Kurtuluş ve Yazılı Kültür
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Ocak 2019
Pazar
Kaç kere yazdım, tekrar yazacağım. Belki muhterem okuyucularımdan bazıları bıkacaklar ama ben bıkmayacağım. Evet, Müslümanlar kurtulmak istiyorlarsa, kendi vatanlarında birinci sınıf, hür ve haysiyetli vatandaşlar olarak yaşamak istiyorlarsa, temel insan hak ve hürriyetlerine bitamamiha
sahip olmak istiyorlarsa mutlaka, zarurî olarak ve inşaallah şifahî bir toplum olmaktan çıkıp, yazılı, medenî, kültürlü bir toplum olmaya mecburdurlar.
Şifahî toplum, göçebe toplum, bedevî toplum bir tür aborijen toplum demektir. Şifahî toplum tarihin dışında kalmış toplum demektir. İslâm dini yazı dinidir, kitap dinidir, medeniyet dinidir, kültür dinidir. Bütün Müslümanların yazılı, medenî, kültürlü mü olmaları gerekir?
Hayır,
Yeterli sayıda Müslüman böyle olmazsa ümmet-i Muhammed selâmete çıkamaz.
Böyle yapmanın hiçbir faydası yoktur. Senin telefonla konuştuğun ne patrondur, ne genel yayın müdürüdür, ne de gazete kadrosunun kodamanlarından birisidir. Küçük bir sekreterle konuşmuşsundur sen.
Bu da boştur.
“Efendim, memleketimizde Müslümanlara yapılan baskılara karşı bizim evde sekiz Müslüman toplandık, çay hazırlattım, börek yaptırdım, üzerine meyve ikram ettim. Hem yedik içtik, hem de verip veriştirdik. Dinsizlere, densizlere, donsuzlara demediğimizi bırakmadık. Biraz rahatladık, açıldık, gece yarısından sonra dağıldık, yattık aşağıya…” Bunun da hiç faydası yoktur.
Peki, ne yapmamız lazım?
* Tenkidlerini, takbihlerini
tel’inlerini
isteklerini, tekliflerini, çarelerini, çözümlerini
ortaya koyacaksın.
*
Öyle rast gele, şişirme, edebî kalitesi ve fikrî seviyesi düşük yazılarla değil.
İslâmiyet’e ve Müslümanlara ulu orta, sorumsuzca, saygısızca, hayâsızca, vicdansızca saldıran bir gazeteye, bir yazara, bir düşünür müsveddesine
üslubu, lisanı, edebiyatı, muhtevası son derece
cevap verilir.
Bu broşür edebî ve fikrî bir şamardır sanki. Cevap veremezler, kem küm ederler, kıvranırlar, konuşamazlar.
Tartışma konusu olamaz, Yüce İslâm dininde kadınların başlarını örtmeleri bir farz-ı ayndır. Bu farz, Kitab ile Sünnet ile İcma-i ümmet ile sabittir. Bu konuda bir kitapçık çıkartılır, çok ciddî ve seviyeli bir üslup ile gerçekler ortaya konur, anlatılır.
Lâiklik vardır, lâikçilik vardır…Lâikçiler, lâikliği bir din haline getirmişlerdir. Bu konuda da ilim adamları, hukukçular, siyaset bilimcileri, büyük düşünürler küçük, fakat son derece değerli yazılı metinler ortaya koyabilirler. Bunlar basılır ve dağıtılır.
Elli küsur yıldır
diye ağlayıp sızlıyoruz. Niçin açılsın?
Bütün bu konular yazılı olarak ortaya konur.
demekle açılmaz. Niçin açılsın? Bunun tarihî, hukukî, dinî, kültürel gerekçelerini ortaya koyacaksın. Bunları yazamazsan hava alırsın.
Sözler uçar gider, yazılar kalır. Sözler, duyanlar tarafından bir kere duyulur, yazılı metinler defalarca okunabilir. Sözlü kültür, göçebe kültürüdür, bedevî kültürüdür.
Herhangi bir konuda küçük bir broşür hazırlandı; onaltı sayfalık bu risalede kırk iki imlâ ve dizgi hatası var, bir yığın cümle düşüklüğü var ve üslubu dökülüyor. Buna da yazılı kültür denmez. Bu gibi metinler bedevî metinleridir.
edebiyat derslerinde öğrencilere
denilerek okutulsun.
1950’li, 60’lı yıllarda çok güzel ve edebî bir Türkçeyle birtakım risaleler, bildiriler, beyannameler basılıyordu.
başlıklı küçük yazısını yanılmıyorsam 1951’de üniversiteli gençler Galata Köprüsü’nde halka dağıtmışlardı.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Necip Fazıl’ın, Nurettin Topçu’nun, gönülleri heyecana getiren yazıları vardı. Âkif’in şiirleri de böyledir.
Benim
den kast ettiğim bozuk edebiyatlı, basmakalıp yazılar değildir.
Evet, yazı, yazılı kültür… Şifahîlikten vazgeçelim. 24 Temmuz 2006