Pazar

 

Halkın heyecanları, üzüntüleri, kederleri, sevinçleri, gülüşü, gözyaşları devamlı olmuyor. Bir afet, bir felaket meydana geliyor, “büyük üzüntü, büyük keder, büyük heyecan…” Sonra günler geçiyor ve bunlar tavsıyor, bitiyor. Sevinçler de böyle. Sabun köpüğü gibi…

Toplumları ayakta tutan devamlı, bitmez tükenmez, sönükleşmeyen heyecanlar, hisler, kederler, sevinçler olmalı.

Biz İstanbul’u 1453’te almışız, aradan 500 küsur yıl geçmiş, Helenler hâlâ bu fethin acısını yüreklerinde hissediyor, İstanbul’u bir gün geri alma emelinin ateşini bir an bile söndürmüyor. Biz 1912 Balkan savaşında koskoca bir Rumeli kaybetmişiz; elimizden çıkan koca vilayetlerin, büyük şehirlerin isimlerini bile unutmuşuz. Bir Yunanlıyı heyecan makinesine bağlayın, kulağına

“Konstantinopolis”

diye fısıldayın, makinenin ibresi çılgınca oynamaya başlar. Bir Türk’ü aynı makineye bağlayıp

“Selanik, Yanya, İşkodra, Manastır, Kavala…”

deyin, ibre kıpırdamaz.

Selanik’i, Manastır’ı, Yanya’yı geri alalım demiyorum, lakin zaman zaman oralara giden Türkler, kiliseye çevrilen camilerin duvarlarına başlarını dayayıp sessizce ağlasınlar diyorum.

Son şehitler ülke çapında heyecan uyandırdı. Bu heyecanlar kaç gün sürecek? Başka hadiseler olacak, başka üzüntüler, başka kayıplar, başka felaketler ve öncekiler unutulacak.

On dokuzuncu asırda Afrika’nın Uganda’sında sekiz mi dokuz mu misyoner Katolik papazı katledilmiş. Vatikan onları hâlâ unutmadı, papazlar azizleştirildi. Fani varlıkları sona erdi ama hatıraları yaşatılıyor. Biz onlar kadar vefalı değiliz.

Lozan Antlaşması imzalanırken İngilizler madde koydurdular: “Gelibolu ve Haydarpaşa’daki İngiliz mezarlıkları İngiliz toprağıdır, bunların küçük bir taşına bile ilişilemez, sıkı şekilde korunacaktır.” Biz oralarda yatan şehitlerimizin kabirlerine İngilizlerin kendi ölülerine sahip çıktıkları kadar sahip çıktık mı? Bırakın sahip çıkmak, yakın tarihimizde binlerce tarihî İslâm kabristanı düzlendi, kapanın elinde kaldı, üzerlerine parklar, mahalleler, resmî binalar yapıldı. Biri çıksa da

“Yakın Tarihimizde Müslüman Mezarlıkları Nasıl Tahrip edildi?”

başlıklı bir kitap yazsa.

Rodos adasının idare yeri Rodos şehrinde sekiz camimiz kalmış, sadece biri açık. Ona da bazı vakit namazlarında bir kişi bile gelmiyormuş. Biz içte batmışız, dışta batmışız. Bundan 200 sene önce Girit’te Müslümanlar çoğunluktaydı. Şimdi bir tek Müslüman yok, camiler kilise yapılmış. Yunanistan, Avrupa Birliği üyesi, demokrat ve insan haklarına saygılı bir ülke. Batı Trakya’dan birkaç yüz Müslüman Girit’e yerleşse, sonra camilerden birini istese vermeye mecburlar. Fakat, bizde akıl kalmamış.

Birinci Dünya Savaşı’nda Ermeniler, yüz binlerce Müslüman öldürdüler. Bunlar için dünya çapında bir anıt ve etrafında sembolik şehitlik yapmamız gerekirdi. Yaptık mı? Dinsizleri ilgilendirmez, biz Müslümanları yakından ilgilendirir; asılarak şehit edilen

İskilipli Atıf Efendi

için ne yaptık? Mezarı bile belli değil. Ne kadar vefasız bir toplum olmuşuz.

Menemen’de iki büklüm bir ihtiyar olarak hastanede şehit edilen

Şeyh Erbilli Es’ad Efendi’nin

kabri nerededir? Niçin, mâzlumen şehit edilen bu büyük Müslümanın hatırasını yaşatmıyoruz?

Eskiden konuşturulmuyordu, yazanlar hapse atılıyordu, terör vardı, artık hürriyet geldi, İstiklâl Mahkemelerinin karakuşî kararlarıyla idam edilen binlerce din hocasının, tarikat şeyhinin, Müslüman şahsiyetin hatıralarını niçin yaşatmıyoruz?

Müslüman bir

homo-religiosistir.

Bizler ise birer

homo-ekonomikus

olmuşuz, işte hastalık burada…

İyi bir Müslüman üç bilgiye sahiptir:

Kendini bilir,

Rabbini bilir,

Dünyayı bilir…

Dünyayı bilen kişi dünyaperest olmaz. Çünkü dünya bir oyuncaktır, bir fanilikler yurdudur. İmanlı ve bilge kişi için dünyanın çamuru ile altını birdir. Altına, dolara, euroya tapan kimse zahiren Müslüman görünse bile, gerçekte Müslüman değildir.

İslâmiyet, rehberlerle öğrenilir, anlaşılır. Rehbersiz, mürşitsiz dinî eğitim olamaz. Okullarda haftada bir gün din dersi görecek, iyi Müslüman olacak. Bu iş bu kadar basit midir? İsmi cafcaflı, kapağı dört renkli ve selefonlu birkaç kitap alacak, okuyacak veya okumayacak ve iyi Müslüman olacak… Yok canım!

Meslekleri ne olursa olsun, bütün Müslümanlara ehliyetli rehberler ve kılavuzlar vasıtasıyla din eğitimi verilmelidir. Yurt çapında sıkı ve ciddi bir İslâmî disiplin (meselâ fütüvvet teşkilatı) kurulmalıdır. Gerçek tasavvufa dönülmelidir.

Din ve mukaddesat sömürüsüne kesin şekilde son verilmelidir. Dünyanın en alçak insanları, din ve mukaddesat ticaretiyle kara ve haram servet edinenlerdir. Böylelerinin İslâm dinine, Muhammedî mirasa verdikleri zararı en azılı, en azgın, en fanatik ve en saldırgan kâfirler veremez. Müslümanları bölen, parçalayan, sömüren, cahil bırakan, onlardan Ümmet şuurunu selb edip, hizip fanatizmine sevk eden kimseler hayırlı Müslümanlar değil, şerir münafıklar ve fâcirlerdir.

Eskiden hürriyet yoktu, maddî imkân yoktu, fırsat ve enerji yoktu. Şimdi bütün bunlar var, lakin yapılması mutlaka gerekli olan hizmetler ve faaliyetler yapılamıyor. Kendimizi nasıl toparlayacağız?.. 29 Ekim 2007