Pazar

Kaç kere yazdım, tekrar yazacağım. Belki muhterem okuyucularımdan bazıları bıkacaklar ama ben bıkmayacağım. Evet, Müslümanlar kurtulmak istiyorlarsa, kendi vatanlarında birinci sınıf, hür ve haysiyetli vatandaşlar olarak yaşamak istiyorlarsa, temel insan hak ve hürriyetlerine bitamamiha

(yüzde yüz)

sahip olmak istiyorlarsa mutlaka, zarurî olarak ve inşaallah şifahî bir toplum olmaktan çıkıp, yazılı, medenî, kültürlü bir toplum olmaya mecburdurlar.

Şifahî toplum, göçebe toplum, bedevî toplum bir tür aborijen toplum demektir. Şifahî toplum tarihin dışında kalmış toplum demektir. İslâm dini yazı dinidir, kitap dinidir, medeniyet dinidir, kültür dinidir. Bütün Müslümanların yazılı, medenî, kültürlü mü olmaları gerekir?

Hayır,

yeterli sayıda müslümanın böyle olması gerekir.

Yeterli sayıda Müslüman böyle olmazsa ümmet-i Muhammed selâmete çıkamaz.

“Dinimize saldıran filan gazeteye telefon açtım, ağzıma geleni söyledim…”

Böyle yapmanın hiçbir faydası yoktur. Senin telefonla konuştuğun ne patrondur, ne genel yayın müdürüdür, ne de gazete kadrosunun kodamanlarından birisidir. Küçük bir sekreterle konuşmuşsundur sen.

“Belediyeye telefon ettim, beni Mor Masaya bağladılar, şikâyetlerimi, tenkidlerimi, memnuniyetsizliğimi oraya bildirdim. Not alıyoruz dediler…”

Bu da boştur.

“Efendim, memleketimizde Müslümanlara yapılan baskılara karşı bizim evde sekiz Müslüman toplandık, çay hazırlattım, börek yaptırdım, üzerine meyve ikram ettim. Hem yedik içtik, hem de verip veriştirdik. Dinsizlere, densizlere, donsuzlara demediğimizi bırakmadık. Biraz rahatladık, açıldık, gece yarısından sonra dağıldık, yattık aşağıya…” Bunun da hiç faydası yoktur.

Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış.

Peki, ne yapmamız lazım?

* Tenkidlerini, takbihlerini

(kötülemelerini),

tel’inlerini

(lanetlemelerini),

isteklerini, tekliflerini, çarelerini, çözümlerini

yazılı olarak

ortaya koyacaksın.

*

Nasıl yazılarla?

Öyle rast gele, şişirme, edebî kalitesi ve fikrî seviyesi düşük yazılarla değil.

Kaliteli yazılarla…

Meselâ:

İslâmiyet’e ve Müslümanlara ulu orta, sorumsuzca, saygısızca, hayâsızca, vicdansızca saldıran bir gazeteye, bir yazara, bir düşünür müsveddesine

(gerçek ve haysiyetli bir düşünür olsaydı böyle yapmazdı)

üslubu, lisanı, edebiyatı, muhtevası son derece

kaliteli bir broşürle

cevap verilir.

Okuyan dinsizlerin rengi atar.

Bu broşür edebî ve fikrî bir şamardır sanki. Cevap veremezler, kem küm ederler, kıvranırlar, konuşamazlar.

Tartışma konusu olamaz, Yüce İslâm dininde kadınların başlarını örtmeleri bir farz-ı ayndır. Bu farz, Kitab ile Sünnet ile İcma-i ümmet ile sabittir. Bu konuda bir kitapçık çıkartılır, çok ciddî ve seviyeli bir üslup ile gerçekler ortaya konur, anlatılır.

Lâiklik vardır, lâikçilik vardır…Lâikçiler, lâikliği bir din haline getirmişlerdir. Bu konuda da ilim adamları, hukukçular, siyaset bilimcileri, büyük düşünürler küçük, fakat son derece değerli yazılı metinler ortaya koyabilirler. Bunlar basılır ve dağıtılır.

Elli küsur yıldır

“Ayasofya açılsın, Ayasofya açılsın…”

diye ağlayıp sızlıyoruz. Niçin açılsın?

Biz Müslümanların Ayasofya üzerindeki tarihî haklarımız nelerdir?

Ayasofya’nın müze haline getirilmesi doğru mudur? Ayasofya’yı cami haline getiren Fatih Sultan Mehmed Hân vakfiyesinde neler yazmıştır?..

Bütün bu konular yazılı olarak ortaya konur.

“Ayasofya açılsın”

demekle açılmaz. Niçin açılsın? Bunun tarihî, hukukî, dinî, kültürel gerekçelerini ortaya koyacaksın. Bunları yazamazsan hava alırsın.

Sözler uçar gider, yazılar kalır. Sözler, duyanlar tarafından bir kere duyulur, yazılı metinler defalarca okunabilir. Sözlü kültür, göçebe kültürüdür, bedevî kültürüdür.

Herhangi bir konuda küçük bir broşür hazırlandı; onaltı sayfalık bu risalede kırk iki imlâ ve dizgi hatası var, bir yığın cümle düşüklüğü var ve üslubu dökülüyor. Buna da yazılı kültür denmez. Bu gibi metinler bedevî metinleridir.

Öyle bir Türkçeyle yazmalıyız ki,

edebiyat derslerinde öğrencilere

“İşte, güzel Türkçe böyle olur!”

denilerek okutulsun.

1950’li, 60’lı yıllarda çok güzel ve edebî bir Türkçeyle birtakım risaleler, bildiriler, beyannameler basılıyordu.

Profesör Ali Fuat Başgil’in “Hayır efendiler irtica yoktur!..”

başlıklı küçük yazısını yanılmıyorsam 1951’de üniversiteli gençler Galata Köprüsü’nde halka dağıtmışlardı.

Ne kadar değerli bir yazıydı o!..

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi

Anayasa Hukuku Kürsüsü Başkanı Ord.Prof. Ali Fuat Başgil, irtica yaygaracılarına cevap veriyordu.

Necip Fazıl’ın, Nurettin Topçu’nun, gönülleri heyecana getiren yazıları vardı. Âkif’in şiirleri de böyledir.

Benim

“yazılı kültür”

den kast ettiğim bozuk edebiyatlı, basmakalıp yazılar değildir.

İlim olacak, irfan olacak, kültür olacak, bilgelik olacak, mantık olacak, hukuk olacak, tarih olacak, mısra-ı berceste gibi olacak…

Evet, yazı, yazılı kültür… Şifahîlikten vazgeçelim. 24 Temmuz 2006