Perşembe günlü yazı çıkmamıştır.

 

Temiz, iyi niyetli, muhlis (ihlaslı), saf, sâlih Müslümanlar kurbanlık koyunlar gibi bekleşiyorlar. Bunlara mütevekkiller denilebilir mi? Hayır, kurbanlık koyunlar kesileceklerini biliyor ve gerçekten tevekkül ederek kaderlerine rıza gösteriyorlar. Zaten onların durumunda acınacak bir hal de yoktur. Biz Müslümanlar tevekkülle değil, zilletle, cebanetle, şaşkınlıkla bekleşiyoruz.

Yahu, şu Ümmet-i Muhammed’in içinden ihlaslı, istikametli, cesaretli, hikmetli, şecaatli bir tâife çıksa da; Şer’in, aklın, hikmetin, tecrübe ve liyakatin ışığında hayırlı teşebbüslere girişse olmaz mı?

Şu ülke, şu devlet nereye gidiyor? Neler oluyor? Hangi meçhul bir hedefe doğru sürükleniyoruz? Bunca bozukluğun, bunca hastalığın, bunca derdin çaresi, devası, çözümü yok mudur? Yıllar yılı bu memleketin, bu milletin, bu devletin nimetleriyle yetişmiş, büyümüş olan bilgili, kültürlü, imanlı, tahsilli kimseler niçin susuyorlar? İnsandan kurban olmaz, onlar niçin kurban olmayı kabul etmişlerdir?

Meşrû-yasal sınırlar içinde ne gibi teşebbüsler, çıkışlar, hareketler yapılabilir? Bunca kötülüğe karşı ne gibi emr-i mâruf ve nehy-i münker çalışmaları olabilir? Niçin bu kadar gayretsiz ve pasifiz?

Ben burada öncelikle ihlaslı, sâlih, temiz, ahlâk ve fazilet sahibi Müslümanları tenkit ediyorum. Din sömürücüleri, mukaddesat bezirgânları, arivistler, demagoglar, şöhret ve riyaset için her habaseti, hıyaneti, namussuzluğu yapanlar tenkitlerimin dışındadır. Onların dini imanı para, menfaat, nüfuz, şöhret, riyaset, enaniyettir. Onlardan bir hizmet beklediğim yok. Zaten hizmet diye diye yapmadıkları kötülüğü bırakmadılar. Onların bastıkları yerde ot bitmez.

Müslümanların bu memleketin dertlerine, krizlerine, bozukluklarına karşı bir diyecekleri yok mudur? Çare ve çözüm teklifleri yok mudur?

İslâm gelince her şey düzelecek… Biz Asr-ı Saâdet’i geri getireceğiz diyenlere bir sözüm var. Böyle ucuz ve kolay bir edebiyatı bırakın da, doğru dürüst reçeteler, çareler, çözümler, teklifler getirin. Nasıl düzelecek? Neler yapılması lazımdır? Akla, ilme, irfana, hikmete, uzmanlığa, tecrübeye dayanan çareler ve çözümler istiyoruz, bunların hayata nasıl uygulanacaklarının tafsilatını bilmek istiyoruz.

Otuz kırk senedir para para para denildi. Bu millet varını yoğunu islâmî hizmetler için verdi. İcabında dindar kadınlar bileziklerini, yüzüklerini çıkardılar verdiler. Cemaat mensuplarından sanki din vergileri toplandı. Hizmet yapılacak diye kurban paraları, zekatlar, fitreler bile toplandı. Bu paralarla neler yapıldı? Neler yapılmadı.

Müslümanların şu bilgi devrinde, şu globalleşen dünyada niçin hâlâ bir bilgi bankaları, bir stratejik araştırmalar enstitüsü, bir dokümantasyon merkezi, çeşitli konularda ilmî araştırma merkezleri yok?

Angola’da, Kamboçya’da, Mozambik’te, Fiji adalarında Türkiye’den toplanan paralarla islamî müessese kuranlar niçin Türkiye’de doğru dürüst çalışmıyorlar?

Yıllar boyunca “Bizi destekleyin, biz sizi kurtaracağız, biz islâmî sistemi kuracağız, biz büyük mücahidiz…” diyerek para ve alkış toplayanlar ne yaptılar? Ortaya koydukları eserler nelerdir?

Yüz dinsiz on milyonlarca Müslümanı oynatıyor, parmağında çeviriyor. Müslümanlara çobanlık taslayanlar ne yapıyor? Yazıklar olsun!

İki Zat

Türkiye’nin yükü iki yüksek makamlı zatın omuzlarındadır. Onların görüşleri, dünyaya bakışları ne olursa olsun, şu anda ömr ü âfiyetlerine dua etmemiz gerekir. Zira onlardan biri, yahut daha beteri ikisi birden sahneden çekilecek olursa, yerleri doldurulamayacak, büyük ve tehlikeli bir boşluk meydana gelecektir.

Başka büyük ve yüksek makamlı bir zat ağır hastadır. Onun aramızdan ayrılması da şu anda temenni edilecek bir şey değildir. Türkiye üç tarafından tehlikeli yangın bölgeleriyle sarılmıştır. Balkanlarda yangın başladı; Kafkasya huzursuzluk içinde, orada da her an ateş zuhur edebilir; Ortadoğu ise zaten için için yanıyor. Böyle kritik bir zamanda çoğunluğu teşkil eden Müslüman halkın çok sabırlı olması gerekir. Yüksek ve güçlü şahsiyetlerin de, halkın dinine, inancına, başörtüsüne, inandığı gibi yaşamak hak ve hürriyetine müdahalede bulunmaması icab eder.

İslâmî kesimde bazıları kendilerini dünyanın merkezi olarak görüyor. Nasreddin Hoca’ya, “Dünyanın ortası neresidir?” diye sormuşlar. “Eşeğimin bastığı yerdir” cevabını vermiş. İşte bazı Müslüman kişiler de kendilerini her işin başı olarak görmekte, kendilerinin yokluğunda hiçbir işin yürümeyeceğini sanmaktadır. Bu zevatın akıllarını başlarına toplaması gerekir. Bu kadar benlik, bu kadar enâniyet iyi değildir.

Balkan savaşı kısa zamanda bitirilip, sulh ve selamet hâkim kılınabilir mi? Gidişat yangının büyüyeceğini, müzminleşeceğini gösteriyor. Bunun ardından Kafkasya’da bir patlama olursa, bütün Rusya Federasyonu’nun parçalanma ve dağılma ihtimali mevcuttur. Böyle tehlikeli bir dönemde ülke içinde birlik ve beraberlik gereklidir. Bunu sağlamak mümkün müdür? Adamlar, kadınlar vücutlarına bağladıkları patlayıcı maddeleri infilak ettirmekten çekinmiyor. İkinci dünya savaşındaki Japon kamikazeleri gibi intihar ediyorlar. Bu bir cinnet değil midir? Bunlar önlenebilir mi?

Bir gemide yahut uçakta seyahat ettiğimizi düşünelim. Kaptan veya pilot ile aramızda ihtilaf, görüş ayrılığı, tercih farklılığı mevcut. “Bu kaptan veya pilot kötü, kahrolsun” dememiz doğru olur mu? Pilota bir şey olursa gemi veya uçak da batabilir, düşebilir. Câhil halk tabakası siyasetten anlamadığı halde gece gündüz siyaset yapıyor. Fanatizm, dedikodu, hooliganlık… Müslüman aydınlar, seçkinler, hocalar, aklı başında bilge şahsiyetler halkı siyaset konusunda aydınlatmalı; basiret ve itidale dâvet etmelidir. Peygamber, “Siz ne halde iseniz öyle idare olunursunuz” buyurmuştur. Daha iyi bir idareye kavuşmak için öncelikle kendimizi islah etmemiz gerekir. 09 Nisan 1999