Perşembe

 

Bir zattan bahs ettiler, çok Kur’ân okuyormuş, bazen günde bir cüz bitiriyormuş… Bu zatı tebrik ediyorum. Dinimizde Kur’ân okumak sünnettir, bu sünneti yerine getirdiği için inşaallah Kur’an-ı Azimüşşanın ve Resûlullah Efendimizin (salat ve selam olsun O’na) şefaatini kazanır.

Ancak, Kur’ân’la ilgili farz derecesinde vazifelerimiz de vardır. Bunların bazısını sıralamak istiyorum:

(1) Kur’an-ı Kerim’i din ve hayat düsturu olarak kabul etmek. Düşüncelerimizi, görüşlerimizi, inançlarımızı, hayatımızı, davranışlarımızı o kutsal kitaba uygun hale getirmek. Bir kişi Kur’ân okuyor, fakat bunları yapmıyorsa o nasıl bir Müslümandır.

(2) Kur’ân “Allah’a ve Peygambere itaat edin” buyuruyor. O halde beş vakit namaz kılan dindar Müslümanlar, farz namazları cemaatle kılmak suretiyle Resulullah’ın kavi bir sünnetini yerine getirmek zorundadırlar.

(3) Kur’ân israfı, saçıp savurmayı, aşırı tüketimi haram kılmıştır. Allah’ın müsrifleri (savurganları) sevmediğini, müsriflerin şeytanın kardeşleri olduğunu bize açıkça bildirmiştir. Kur’ân okuyan bir kişi, israf yapıyorsa ilahî Kitab’a karşı gelmiş olmaz mı?

(4) Kur’ân bizi mallarımız ve canlarımızla Allah ile çok hayırlı bir ticaret yapmaya çağırmaktadır. Biz mallarımızla, paramızla böyle bir ticaret yapıyor muyuz? Sıkıntıya düşmüş, muhtaç, sefalet içinde çırpınan kardeşlerimizin yardım ve imdadına koşuyor muyuz?

(5) Kur’ân “Allah katında derecesi en yüksek olanınız en takvalı olanınızdır” ölçüsünü koymuştur. Biz insanları derecelendirirken bu ölçüye riayet ediyor muyuz; yoksa şu kişi bizim cemaatimizdendir, binaenaleyh o üstündür gibi cahilce konuşmalar ve davranışlar sergiliyor muyuz?

(6) Kur’ân bu dünyanın fanî olduğunu, bu gelip geçici âlemdeki zenginliklerin, mal mülkün, çoluk çocuğun, paranın, makam ve mevkiin, tantana ve debdebenin kuruntudan ve aldanmadan ibaret olduğunu bize sarahaten bildiriyor. Biz bu uyarıyı dikkat nazarına alıyor muyuz, hayatımızı buna göre tanzim ediyor muyuz, yoksa dünya tuzağına mı düşmüş bulunuyoruz?

(7) Peygamberimiz bazıları için “Onlar Kur’ân okurlar, fakat bu okuma onların gırtlaklarından aşağı (yani kalplerine) inmez” buyurmaktadır. Kur’ân’ı metin olarak okuyup da mânasını, emir ve yasaklarını hayata geçirmeyen, aksine onlara taban tabana zıt işler yapan kimseler “Okudukları Kur’ân’ın gırtlaklarından aşağı inmediği” kimseler değil midir?

(8) Kur’ân biz mü’minlere “Peygamberde sizin için çok güzel bir örnek ve model vardır” demektedir. Biz Peygamberi kendimize örnek ve model olarak almış mıyız? O’nun gibi mütevâzı, alçakgönüllü, kanaatli, iyi ahlâklı, yüksek karakterli olmaya çalışıyor muyuz? Elbette O’nun gibi olamayız ama önemli olan O’nu örnek ve model olarak almaktır. Bunu yapabiliyor muyuz? Hem O’nun ümmetinden olduğumuzu iddia ediyoruz, hem de Nemrud ve Firavun gibi lüks, sefahatli, gösterişli, saçıp savurmalı, kibirli, gururlu, aşırı konforlu bir hayat sürüyoruz. Bu gibi haller Müslümanlıkla kabil-i te’lif midir? (Müslümanlıkla uyuşuyor mu?)

(9) Kur’ân bize “Mü’minler muhakkak ki, kardeştir” buyurmaktadır. Biz mü’minlerle gerçek ve sağlam bir kardeşlik içinde miyiz? Meşrebi, tarikatı, cemaati, görüşleri bize uymuyor diye bir mü’min kardeşimize nasıl düşmanlık edebiliriz?

(10) Kur’ân bize birliği, beraberliği emr ediyor. Ayette “Hepiniz toptan Allah’ın (kurtuluş, selamet ve saadet) ipine sarılınız. Sakın ayrılıp parçalanmayınız. Sonra gücünüz, devlet ve şevketiniz elinizden” gider deniliyor. Biz bu emre ve uyarıya dikkat ediyor muyuz? Peygamber bu Kur’ânî emre açıklama olarak “Cemaat rahmet, tefrika azaptır” buyurmuştur. Kur’ân Müslümanları “Mâruf ile emr eden, münkerden alıkoyan” bir ümmet olarak tarif ediyor. Biz şu anda böyle bir ümmet miyiz, yoksa bir hizipler, fırkalar, cemaatler mozayiği haline mi gelmişiz?

(11) Kur’ân biz mü’minlere

“Allah’a, Resulüne ve sizden olan emir sahiplerine itaat ediniz”

buyuruyor. Biz şu anda böyle bir hiyerarşi içinde yerimizi almış vaziyette miyiz, yoksa ipi kopmuş bir tesbih, şirazesi dağılmış bir kitap gibi darmadağın, paramparça, birbirinden kopuk vaziyette miyiz? Kur’an’ın bizi kendisine uymakla vazifeli kıldığı Peygamber “Zamanındaki İmam’a biat etmeden ölen kimse sanki cahiliye ölümü ile ölmüş olur” buyuruyor. Biz, Kur’ân’ın baş müfessiri olan o Resûl-i Kibriya’nın bu tehdit ve uyarısını dikkate alıyor muyuz?

(12) Kur’ân bizi “Kötülüğü iyilikle def etmeye” çağırıyor. Biz bazı câhil kardeşlerimizin ve câhil insanların kötülüklerini iyilikle def edebiliyor muyuz?

(13) Kur’ân

“Onlar kendi aralarında merhametli, (harbî) küffara karşı çetin ve serttirler”

buyurmaktadır. Biz bu ayetteki tarife uygun durumda mıyız? Yoksa, küçük kusur ve kabahatlerinden dolayı iman kardeşlerimize çok sert, çok galiz, çok yavuz, çok çetin muamele ediyor; harbî küffara karşı ise pek yumuşak, pek merhametli, pek iltifatkâr mı hareket ediyoruz?

(14) Kur’ân-ı Azimüşşanın ana ilkesi

tevhid’tir

. Kur’ân, Hazret-i İsa’ya Allah’ın oğludur denilmesini yeriyor,

teslis

inancını reddediyor. Biz

tevhid

ve

teslis

konusunda Kur’ân’ın gösterdiği yolda mıyız, yoksa

“Teslis ehli ile aramızda amentü bakımından ittifak vardır”

diyerek Kur’ân’ın kesin bir hükmünü ve emrini göz ardı mı ediyoruz?

(15) Kur’ân ribayı ve ribacıları şiddetle ve kesin bir şekilde kötülemektedir. Kur’ân ribacılar için

“Onlar Allah’a ve Resulüne savaş ilan etmişlerdir”

buyurmaktadır. Biz riba konusunda Kur’ân’ın gösterdiği dosdoğru yolda mıyız?

(16) Kur’ân biz mü’minlere

“Yiyiniz içiniz, lakin israf etmeyiniz”

buyuruyor,

“Allah’ın müsrifleri sevmediğini”

ilave ediyor. Biz yeme içme konusunda Kur’ân’ın talimatına uyuyor muyuz? Yoksa doyduktan sonra yiyerek, hayatın gayesini yeme içme zevkini tatmin olarak görerek Kur’ân’a isyan mı ediyoruz?

Kur’ân okumak sünnettir ve elbette sevabı vardır. Ancak, dindarlık Kur’ân okumakla bitmez. Asıl

önemli olan Kur’ân’daki emir, yasak ve öğütleri hayata tatbik etmektir.

İslâm dininin hükümlerinin dört ana kaynağı vardır. Bunların birincisi Kitabullah’tır. Allah Kur’ân’da iman edenlere yüzlerce pratik ahlâk kuralı bildirmiştir. Bunları öğrenmemiz ve uygulamamız gerekir. Bunları öğrenmemek günahtır, uygulamamak daha büyük günah. Yüksek tahsil yapmış ve dindar geçinen Müslümanların ellerine kağıt ve kalem versek ve şu soruyu sorsak:

“Kur’ân’daki pratik (uygulamaya ait) ahlâk kuralları nelerdir?”

Acaba kaçta kaçını yazabilirler? Cevapları ve bahaneleri hazırdır:

“Ben tefsir alimi değilim…”

Tabiî ki, değilsin ama bir Müslüman olarak kuralları bilmeye mecbursun. Hayatımız boyunca bize hiçbir faydası olmayan, incir çekirdeğini doldurmayan saçma sapan bilgiler öğreniyoruz da, ebedî mutluluğumuzu sağlayacak Kur’ânî emirleri, yasakları, öğütleri niçin kitabından öğrenmiyoruz?

Meselâ Kur’ân’ın para istiflemeyi, depolamayı (kenz yapmayı) haram kıldığını, altın ve gümüşü (Bugün YTL’yi, Doları, Euroyu) istifleyen (kenz yapan) kimseleri acıklı bir azapla, Cehennem ateşiyle tehdit ettiğini biliyor muyuz? Bu konudaki âyet şudur:

“… Altın ve gümüşü (parayı) yığıp (kenz yapıp) da Allah yolunda harcamayanlara acıklı bir azabı haber ver. O günü (haber ver) ki, bu altın ve gümüşler Cehennemin ateşinde kızdırılacak ve onların (kenz yapanların) alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacaktır. Onlara ‘Bu kendiniz için yığdığınız (biriktirdiğiniz) şeydir, tadın o biriktirdiklerinizi’ denilecektir.” (Tevbe sûresi, 34-35) 20 Ocak 2006