Kur’an’dan Hüküm Çıkartmak
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 20 Şubat 2019
Pazartesi
Din âlimi ve müfessir değilim. Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu bir Müslüman olarak Kur’an’ı nasıl anlayabilir ve içindeki hükümleri ve öğütleri hayatıma nasıl tatbik edebilirim? Elbette ki, elime Kur’an tercümeleri, meâlleri ve tefsirleri alarak bunu yapamam. Kur’an benim kutsal kitabım, düsturum, rehberimdir ama ondan doğrudan doğruya kendi başıma, kendi heva ve re’yimle hüküm çıkartamam. İlmim, ihtisasım böyle bir şey için yeterli değildir.
Reformcular tutturmuşlar, herkes Kur’an’ı alsın, okusun, O’ndan mâna çıkartsın diyorlar. Bu metod Müslümanları din konusunda anarşiye götürür, her kafadan ayrı bir ses çıkmasına yol açar ve sonunda zillet, izmihlal, tezebzüb meydana gelir.
Peki Kur’an’dan nasıl yararlanacağız?
Ehl-i sünet büyüklerinin, rabbanî ve âmil ulemanın, kâmil mürşidlerin Ümmet-i Muhammed için yazmış oldukları muteber, güvenilir, faydalı kitaplar ve risaleler vardır. Onlar okunacak, Kur’an’ın yüce mânaları, hükümleri, emir ve yasakları, öğütleri o kitaplardan öğrenilecek ve hayata tatbik edilecektir.
Müslümana öncelikle sahih itikadı anlatan bir akaid (inanç bilgileri) kitabı gerekir. Böylelikle Tevhid ve tenzih akıdesini, Peygamberlerle ve peygamberlikle ilgili bilgileri, insanın nereden gelip nereye gittiğini, ahiret alemini, Cennet ve Cehennemi, ceza ve mükafatı ve diğer inanmaya ait malumatı doğru bir şekilde öğrenir. Kendi kafasıyla Kur’an’dan ahkam çıkartmaya kalkan kişi, muhkem ayetlerle müteşabih ayetleri birbirine karıştırabilir. Arş üzerine istiva etti mânasındaki ayeti yanlış tefsir eden kişi, Allah’a, mekan izafe etmek (tecsim) inancına kapılmak suretiyle vahim bir yanlışlığa düşer.
Her Müslümanın bilmesi gerekli ilmihal bilgileri de muteber ilmihal ve fıkıh kitaplarından öğrenilmelidir. Kişi Kur’an okuyarak nasıl abdest alacağını, günlük beş vakit namazları nasıl kılacağını öğrenemez. İlk Müslümanlar nasıl abdest alacaklarını, nasıl namaz kılacaklarını Peygamber’den (Salat ve selam olsun O’na) öğreniyorlardı. Resulullah Efendimiz bu dünyayı terk ettikten sonra müctehidler çıkmış, İslâm hükümlerini Kitabullah’tan, Sünnet’ten çıkartarak fıkıh sistemleri geliştirmişlerdir. İşte biz o fıkıh sistemlerinden birini bütünüyle kabul edip İslâm’ı hayatımıza ve hayata o şekilde uygulamak zorundayız. Mezhepler bütün ana ve temel konularda bir ve beraberdir. Sadece teferruata ve şekle ait bazı konularda aralarında küçük farklılıklar vardır. Mezhepsizlik, mezhepleri telfik etmek (yani hükümlerini karışık olarak uygulamak) son derece yanlış bir metodtur.
İslâm’ın zâhire ait hükümlerinden başka ahlâkla, bâtınla, maneviyat ile ilgili hükümleri de vardır. Bunları da İmamı Gazalî hazretlerinin (Allah O’na rahmet etsin) İhyau Ulûmi’d-Din adlı muazzam ve mübarek kitabı gibi kitaplardan öğrenmeliyiz. Dinimizin temel emirlerinden biri “Büyük Cihad” yapmaktır, yâni nefs-i emmâremizle savaşmaktır. Bu büyük cihad farz-ı ayındır, bir an bile terkedilmemesi gerekir. İnsanın en büyük düşmanı Şeytan’dır. Şeytan’ın en büyük yardımcısı da nefstir. Dinimiz iyi ve olgun bir insan olmak için gerekli bütün faziletleri anlatıyor; kaçınılması gereken bütün kötülükleri ve reziletleri bildiriyor. İşte bunlar ehlullah’ın telif etmiş olduğu muteber ahlâk, tasavvuf kitaplarından öğrenilebilir.
Adına usûl-i fıkıh denilen ve biz Müslümanlara yararımıza ve zararımıza olan şeyleri öğreten bir ilim vardır. Bu ilmin kurallarından biri de şudur: “Müctehid ve fakih olmayan bir kişi, nass ile fıkıh hükmü arasında bir aykırılık görse hangisine uyacaktır? Fıkha uyacaktır.” Çünkü mukallidin, ilimsiz kimsenin aykırılık gibi gördüğü şey, onun cehlinden ve yetersizliğinden ileri gelmektedir. O konudaki Kur’an ayetinde ve hadîste nasihlik mensuhluk, tahsis, tevcih gibi özellikler olabilir. Bunlara dikkat etmeyen ve Kitabullahtan kendi kafasına ve re’yine göre hüküm çıkartmaya kalkışan Müslüman, “İçkiliyken namaz kılmayınız” mealindeki ayetin”İçkiliyken… ” kısmını çıkartıp sadece “…namaz kılmayınız” kısmını alan zındığın durumuna düşebilir. Böyle bir şeyden Allah’a sığınırız.
Son yirmi otuz yıl içinde dinsizler ve zındıklar Müslümanları bölmek, parçalamak, dinî enerjiyi ve potansiyeli boşa harcatmak için hayli reformculuk propagandası yaptılar.
“Cahil hocalar aradan çıksın, her Müslüman dinini doğrudan doğruya Kur’an okuyarak ve O’ndan mâna ve hüküm çıkartarak kendisi öğrensin…” Bunun kadar yanlış bir metod olamaz. Kur’an bizim kutsal kitabımızdır, rehberimiz ve mürşidimizdir, Allah katından gönderilmiş düsturumuzdur ama her Müslüman O’ndan mâna ve hüküm çıkartamaz. Yüce Peygamberimiz, sevgili rehberimiz, büyük kurtarıcımız Resûl-i Kibriya Efendimiz “Kur’an’ı kendi re’yiyle (kendi kafasına göre) yorumlayan kâfir olur” buyurmuştur. (Men fessere’l-Kur’ane bi re’yihi fekad kefer.) Buradaki kefer kelimesinden iki mâna çıkar: Ya, dinin temellerine aykırı bir hüküm çıkartarak küfre düşebilir, yahut Kur’an ve İslâm nimetine küfran-ı nimette bulunmuş olur.
Müslümanlar bol bol Kur’an okusunlar. Ehl-i Sünet müfessirlerinin telif etmiş olduğu muteber tefsirleri mütalaa etsinler. Lakin sakın ola ki, ondan şer’î hüküm çıkartmaya kalkmasınlar. O hükümlerin hepsi de muteber akaid, fıkıh, ilmihal, ahlâk ve tasavvuf kitaplarında mevcuttur, onlardan öğrensinler.
İtikad ve ameliyatta ehlisünnet mezhebine bağlı olan Müslümanlar, İranlı ve şiî olduğu halde takiyye yaparak kendisini Afganistanlı ve sünnî gibi göstermiş olan Cemalüddin Afganî gibi aktivistlerin ve maceraperestlerin peşinden gitmemelidir.
“Sünneti, icmayı, kıyası, Peygamberi bırakın, benim dediğime kulak verin, benim peşimden gelin…” şeklinde propaganda yapan zındık ilahiyatçıların ardına düşenler Mevlalarını değil, belalarını bulmuş olurlar.
Unutulmasın ki, Asr-ı Saadet’ten sonra İslâm tarihinin en parlak sahifeleri Müslümanların din konusunda tartışma yapmadıkları, din alimlerine ve mezhebe tâbi oldukları devirlerdir. Osmanlı devleti zamanında, ehliyeti ve icazeti olmayanların dinî konularda konuşmaları, ahkâm kesmeleri, reform yapmaya kalkmaları yasaktı.
Müslümanlar dinî konularda tartıştıkları, her kafadan ayrı bir ses çıktığı, cahillerin ve ehliyetsizlerin Kur’an’ı tefsire yeltendiği, dinî konu ve meselelerin mıncıklandığı zamanlarda Ümmet-i Muhammed gücünü kaybeder, zillete ve esarete düşer. Zamanımızda olduğu gibi.
Zındıklar ve reformcular, “Onbeş yaşına gelen her Müslüman ictihad yapmalıdır, yapabilir” diyorlar. Halbuki İslâm tarihinde, dinî ilimlerin en yüksek seviyesi olan mutlak müctehidlik rütbesini kazanan nice allâme, artık ictihad zamanı geçtiği için yeni bir mezhep ve fıkıh doktrini kurmamışlar, önceki dört mezhepten birine bağlanmışlardır. İmamü’l-Haremeyn el-Cüveynî ve mümtaz talebesi Hüccetü’l-İslâm İmamı Gazalî hazretleri bunlardandır.
Kafirler, zındıklar ve onlara uyan reformcular dinimizin mevrid-i nas durumunda olan ahkamında değişiklik ve yenilik yapmak istiyor. Aklıselim sahibi bir Müslüman böyle bir şeyi kesinlikle kabul etmez. İslâm ilâhî din ve nizamdır. O’nun hükümleri Kıyamet’e kadar baki kalacak, tağyirden uzak tutulacaktır. 23 Ekim 2001