekrar yazıyorum.

Önce ayetlerin meâllerini yazayım:

(Allahü Teâlâ yeminle buyuruyor)

Celâlim hakkı için senden önce birtakım ümmetlere


(toplumlara, halklara)

Resûller

(Peygamberler, Haberciler, Elçiler)

gönderdik. Dinlemediler…

(Bunun üzerine)

onları şiddetler ve zaruretlerle sıktık, tâ ki, yalvarsınlar diye… Keşke böyle tazyikımız geldiği zaman

(Bize/Allah’a)

dönüp yalvarsaydılar… Lakin kalpleri katılaşmıştı, şeytan da, her ne yapıyorlarsa kendilerine süslü

(ve iyi)

gösteriyordu. Onlar, kendilerine yapılan ihtarları

(uyarıları)

unutunca, üzerlerine her şeyin kapılarını açıverdik… Kendilerine verilen bu genişlik ve serbestlik ile tam ferahlandıkları sırada ansızın onları tuttuk, yakalayıverdik… Hepsi bir anda ümitlerinden mahrum kaldılar. Artık o zulm eden kavmin kökü kesilmişti…”

(En’am-42, 43, 44)

Merhum Elmalılı Hamdi Efendi’nin bu âyetlerle ilgili açıklamalarından bazı cümleleri aşağıya alıyorum:

  • Ya Muhammed! Senden önce de birçok ümmetlere Resuller gönderdik. Tanımadılar, küfr ettiler…
  • Biz de onları şiddetli fakirlik, geçim darlığı, hastalıklar ve âfetlerle sıktık, fakr u zaruretle tazyik eyledik, tâ ki, zilletlerini anlasınlar, isyanlarına tevbe etsinler, Allah’ın af ve bağışlamasına sığınsınlar diye…
  • Lakin böyle yapmadılar (Sıkıntılardan dolayı Allah’a yönelmediler), kalpleri gittikçe katılaştı… Uyanma kabiliyetlerini kaybettiler… Fakr u zarurete alıştılar…
  • Şeytan yaptıklarını alladı pulladı, kendilerine hoş gösterdi… Yaptıkları kötü ve münker şeyleri iyi yapıyoruz diye yapmaya başladılar… Şerri hayr, günahı sevap olarak gördüler… Artık onlar için tevbe ve geri dönüş ihtimali kalmadı… Vicdanlar dondu, akıllar tutuldu… Azıttılar da azıttılar…
  • Resullerin uyarılarını dinlemediler, daha sonraki sıkıntı ve darlıkları düşünüp ibret almadılar, o zaman üzerlerine her şeyin kapısını açtık. O şiddet ve darlıktan sonra onlara hürriyet ve refah verdik, üzerlerinden maddî mânevî bütün engelleri kaldırdık… Her taraftan onlara nimetler yağdırdık… İyi kötü her şey kendilerine bol bol bahş edildi.
  • Her türlü rahatlar (konforlar), sıhhatler, zaferler, başarılar, zevkler, safalar önlerinde hazır idi… Ne isteseler bulacak, ne arzu etseler yapabilecek hale geldiler… Kendilerini kendi iradelerinden (isteklerinden) başka men’ edecek ve kayıtlayacak hiçbir şey görünmüyordu…
  • Öyle geniş bir sınava kondular ve

    istidracları

    (olağanüstü, harika halleri) öylesine arttı ki, ferahlandıkça ferahlandılar…

  • Tuttukları yolun iyi olduğuna, bütün bunları hakettiklerine ve her sorumluluktan uzak olduklarına hükm ettiler…
  • Hiçbir kayıt,

    hiçbir kaygu duymaz oldular…

  • Herşey kendilerininmiş, Allah ve Âhiret yokmuş gibi zevk ü sefaya daldılar, keyf çattıkça çattılar…
  • Tam böyle ferahlandıkları,

    gel keyfim gel dedikleri sırada

    kendilerini birdenbire bastırıp yakalayıverdik…

  • İşte o anda İblis gibi ümitleri tümden kesiliverdi…
  • Bundan sonra onlar sonsuz bir zarar içindedirler…

    (Lisanını biraz sadeleştirerek, bazı açıklayıcı kelimeler ve cümlecikler ilâve ederek Elmalılı Hamdi Efendi Tefsiri’nden aldığım cümleler burada sona erdi.)

    Aklı başında olan bütün Müslümanlar, bugünkü bolluk, konfor, lüks, refah ve zevk ü sefayı yukarıda meâl ve tefsirini verdiğim âyetlerin ışığında düşünmelidir.

    Bu ülkede tabiî ki, bütün vatandaşlar bolluk içinde yaşamıyor, zevk ü sefa sürmüyor. Lakin

    bu durumda olan bir azınlık vardır.

    Onlar eski Firavunlar zamanında bile görülmemiş bir lüks, israf (savurganlık), şaşaa, debdebe, tantana, saçıp savurma, gösteriş, gurur, kibir, azgınlık içinde yaşıyor.

    Bunların içinde dine hurafe gözüyle bakanlar var… Dindar geçinen nice münâfık da var… Milyonlarca halk fakr u zaruret içinde sürünürken onlar nasıl yiyorlar içiyorlar, harcıyorlar görüyorsunuz. Yakın tarihimizdeki sıkıntıları, kütlevî açlıkları, hastalıkları, baskıları unuttular…

    Onlar parayı, maddeyi, menfaati, zenginliği, lüksü, konforu, zevk ü sefayı, vur patlasın çal oynamayı, Elmalılı Hamdi Efendi’nin tabiriyle gel keyfim gel hayat sürmeyi varlığın amacı biliyorlar…

    Allah’ı unuttular, Âhireti unuttular, Mahkeme-i Kübra’yı unuttular, yaptığımız iyi veya kötü işlerden dolayı hesap vereceğimizi unuttular, Cenneti unuttular, Cehennemi unuttular…

    Kalpleri katılaştı, nasır tuttu, mühürlendi… Gözleri var, görmüyorlar… Kulakları var, işitmiyorlar… Vicdanları devre dışı…

    Agresif dinsizler dine mukaddesata saldırırken sahte dindarlar din, iman, mukaddesat bezirgânlığı yapıyor.

    Maksut bir amma rivâyât muhtelif. Hepsi de azıtmış, şaşırmış, sapıtmış.

    Altın Buzağı’ya tapıyorlar…

    “Onların dinleri para, kıbleleri karıdır”

    buyurulmuş. Bolluk, zenginlik, refah, lüks, konfor, aşırı tüketim, israf, Nemrud ve Firavun gibi hayat sürmek onlara çok tabiî geliyor. Bunları meşru sayıyorlar, hak biliyorlar. Ne dehşetli bir sınav içinde olduklarından haberleri yok. İşte böyle gel keyfim gel, oh kekâh bir hayat sürerken Allah’ın azabı ansızın üzerlerine iniverecek ve İblis/Şeytan gibi büsbütün ümitsiz kalacaklardır.

    Sevgili Müslümanlar!..

    Sakın bugünkü bolluk, lüks, zevk ü sefa, konfor, vur patlasın çal oynasın hayat tarzına aldanmayınız, bunu istemeyiniz.

    Bunlar bir imtihandır…

    Allah’a ve Peygambere itaat edelim. Kur’ân’da, Sünnette, Dinde, Şeriatta, fıkıhta, İslâm ahlâkında yasaklanmış haram kılınmış çirkin şeylerden, günah ve azgınlıklardan uzak duralım. Felâket kapımızı çalıyor, kara bulutlar üzerimizde dolaşıyor.

    Irak’a bakalım. Neydi, ne oldu?

    Bir milyon Müslüman öldü deniliyor. Bir milyondan fazla Müslüman da evinden, yerinden yurdundan kaçmış, perişan olmuş.

    Seller gibi Müslüman kanı akıyor…

    Tavuk gibi insan boğazlanıyor…

    Kadınların ırzına geçiliyor…

    Kur’an’lar yırtılıp parçaları yerde çiğneniyor… Ekmek, su, zarurî ihtiyaç maddelerini bulmak zorlaşmış… Can, mal, din, ırz ve namus güvenliği ayaklar altında…

    Allah’ı, Âhireti, Hesap ve Kitabı, Cennet ve Cehennemi, Helal ve Haramı unutan, insî ve cinnî Şeyâtîne uyan Müslüman bir toplumun sonu iyi olmaz. Azgınlığın sonu âfettir, felâkettir, azabtır… Kızıl zalimler ve Yeşil münafıklar iddihar ettikleri yeşil dolarlara güvenmesinler. Ya sâdık Müslümanlar olarak Allah’a, Kur’ân’a, Sünnet’e, dine rücu edeceğiz, yahut bu toplumun ve bu ülkenin tepesine ansızın inecek şeyi bekleyeceğiz. 26 Mart 2007