Cumartesi

 

Tarihçi Cemil Koçak, Neşe Düzel’in kendisiyle yaptığı röportajda

İttihatçı zihniyeti

şu cümle ile tarif etmiş: “Bu ülkeyi ancak biz kurtarabiliriz, koruyabiliriz ve yönetebiliriz. Bizim dışımızda hiç kimse bunu beceremez. Bize karşı çıkan herkes vatan hainidir” paradigmasıdır bu. Orduda bu denklem bugün de hálâ devam diyor…..”

Bazılarının din haline getirdikleri

resmî ideolojiye

göre 1919 ile 1922 arasındaki Millî Mücadele’yi kurtarıcılar yapmıştır. Bu yüzden

Millî Mücadele

ismi beğenilmemiş,

Kurtuluş Savaşı

denilmiştir.

Yeteri kadar gerçek tarihçimiz olsaydı halkımıza bu Kurtuluş Savaşı’nın içyüzü anlatılabilirdi.

1950’li yıllarda iktidar partisinin (Demokrat Parti) Samsun milletvekili (o tarihte meb’us denilirdi)

Hasan Fehmi Ustaoğlu

Samsun’da çıkan

Büyük Cihad

gazetesinde (Sahibi: Merhum Mustafa Bağışlayıcı)

“İstiklâl savaşını millet yapmış ve kazanmıştır, kimseye medyun

(borçlu)

değildir”

mealinde bir yazı kaleme almıştı. Küçük bir gazetede yayınlanmasına rağmen bu yazı ittihadçı zihniyetin tepesinde bomba gibi patlamış ve resmî ideoloji taraftarı düzen-bazlar aşırı ve dehşetli bir tepki göstermişlerdi. Demokrat Parti disiplin kurulu toplanmış, Ustaoğlu’nu partiden ihraç etmişti. Zavallı Adnan Menderes’in, kendisini idama götürecek yanlış işlerinden biri de budur. (Allah razı olsun M. Ş. Eygi hocam, çok haklısınız. Merhum A. Menderes böyle bir korkaklık yapmayıp, bilakisi Hasan Fehmi beye sahip çıksaydı karşıt cephe o kadar kolayca ayaklanamaz, kendisinden çekinirlerdi…)

Öteki bazı yanlışları:


Dönme Ahmet Emin Yalman hadisesinden sonra Milliyetçiler Derneği’ni kapatmak…

İslâm’a sâdık ve bağlı bütün milliyetçileri baskı altına almak…
Yalman hadisesiyle doğrudan doğruya ilgisi olmayan Necip Fazıl Kısakürek, Cevat Rıfat Atilhan gibi islâmî şahsiyetleri ve yazarları tutuklatmak…

Sayısı 33 olan İslâmî ve millî gazete ve dergileri çeşitli baskılarla kapatmak (Yeşilköy havaalanında basın toplantısı yapmış “Sayısı 33 olan kara basını susturacağız” meâlinde konuşmuştu)…

Risale-i Nur talebelerine, tarikat mensuplarına baskı uygulatmak…


1959’da vefat eden Şeyh Silistreli Süleyman Hilmi Efendi’nin cenazesinin Eyüp Sultan kabristanında gömülmesine Menderes’in içişleri bakanı izin vermemişti… Genç nesillere yakın tarihimizin bu ibretli hadiselerini öğretmek, tarihçilerin vazifesidir…

Millî Mücadele’de düşmana karşı ilk harekete geçen Çerkes Edhem’dir. Bugün adı bazı çevrelerde hain sıfatıyla birlikte anılmaktadır.

İstiklâl Savaşı, solcu fakat gerçek tarihçi Prof. Mete Tunçay’ın da belirttiği gibi bir İslâmî cihad hareketidir.

23 Nisan 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisi bir Cuma günü, milletvekillerinin Hacı Bayram-ı Veli Camii’nde topluca kıldığı Cuma namazından sonra tekbir getirilerek, dualar edilerek, kurbanlar kesilerek açılmıştı.

Meclis’te yetmiş kadar sarıklı hoca ve şeyh üye vardı.

Meclis’in kürsü arkası duvarında Kur’ân-ı Kerîm’deki Şûra ayeti levha halinde asılıydı.

İlk celseye, Meclis’in en yaşlı üyesi Sinop Milletvekili Şerif Bey başkanlık yapmış ve açış konuşmasında bu Meclis önce Halifeyi, sonra memleketi kurtarmak için açılmıştır demişti. Bu konuşmadan sonra kürsüye çıkan Mustafa Kemal Paşa da böyle demişti.

O tarihte hafta tatili cumaydı, bütün ilkokullarda her sabah bir saat Kur’ân ve din dersi okutuluyordu. Bütün İslâm kadınları çarşaflı ve tesettürlü, şehir kadınları peçeli idi. Mahkemelerde Mecelle-i Ahkam-ı Adliye’ye göre hüküm veriliyordu, Cuma hutbelerinde İstanbul’daki Padişah zikr ediliyordu. Ramazan gündüzün de açıkta yiyen içenler tutuklanıyordu. Trenlerde kadın erkek yerleri ayrıydı.

Rıza Nur hatıralarında kayd eder: Ankara’da yeterli otel ve ev olmadığı için milletvekillerinin bir kısmı yatılı bir okulun yatakhanelerinde yatıyormuş.Vali yardımcısının emriyle her sabah ezan okunur meb’uslar namaza kaldırılırmış.

Zaferden birkaç yıl geçince bütün bunlar unutturuldu, söylenmesi ve yazılması yasaklandı ve ortaya, tarihî gerçeklere uymayan; onlara tamamen zıt olan bir Kurtuluş Savaşı edebiyatı ve destanı çıkartıldı.

Dini imanı para, ün, zengin olmak, iyi yaşamak, göze girmek olan birtakım sahte tarihçiler kolları sıvadılar ve bu edebiyatın, bu destanın “yapıtlarını” imal etmeye (üretmeye) başladılar.

Mustafa Kemal Paşa ile kavga etmiş olmasına, ona düşman olmasına rağmen Millî Şef İsmet Paşa bunu destekledi.

Celal Bayar samimî bir Kemalist ve koyu bir İttihadçı idi. O da teşvik etti. Tarih ana damarlarımız seksen küsur yıldır biriken efsane tortularıyla tıkanacak hale geldi.

İttihadçılar, Osmanlı devletini ayakta tutan siyaset dehası Sultan Abdülhamid’i haksız yere devirerek imparatorluğumuzu tasfiye ettiler. Onların (zihniyet itibarıyla) bugünkü torunları da Cumhuriyetin kuyusunu kazıyor.

Keşke gerçek ve cesur bir tarihçi “İttihadçılık nedir, İttihadçılar neler yapmıştır, ne gibi zararlar vermiştir, hıyanetleri nelerdir, devleti, ülkeyi, halkı nasıl sömürmüşlerdir” konusunda bir

“Siyah Kitap”

hazırlayıp yayınlasa, bu eser en az birkaç milyon adet basılıp halka ulaştırılsa… Ne iyi olur.

Böyle kitaplar beyaz kağıt üzerine siyah yazılardan ibaret olmaz. Tarihî fotoğraflar, vesikalar, sağlam bilgiler, arşivlerden süzülmüş gerçekler, haritalar… okuyanlar titresinler ve uyansınlar.

Düzmece tarih düzeltilmelidir.

(İkinci yazı)

Bediüzzaman’ı tenkit eden ilahiyatçı


İstanbul İlâhiyat Fakültesi profesörlerinden birinin, bir kitapta BediüzzamanSaid Nursî aleyhinde kaleme almış olduğu sayfaları okudum. Çok üzüldüm, kırıldım, biraz da öfkelendim.

Haydi dinsizler, İslâm düşmanları bu mübarek zat aleyhinde atıp tutuyorlar, bari Müslümanlar dillerini tutsunlar.

Bediüzzaman İman, İslâm, Kur’ân, Sünnet, Şeriat hizmetleri yapmış ve biiznillah büyük fütuhata ve füyuzata nail olmuş bir din büyüğüdür. Böyle bir zata Müslümanlar hürmet ve dua etmekle mükelleftir.

Bediüzzaman bir Tevhid kahramanıdır. O muvahiddir, Ehl-i Tevhid ve Ehl-i Kıbledir. Beş vakit namazı sünnetleriyle birlikte muntazam ve dosdoğru bir şekilde kılmıştır. Peygamberimizden (Sallallahu aleyhi ve sellem) menkul tesbihata devam etmiştir. Geceleri dört saat kadar teheccüd namazı kılar, tesbihat ile meşgul olurdu.

Çok yüksek bir ahlâk ve fazilete sahipti. Dünyalık edinmemiştir. Parayla pula önem vermemiştir.

Kût-i lâ yemut miktarında

(açlıktan ölmeyecek derecede) yemiş içmiştir.

Benlik, şöhret, riyaset, alkış, makam, mevki istememiştir. Çok sıkıntı, çok eziyet çekmiş çok zulüm görmüştür. Halkın ve bilhassa gençliğin imanını kurtarmak için çok fedakârane ve azimli şekilde çalışmıştır. Mükafat ve ücretini mahlûkattan değil, Hâliktan istemiş ve beklemiştir. Böyle bir zatın aleyhinde bulunmak doğrusu bir Müslüman için büyük mürüvvetsizlik, ayıp ve noksandır.

İslâm dünyasında başlangıçtan bu yana meşreb çeşitliliği olmuştur.

Asr-ı Saadet’te Ebu Zer Gıfarî ile Abdurrahman ibn ‘Avf’ın meşrebleri bir değildi.

Allah ikisinden ve diğer bütün Ashab-ı Kiramdan razı olsun. Bediüzzaman’ın da kendisine mahsus bir meşrebi vardır. Bu yüzden onu kınamak, ona düşman olmak, onu tenkit etmek yanlış olur.

Şu hususu da tebârüz ettirmek (üzerine basarak belirtmek) isterim ki, Bediüzzaman öncelikle Nurcu büyüğü değil, bir İslâm büyüğüdür. Bu zat İmandan, İslâm’dan, Kur’ân’dan, Şeriat’tan, Sünnet’ten tâviz vermemiştir. Azimet yolunda gitmiştir. Hiçbir maddî gücü olmadığı halde son derece amansız, merhametsiz şer güçlerine kafa tutmuştur.

Bediüzzaman’ı sevmek, ona hayır dua etmek, ona hürmet etmek için Nurcu olmak gerekmez. Bunları yapmak için vefalı ve şuurlu Müslüman olmak yeterlidir.

Türkiye’deki düzen, egemen güçler vaktiyle Bediüzzaman’ın nasihat ve tekliflerini kabul etmiş olsalardı bugünkü Kürt krizi olmayacak, memleket bu hallere düşmeyecekti.

Risale-iNur’da bazı esrar ve gavamız bulunmaktadır. Bunların te’villeri vardır.Bunlar yüzünden Bediüzzaman’a çatılmaz.

Nasıl İmamı Rabbanî, İmamı Gazalî, Abdülkadir Geylanî, Ahmed er-Rufaî, Şah Muhammed Bahaüddin Nakşibend gibi din ve tasavvuf ulularına çatmak, onları inkâr ve red etmek doğrudan doğruya dine ve ümmete zarar verirse, Bediüzzaman’a da çatmak, ona çamur atmak İslâm’a ve Ümmet-i Beyza’ya zarar verir.

Aşırılığa sapmış, şazz fikirlere ve görüşlere kapılmış, Vehhabîliği benimsemiş, İbnTeymiye’yi ve Muhammed ibn Abdilvehhab’ı imam kabul etmiş, tarikat ve tasavvuf ulularını şirk ve küfürle itham eden, dört mezhebe aykırı uyduruk içtihadlar yapan, yersiz fetvalar veren bazı ilâhiyatçıları insafa davet etsek faydası olur mu bilmem.

Bu vesile ile merhum Bediüzzaman Said Nursî hazretlerinin has talebelerinden aziz, muhterem ve kadim dostumuz

Mustafa Sungur

-ömrü müzdad akıbeti hayr olsun- ile yapılmış bir mülakatı okumanızı min gayri haddin tavsiye ediyorum.

İnternet adresi:

www.tefekkurdergisi.com/menu/irfanmektebi/talebeleri/ mustafasungur.html 15 Kasım 2009