Kur’ân’dan Hüküm Çıkartmak
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Ocak 2019
Cuma
Bundan otuz sene kadar önceydi, namaza gittiğim bir camide genç bir vaiz konuşuyordu. Şöyle diyordu:
-Ey Müslümanlar! Bizim dinimizin iki ana kaynağı Kur’ân ile Sünnet değil midir? Öyleyse her Müslüman bir Kur’ân tercümesi veya meâli, bir de hadîs külliyatı edinmeli ve dinini doğrudan doğruya bu iki ana kaynaktan öğrenmelidir. Her Müslüman evinde mutlaka bir Kur’ân meâli, bir de hadîs külliyatı bulunmalıdır…
Ne kadar parlak bir fikir değil mi? Parlak olduğu kadar, metod olarak o nisbette yanlış bir fikir ve teklif. Elbette Müslümanın evindeki özel kütüphânesinde Kur’ân meâli, tefsiri, hadîs külliyatı olacaktır ama o (ehil değilse) bunlardan kesinlikle dinî hüküm çıkartmayacak, ictihada yeltenmeyecektir.
“Kur’ân tercüme edilsin, yobaz hocalar aradan çıksın, herkes dinini doğrudan doğruya tercümelerden kendisi öğrensin…”
Bu cereyanı çıkartanlar Dönmeler, sinsi din düşmanlarıdır.
ve bu iş için bir miktar da avans almıştı.
Hazırlamış olduğu Türkçe Kur’ân tercümesini Mısır’daki dostu İhsan efendiye teslim etti, “Ben öldükten sonra yakarsınız” dedi.
böyle bir cinayete ortak olmak istemiyordu.
Müslümanların, Allah kelâmı olan Kur’ân-ı Azimüşşana karşı birtakım vazifeleri vardır. Bunları sıralıyorum:
(1) Onu Kelâm-ı Kadîm olarak kabul etmek.
(2) Onu din ve dünya işlerinde düstur olarak kabul etmek.
(3) İlmî ehliyeti olmayanların o kutsal kitabı kendi heva ve re’yleri ile mânâlandırıp yorumlamamaları.
(4) Onun tercümelerine “Türkçe… Fransızca… İngilizce Kur’ân” dememeleri, “Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe, Almanca, Farsça tercümesi” demeleri. “Türkçe Kur’ân” olmaz, Kur’ân Arapça’dır.
(5) Din düşmanlarının, münâfıkların, bid’atçilerinin, din bezirgânlarının Kur’ân’ı ticarete âlet etmelerini, tahrife yeltenmelerini engellemeye çalışmak.
(6) Sırf para kazanmak için yalan yanlış çıkartılmış tercüme, meâl ve tefsirleri almamak, bu konuda Müslümanları uyarmak.
zamanında devlet Kur’ân’ı koruyordu. O devirde kimse yalan yanlış Kur’ân meâli, tercümesi, tefsiri yapamazdı. İkinci Meşrutiyet ilân edilince (1908) ne kadar Mason, Sabataist, Jön Türk, mürted varsa yayıncılığa başladı ve bu arada Kur’ân ticaretine el attı.
Aradan geçen yüz sene içinde birkaç kıymetli tercüme, tefsir ve meâl hazırlanıp yayınlandı, lakin bu arada bir yığın da bozuk tercüme ve tefsir çıktı.
Bundan otuz sene önce cami kürsüsünde “Her Müslüman bir Kur’ân tercümesi, bir de hadîs külliyatı alsın ve dinini ana kaynaklardan öğrensin” diyen câhil ve gafil vâizin dedikleri oldu. Bir ara
diye bir fırka veya taife türemişti. Bunlar Arapça bilmedikleri ve Arapça Kur’ân okuyamadıkları için rastgele bir meâl ediniyorlar ve onu asıl Kur’ân’ın yerine koyuyorlardı.
İslâm dünyasında herkesin kendi kafasına, kendi re’y ve hevasına, kaba tâbirle kendi işkembe-i kübrasına göre ictihad yapması çığırını Farmason ve taqiyyeci Cemalüddin Afganî başlatmıştır. Al eline bir Kur’ân tercümesi, bir de hadîs kitabı ve bol bol ictihad yap… Ebû Hanife de benim gibi bir insandır. O ictihad yapmış da ben niçin yapamayacakmışım?..
Elifi görse mertek sanacak kadar câhil ve ictihad yapıyor. Bundan büyük bir felâket olur mu? Şu anda kitap piyasası bozuk tercüme, meâl ve tefsirlerle doludur.
Ehl-i Kitap da Cennete girecektir
Kur’ân tefsiri ve tercümesi alırken cildine, kağıdına, fiyatına bakıyor. Eczahâneden (eczane değil!) ilaç alırken nasıl ehil ve hâzık bir doktorun reçetesi gerekliyse; Kur’ân tercümesi, meâli, tefsiri alırken de mutlaka ehil bir din hocasının tavsiyesi gerekir.
(1) İşi biraz iyi gider, o sene bir milyon dolar kazanır, bu parayı işine yatırıp sermâyesini artıracağına gider lüks bir köşk alır. Elinde avucunda nakit kalmaz, bankalardan, tefecilerden kredi alır ve sonunda iflâs eder. Beyinsiz!
(2) Yirmibeş bin liralık bir araba ona yeter de artar, işini pekâlâ görür. O ise yetmişbeş bin liraya lüks bir araba alır, bununla caka satar. Beyinsiz!
(3) Çoluk çocuğu ile tâtil yapmaya gider, yedi yıldızlı otele iner. Otelin yıldızı çoğaldıkça itibarının, şerefinin, prestijinin arttığını sanar. Beyinsiz!
(4) Fakirken, daha sonra orta halli iken beş vakit namaz kılıyordu. Köşeyi dönünce namazı bıraktı, hattâ bazen cumalara bile gidemez oldu. Beyinsiz!
(5) Elbiseye, yakıta, yiyecek içeceğe, gezip tozmaya; ete, tavuğa, süte, yoğurda, fasulyaya nohuta, zeytinyağına para verir ama aylık bütçesinde “Kitap, sanat, kültür masrafları” faslı yoktur. 300 metrekarelik tripleks dairesinde her şey vardır, sadece kütüphâne odası yoktur. Çünkü bizimki okumaz. Beyinsiz!
(6) Dindar geçinir ama onun dindarlığı futbol kulübü tutmaya, huliganlık yapmaya benzer. “Ben filan hazretlerine mensubum, siz hangi hazrete mensupsunuz?..” Beyinsiz!
(7) Onbeş sene önce bir tarikata girmiştir. O zaman kütük ve kereste idi, aradan bunca zaman geçti yine kütük ve kereste. Zerre kadar olgunluk, incelme, saflaşma yok. Beyinsiz!
(8) Haftada birkaç gün Altın Kemik, Maganda Restoran, Pırlanta Yemek Salonu, Gurmeler Sarayı gibi lüks lokantalara gider ve pahalı yemekler yer. Ertesi günü “Ben dün Sultan Sofrasında Böf ala Strogonof yedim” diye anlatır. Beyinsiz!
(9) Para ve zenginliği en büyük değer olarak kabul eder. Aklı fikri, dini imanı paradır. Ne kadar çok parası olursa o nisbette değerli ve erdemli olacağını sanır. Eşek beyinsiz!
(10) Beş paralık birikimi, kültürü, ilmi, irfanı yoktur ama her konuda ahkâm keser, cart curt zart zurt konuşur. Günde bin kere “Bana göre şu şöyledir, bu böyledir” deyip durur. Beyinsiz! 06 Ocak 2007