Pazartesi

 

Serbest seçimlerde yüzde doksan oy alsanız bile siz bu memlekette gerçekten iktidar olamazsınız.

Zaten demokrasi sadece bir kemmiyet meselesi, çoğunluğun iktidar olması rejimi değildir. Madalyonun arka tarafında keyfiyet vardır, vasıf vardır, güçlü olmak vardır.

Güçlü değilseniz yüzde doksan değil, yüzde doksan dokuzla seçimi kazansanız yine iktidar olamazsınız.

İktidar olabilmek ve iktidarda kalabilmek için muktedir olmak gerekir. Yani güçlü olmak.

Hangi konularda ve boyutlarda güçlü olmak?

-Bilgi, bilgelik, kültür konusunda.

-Aksiyon yani ahlâk, fazilet, dürüstlük konusunda.

-Estetik yani sanat, güzellik konusunda.

Bu sahalarda gücün yok ve sadece seçimleri kazanarak ülkeyi idare edeceğini sanıyorsun. Darılma ve gücenme ama böyle düşünüyorsan sen bir salaksın, ahmaksın, saf dilin tekisin.

Bak bu memlekette Komünist Partisi kurmak bile serbest artık. Lakin bir İslâm Partisi kurulabilir mi?Kesinlikle izin vermezler.

Çünkü şu anda komünistler bu ülke, bu devlet, bu millet için bir tehlike ve tehdit oluşturmuyorlar ama İslâm ve Müslümanlar oluşturuyor. Tabiî onların nazarında.

Mason Partisi kurmak yasak mı? Değil.

Sabataycıların, ilhamını Sabatay Sevi’den alan bir Sabataycı Parti kurmaları yasak mıdır? Elbette değil.

Ama İslâm Partisi kurmak yasaktır.

Peki Batı ülkelerinde İslâm Partisi kurmak yasak mıdır, serbest midir?

Hepsinde de serbesttir. Şu anda Fransa’da bir İslâm Partisi vardır. Yasal olarak kurulmuştur ve yasal olarak faaliyet göstermektedir.

Bizde, Pembelerİslâm’ı ve dindar Müslümanları tehlike, tehdit ve iç-düşman olarak gördükleri için İslâm’a ve dindar Müslümanlara yol yoktur, izin yoktur.

İslâm’a sadece Pembeler mi karşıdır? Hayır, onların safında bir de “Benzetilmişler” vardır. Kimlerdir bunlar? Köken itibarıyla Müslümandırlar ama Pembelerin eğitimi, propagandası, telkinatı, beyin yıkaması ile onlara benzemişler ve İslâm’ın karşısında yer almışlardır.

Arada şunu da kayd etmek isterim ki, bendeniz şahsen bir İslâm Partisi kurulmasına muhalifim. Çünkü din evrenseldir. Parti ise parça, kısım, bölük demektir. Bütün parçayla özdeştirilemez, bütün parçanın içine sığdırılamaz. Ama madem ki, demokrasi var; madem ki, Komünist Partisi’ne izin veriliyor, İslâm Partisi’ne de engel olunmaması gerekir.

Peki Müslümanlar bugünkü durumdan nasıl kurtulacaklar?

Birinci madde: Kesinlikle kelle sayısıyla, rakam çokluğuyla, seçimleri kazanmakla kurtulamazlar.

İkinci madde: Müslümanların kurtuluşu keyfiyetle, vasıfla, güçle, üstünlükle olur.

Arada, kurtuluş ne demektir onu da açıklayayım.

Kurtuluş kendi vatanında kendi kimliğine, kendi kültürüne, kendi kişiliğine, kendi medeniyetine, kendi tarihine, kendi inançlarına uygun bir hayat sürebilmektir.

Kurtuluş, kendi vatanında, temel insan hakları ihlâl edilmeksizin yaşayabilmektir.

Kurtuluş, esaretten hürriyete, zilletten izzete kavuşmaktır.

Bugün insanlığın en temel değeri din, inanç, fikir, vicdan hürriyetidir. Bir ülkede, Müslümanların bu sahadaki hak ve hürriyetleri kısıtlı ise orada vahim bir bozukluk ve kopukluk var demektir.

Sevgili Müslümanlar!

Sizin en büyük düşmanınız başınızdaki en büyük bela kesinlikle açık din düşmanları değildir.

Sizin en büyük düşmanınız din sömürücüleridir.

Din sömürücüleri en azılı, en fanatik, en agresif din düşmanlarından daha zararlı, daha tahripkâr, daha tehlikelidir.

Din sömürücüleri İslâm’ın ve Müslümanların önündeki en büyük engeldir.

Din sömürücüsü Müslümanın kurdudur.

Din sömürücüsünün imanı falan hep yalandır.

-Onun dini-imanı paradır, maldır, servettir, dünya menfaatidir.

-O, benliğine, nefs-i emmâresine put gibi tapar.

-O, dünya şehvetlerinin zebunu olmuştur.

-O, Müslümanları aldatır, oyalar, kaz gibi yolar, inek gibi sağar.

-O, rant peşinde koşar.

-Dâva dâva dâva deyip durur ama ne bulursa deve yapar.

-Onun bastığı yerde ot bitmez.

Din sömürücüleri sözde hizmetlerine sıfırdan başlarlar ve kısa zamanda dolarla milyoner olurlar.

Dine hizmet ediyorlar, islâmî faaliyet yapıyorlar sanarak onları destekleyenler, onları alkışlayanlar kendi dinlerini kendi elleriyle yıkmış olurlar.

Din sömürücüsü kendi şahsî menfaati, ikbali, nüfuzu, benliği, şöhreti uğrunda dini de satar, vatanı da satar, milleti ve devleti de…

Müslümanlar!

Kurtulmak istiyorsanız gerçek, samimî, ihlâslı, muktedir, vasıflı, üstün, güçlü din hizmetkârları yetiştirmek zorundasınız.

İyi biliniz ki, bin tekir kedi bir Bengal kaplanının yerini tutamaz.

Sadece hafız, hoca, imam, müftü, vaiz yetiştirmekle iş bitmiyor.

Sosyal, siyasî, kültürel hayatın her dalında çok güçlü, çok vasıflı, çok üstün elemanlar ve uzmanlar yetiştirmek gerekiyor.

Bilhassa siyaset kültürü, iletişim, gazetecilik, yayıncılık, hukuk, mimarlık, şehircilik, güzel sanatlar, eğitim ve üniversite hocalığı dallarında.

Köylü, gecekondu, varoş, taşra, bedevî zihniyetiyle kesinlikle kurtuluş murtuluş olmaz. “Bizim de pırlanta gibi gençlerimiz var…” Bu gibi uyuşturucu ve afyonlayıcı edebiyatı ve kuruntuları bırakalım artık.

Müslümanları kurtaracak güçlü, vasıflı, üstün elemanlar ve uzmanlar Türkiye üniversitelerinde yetişemez.

Adam yetiştirmek için dışa açılmalıyız.

Amerika’ya, Avrupa’ya, Japonya’ya, Singapur’a…

Her mü’min genç buralara gönderilemez.

Aklı, bio-jenetiği, zekâsı, ahlâk ve karakteri, azmi okutulması için müsait ve yeterli olmalıdır.

İlerde din sömürüsü yapacak, rant peşinde koşacak, şahsî menfaat ve ikbal için dini, vatanı, milleti, devleti satacak alçak karakterli kimseleri okutmak, yetiştirmek bir intihar olmaz mı?

İmam-ı Gazalî’ler, Abdülkadir Geylanî’ler, Hasan Şazelî’ler, Şeyh Şâmil’ler, Emîr Abdülkadir’ler, Selahaddin Eyyubî’ler yetiştirilmesi gereklidir.

Okuyor, yetişiyor ve hayata atılıyor. Hayata atılır atılmaz korkunç bir hırsla menfaate saldırıyor. Para kazanmak, lüks bir mesken sahibi olmak, güzel bir izdivaç yapmak, lüks bir otomobil almak, güzel giyinmek, lüks, gösterişli, bol tüketimli bir hayat sürmek için her haltı yiyor, her pisliğe bulaşıyor. Böylelerinden ne bu dine, ne bu ülkeye, ne bu halka, ne de bu devlete hayır gelir.

Bu milleti, bu vatanı, bu devleti ancak ve ancak kahramanlar kurtarır.

Ömer Seyfeddin’in “Pembe İncili Kaftan” isimli bir hikâyesi var. Okumayanlar hemen okusunlar, okumuş olanlar bir kere daha okusunlar. İşte bize o hikâyenin kahramanı gibi adamlar lâzımdır.

“Allah için kurban, küp için kavurma…” zihniyeti bizi bugünlere getirmiş bulunuyor. Aklımızı başımıza toplamazsak içi ateş dolu uçuruma düşeriz. Şu anda kenarındayız…

Adam adam adam… İşte bize bunlar lâzım. 11 Ocak 2005