Tutturmuşlar, “Bütün Müslümanlar Kur’ân’da birleşsin…” deyip duruyorlar. Peki nasıl birleşecekler, onu anlatmıyorlar.

Soruyorum:

1. İmamı Eş’arî’yi ve İmamı Mâturidî’yi itikad önderi olarak kabul eden Ehl-i Sünnet; Allah cisim değildir, zamandan mekândan, cihetten, inmekten çıkmaktan, insanlar gibi organlara sahip olmaktan münezzehtir diye inanıyorlar. Muhammed ibn Abdilvehhab’ı imam kabul edenler tersini söylüyor. Evet bu iki zümre Kur’ân’da nasıl birleşecek?

2. Ehl-i Sünnet bütün Ashab-ı Kiramı din konusunda âdil olarak kabul ediyor. Bazı fırkalar ise birkaç sahabi dışındakileri münafık olarak görüyor. Bunlar Kur’ân’da nasıl birleşecekler?

3. Fıkhı ve mezhepleri faydalı ve zarurî gören Ehl-i Sünnet ile mezhepleri put olarak gören ehl-i bid’at Kur’ân’da nasıl birleşecek?

4. Kur’ân’da ve çok sahih Cibril hadîsinde kadere iman şartı var. Ehl-i Sünnet kadere iman ediyor, bazı ehl-i bid’at ise kaderi reddediyor. Bunlar Kur’ân’da nasıl birleşecekler?

5. Ehl-i Sünnet ulemâsı ve fukahası dinde reform, dinde değişiklik, dinde yenilik, dinde başkalaştırma yapılamaz diyor; ehl-i bid’at fırkalarından biri olan Fazlurrahman’ın Tarihsellik mezhebi Kur’ân’ın, Sünnetin ve Şeriat’ın nice muhkem hükmünü, bu devirde geçerli değildir diye inkâr ve red ediyor. Ehl-i Sünnet ile ehl-i bid’at bu konuda Kur’ân’da birleşebilir mi?

Evet Kur’ân dinimizin temel kaynağıdır, Kelamullahtır, yaratılmamış Kelam-ı Kadim’dir ama onda birleşmek kuru lâfla, boş edebiyatla olmaz. Kur’ân’da birleşmenin şartları vardır. Bu şartlara uyulmaz ise birleşme olmaz.

1. Kur’ân’ın gerçek icazetli müfessirler tarafından yapılmış muteber tefsirleri esas alınacaktır.

2. Heva ve re’y tefsirlerine itibar edilmeyecektir.

3. Ehliyetsiz cahiller Kur’ân’ı kendi kafalarına göre yorumlamayacaktır.

4. Kur’an ehliyetli ve icazetli ulemâ tarafından Sünnet-i seniyyenin ışığında tefsir edilecektir.

5. Allah’a noksan sıfatlar izafe eden ehl-i bid’ate kulak verilmeyecektir.

6. Ondört asırlık icmâ-i ümmet dışlanmayacaktır.

7. İlim, irfan, takva, fazilet, firaset sahibi ulemâ Kur’ân’da birleşme konusunda rehber kabul edilecektir.

İslâm dünyasındaki 72 bozuk fırka ve onların yüzlerce şubesi hep Kur’ân diyor.

Mirza Gulam Ahmed Kadiyanî -hâşâ- nebidir, kendisine vahiy gelmiştir diyen Kadiyanîler de Kur’ân diyor, Kur’ân okuyor.

Tevbe sûresinin son iki ayeti Kur’ân’a sonradan ilave edildi hezeyanını savuran 19cu Reşad Halife de Kur’ân diyor.

Cebrail, Hz. Ali’ye verilecekti, Cibril şaşırdı da Hz. Muhammed’e verdi diyen Gurabiye taifesi de Kur’ân diyor.

Haricîler gece gündüz Kur’ân okuyor.

Velhasıl İslâm dünyasında ne kadar bid’at ve dalalet fırkası ve cereyanı varsa hep Kur’ân diyor.

İsmini vermeyeceğim şu meşhur reformcu ilâhiyatçı da avaz avaz Kur’ân diyor.

İslâm’da tesettür yoktur diyenler Kur’ân diyor.

Evet biz Müslümanlar Kur’ân’da nasıl birleşeceğiz? Mesele buradadır.

Peygamber-i Zişan’dan (Salat ve selâm olsun O’na), Ashab kuşağından, Tâbiîn kuşağından, Tebe-i Tâbiîn kuşağından ve onları takip eden kuşaklardan bu yana on binlerce büyük müctehid, ulemâ, fakih, müfessir, muhaddis gelip geçmiştir. Kur’ân’da birleşmek ancak ve ancak onlara tâbi olmakla, onları taklid etmekle gerçekleşebilir. Onlar inkâr edilirse, onlar devre dışı bırakılırsa birlik olmaz, tefrika ve parçalanma olur.

Kur’ân’da birleşmek konusunda Vehhabîler muhatab bile alınmaz.

İslâm âlemindeki yüz milyonlarca tarikat mensubu sufîyi müşrik ve kafir ilan edecekler ve sonra Kur’ân’da birleşilecek. Böyle bir şey mümkün müdür?

Mücessime taifesini tenkit ve ikaz etmeyeceğiz, onlarla Kur’ân’da birleşeceğiz… Olur mu böyle şey? Kur’ân’da birleşmek için öncelikle Cenâb-ı Hakk’ı kemal sıfatlarla sıfatlamak ve noksan sıfatlardan tenzih etmek gerekir.

*(İkinci yazı)

YALANLAR, KURUNTULAR, İFTİRALAR…

*Birinci iftira Mevdudî konusundadır. Bendeniz bu zat için

merhum

diyorum. Onun önemli bir kişi olduğunu, yakın tarihteki İslâmî hareket içinde büyük rol oynadığını kabul ediyorum. Lakin

metodunu, meşrebini, doktrinini beğenmem ve paylaşmam.
Bu kişi, imanın şartlarını 6’dan 5’e indirmiş, kadere imanı aradan çıkartmıştır.

Bu, son derece vahim bir şeydir… Mevdudi, Müslümanların ilk üç asırdan sonra Kur’ân’ın dört temel terimi olan

Rab, İlah, ibadet, din

konusunda gerçeği yitirdiklerini iddia ediyor.

Bu tezini de kabul etmem…

Mevdudî siyasî bir parti kurmuş, Pakistan İslâm Cumhuriyeti’nde hiçbir serbest seçimi kazanamamıştır. Bu onun için büyük bir noksanlıktır…

Mevdudî, Türkiye Müslümanları için iyi bir örnek teşkil etmez.

Onu haklı gerekçelerle tenkit etmek düşmanlık mânâsına alınmamalıdır.

* İkinci iftira

Seyyid Kutub

konusundadır. Seyyid Kutub zalimler tarafından şehid edilmiştir. Onun için de merhum diyorum ama şehid olması, birtakım hatalı görüşlerini görmezlikten gelmemize sebep olmamalıdır. Kutub, âhir ömründe, daha önceki bazı yazıları ve görüşleri için keşke onları yazmamış olsaydım demiştir. Tenkit etmek düşmanlık etmek değildir. Seyyid Kutub mâsum (günahtan ve yanılmaktan korunmuş) bir peygamber değildir. Hatalarını kendisi de kabul ediyor. Onun kitaplarını, hatâlı yerlerine not ve açıklama koymadan yayınlayanlar vebal altındadır.

* Üçüncü iftira İbnTeymiyye konusundadır. Bendeniz bir Ehl-i Sünnet Müslümanıyım, İbn Teymiyye’yi tutmam, onu din önderi olarak kabul etmem, Muhyiddin ibn Arabî’ye “Şeyh-i Ekfer” (en kâfir şeyh)diyen bir zatı niçin benimseyecekmişim?.. Ehl-i Sünnet âlimleri, fakihleri, imamları bu zatı tenkit eden nice eser yazmıştır. Benim, bir Ehl-i Sünnet Müslümanı olarak İbn Teymiye’yi beğenmemek, sevmemek, tenkit etmek hakkım yok mudur? Sevmeye ve benimsemeye mecbur ve mahkûm muyum?

* Dördüncü yalan, kuruntu ve iftira Vehhabîlik konusundadır: Ben bir Ehl-i Sünnet Müslümanı olarak, binlerce ulemâ, fukaha ve müftünün gerekçeli ve delilli beyanlarına, kitaplarına, fetvalarına dayanarak Vehhabîliği bir bid’at ve aşırılık hareketi olarak görüyorum. Vehhabîlik, Hanefîlik, Malikîlik, Şâfiîlik, Hanbelîlik gibi olumlu bir çeşitlilik olsaydı elbette karşı çıkmazdım.

* Beşinci yalan ve iftira tasavvuf ve tarikat konusundadır. İslâm’ı ve Tevhid’i en iyi anlayan, yorumlayan, yaşayan kimselerin gerçek sûfîler olduğuna inanıyorum. Vehhabîler ve aşırı Selefîler ise tarikat ve tasavvuf evliyasını evliyauşşeytan olarak ilan ediyor. Gulüvve sapmış bu kimseler İmamı Rabbanî, Mevlânâ Celalüddin Rûmî, MuhyiddinArabî, Abdülkadir Geylanî gibi büyük evliyaya ağır ve seviyesiz hakaretler yapıyor. Benim vazifem evliyayı savunmak, aşırıları kötülemek ve tenkit etmektir.

* Altıncı yalan ve iftira Osmanlı devleti ve zihniyeti konusundadır. Osmanlılar, Hulefa-i Râşidîn devrinden sonra Kur’ân ve Sünnete en yakın ve uygun İslâmî sistemi kurmuşlar, üç kıt’ada asırlar boyunca i’lâ-yı kelimetullah etmişlerdir. Onlara isyan eden bid’atçi ve çapulcu bedevîlerin düşmanlıkları beni bağlamaz.

Bendenize yöneltilen tenkitler başlıca iki çeşittir.

Birinci çeşit: Edeb, terbiye, mücamele, uhuvvet çerçevesinde yapılan seviyeli tenkitlerdir. Bunlara teşekkür ederim.

İkinci çeşit: Saldırgan, hakaretâmiz, seviyesiz, edepsiz tenkitlerdir. Bunları yapanlara teessüf ederim ve kendilerini muhatap olarak kabul etmem.

Bazıları, beni yaşlılığımdan dolayı kınıyor… Bu ne kadar aptalca ve ahmakça bir kınamadır. Hiç kimsenin doğum tarihi kendi elinde ve iradesi dahilinde olan bir şey değildir… Bugün genç olan, ömrü varsa yarın ihtiyar olacaktır. Mücerret yaşından dolayı bir Müslümana hakaret etmek, onu alaya almak beyinsizce ve şımarıkça bir hafifliktir. Hadîs-i şerifte “Büyüklerimize hürmet etmeyen, küçüklerimize şefkat beslemeyen bizden değildir” buyrulmuştur. İlim, irfan, kültür, makam, mevki bakımından bir üstünlük tasladığım yok, sadece yaşım dolayısıyla saygılı olunmasını beklerim.

Bir kısım bid’atçilerde maalesef bedevîlik kültürü ve zihniyeti hakimdir. Medenî, terbiyeli, kemalli Müslümanlar olarak hareket edemiyorlar.

Bedevî bid’atçiler ülkemizdeki milyonlarca tarikat ve tasavvuf muhibbi Müslümana şirk ve küfür çamuru atmakta beis görmüyor. Bu ne korkunç bir fitnedir!..

Bedevî ve aşırı bid’atçiler yalan söylüyor, iftira atıyor, çarpıtıyor.

Mantık bilmedikleri için yazılarımdan kendi kafalarına göre (benim kasd etmediğim) mânâlar çıkartıyor.

Aşırı bid’atçilerde adalet yok, insaf yok, iz’an yok.

Bendenizi edep, terbiye, mücamele, uhuvvet-i islâmiyye dairesinde tenkit edenlere teşekkür ediyorum. Fikirlerimiz, görüşlerimiz, meşrebimiz uyuşmasa da kardeşiz.

Saldırgan, küfürcü, bedevî, bid’atçi Müslümanlara, teessüf etmekle birlikte hayır dualar ederim. İslâm edeb, ahlâk, terbiye, medeniyet, adalet, insaf, itidal, mürüvvet dinidir. Sakin olsunlar, tahammüllü olsunlar, sabırlı olsunlar…

Bütün Müslümanlara selâm ederim. 07 Ekim 2009