Daha çok uzak zamanda değil. Sultan Abdülhamid Han devrinde İstanbul’da çıkan gazetelerde miladî takvimle tarih yoktur. Hicrî- kamerî İslâmî takvimle tarih atılır, onun yanına da yine hicretten başlatılan rûmî tarih konurdu. Bu rûmî takvim, Avrupalıların takvimini tutmazdı. O zamanlar yılbaşı ve Noel eğlenceleri frenklerin, gayrimüslimlerin yaşadığı Galata, Pera gibi muhitlerde kutlanırdı.

Şimdi milleti yılbaşı çılgınlıkları sardı. O gece televizyonlarda sabaha kadar eğlence programları yayınlanacak, nice densizlik ve sululuk yapılacak. Resmî makamlar sarhoşlar için özel servisler ve ekipler kuracak. Sarhoş telefon edip de “ben mestim, yıkıldım kaldım, aman yardım” dedi mi, iş tamam.

Adam oldukça şuurlu bir Müslüman olsa, yılbaşını kutlamak istemese, kabil mi bu? Viran olası hânede evlâd ü iyal var. Onlara söz geçiremez ki. Gelinlik kızı imalı bir tehdid savurur “sen bize yılbaşını kutlatmazsan biz de komşu Tosun beylere gider, orada eğleniriz!” Lâ havle çekip çarnâçar razı olur.

Diyanet’in bir tesiri kalmamış. Hocalar, hatipler, imamlar yılbaşı aleyhinde konuşurlar kim dinler.

Zaten nice zamane sofusu, yatsı namazını kılıp tesbihatını yaptıktan sonra Deccal perdesi önündeki koltuğuna kurulur ve bir âlâ seyreder.

Televizyon belvâ- yı ’âm oldu artık. Seyr etmeyenler azınlıkta kaldılar. Tenkid etmekle, tuh kaka demekle bu belâya sed çekilemez. Çok zekice, cin fikirlice tedbirler düşünmek, kaleyi içinden feth etmek gerek. Bizde o kadrolar nerede. En istidatlı çocuklarımızı tıp ve mühendislik fakültelerinde harcadık, televizyon- iletişim- reklam sahasında birinci sınıf elemanlar yetiştiremedik. Şimdi ellerimiz böğrümüzde ekran karşısında öfkeden ahlayıp pufluyoruz. Bunun bir çaresi yoktur.

Ben geçen sene, yılbaşında bir grup Müslüman gençle Çamlıca’da çay içmiştim. Bu sene ne yapacağım belli değil. Belki üç beş ahbapla yarenlik ederiz.

1992 kötü başlayacak. Sel gibi içki içilecek, bir kısım sarhoşlar öğürüp kusacak. Tam on ikide ışıklar sönecek ve karanlıkta çiftler birbirine sarılacak. Ar şişeleri kırılacak, hayâ perdeleri yırtılacak. İsterik kahkahalar atılacak, piyangolar çekilecek. Bu esnada karakollarda gencecik askerler kanlar içinde yerlere serilecek, bombalar patlayacak.

Ey fâcirler! Yılbaşı eğlenceleriniz kutlu olmasın!

İYİLERE ÇAĞRI

Plânları artık açıkça belli olmuştur: Ülke çapında bir Türk-Kürt çatışması çıkartmak istemektedirler. Mâsum insanları kati edecekler, mümkün olduğu kadar fazla asker ve subay öldürecekler; fâciâlar büyüdükçe, kanlar çoğaldıkça, acılar genelleştikçe halk kütleleleri arasındaki infialler de artacak ve bu sefer âni patlamalar meydana gelecektir. Vaktiyle Maraş’ta yaptıklarını tekrar tecrübe etmek istiyorlar. Aynı oyunu Çorum’da ve başka yörelerde de sahneye koymaya çalışmışlardı.

Bu planları kim yapıyor? Bu işin merkezinde Ermeni hesapları vardır. Onlar Büyük Ermenistan idealinden vazgeçmemişlerdir. Doğu ve güneydoğu Anadolu’da Ermeni nüfusu bulunmadığına göre, emellerini Kürt kılığında, birtakım Kürt ekstremistleriyle iş birliği yaparak, onları yönlendirerek gerçekleştirmeğe çalışıyorlar. Şu anda silâhlı kürtçülük hareketi içinde bir sürü maskeli Ermeni vardır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.

Bu oyun nasıl bozulabilir?

Türkiye’nin bütünlüğünü ve devletini korumak istiyorsak, devletle resmî ideoloji arasında ayırım yapacak ve gerekirse temelde değişikliğe gideceğiz. Portekiz Salazarcılığı, Ispanya Frankizmi terk ederek varlığını korumuştur. İdeolojiler devletten önemli değildir. Devlet cevher, düzen arazdır; cevher feda edilemez, ondan vaz geçilemez ama araz değişebilir. Elma kızıl da olsa elmadır, yeşil de olsa gene elmadır. Mühim olan elmadır; elmayı koruyabilmektir.

İkinci madde: Kürt meselesini en iyi en âdil ve en güzel şekilde Kürtler halledebilir. Bu ülkede milyonlarca aklı başında Kürt vatandaş vardır. Teşebbüsü onlar ele almalı, yangını onlar söndürmelidir. Bu vatan, bu millet, bu devlet (bozuk düzeni kasdetmiyorum) aynı zamanda onlarındır. Bunlar batarsa onlar da birlikte batacaktır. Kürt çoğunluk böyle bir şey istemez.

Maceraperestler gemiyi, kötü idare edildiği için bölmek istiyorlar. Onlara fırsat verilmemelidir. Kötü idare edilen bir gemi için yapılacak tek şey idaresini düzeltmektir, batırmak değil.

Bölücüler için her vasıta mübahtır. Onlar şimdi üç koldan çalışıyorlar: (1) İslâmcı, Şeriatçı görünen kolları vardır. İslâm’ı amaç olarak değil araç olarak kullanıyorlar. (2) Solcu, marksist kol. Marksizm bütün dünyada rezil oldu, hezimete uğradı, bizimkiler vaz geçmiyorlar. Çünkü onlar zaten marksizme falan inanmıyorlar ki… Bu ideoloji onlar için muharrik bir kuvvettir. (3) Düzenin adamı görünerek.

Ne İslâmcısının ne de marksistinin samimi olmadığını kolayca anlayabilmek için, aslında birbirleriyle bağdaşmaması gereken bu iki klik mensuplarının bazan sarmaş dolaş olmalarına bakmak yeterlidir. Bakarsınız, Allah’a, dine, Peygamber’e, Kur an a galiz küfürler savuran, iğrenç hakaretlerde bulunan bir marksistle, sözde İslâmcı bir Kürtçü can ciğer kuzu sarması olmuştur.

Ben açık konuşurum, bu ülkede Türkün şeriri, kötüsü vardır. Tabiatıyla Kürdün de. Bu devleti, bu milleti, bu vatanı batırmak için Türkün ve Kürdün şerirleri elele vermiş çalışırken, çoğunluğu teşkil eden imanlı, vicdanlı, namuslu, şerefli, dürüst Türklerin ve Kültlerin pasif durmaları olmaz.

Alçaklar bu memlekette bir Türk- Kürt çatışması mı çıkartmak istiyorlar, onların rağmına, Türkün iyisiyle Kürdün iyisi elele vererek şerirlerin oyunlarını bozmalıdır.

Irkçılık yapmayan, sapık ideolojilere sapmayan bir Müslüman olarak benim sayısız Müslüman Kürt kardeşim vardır. Bizim için önemli olan İslâm’dır. Bizim gibi düşünenler pekâlâ elele çalışır ve bu yangını söndürebilir.

Şeytanın uşakları hemen iftiraya başlayacaklardır: Bozuk düzeni müdafaa ediyor, ayakta tutmağa çalışıyor. Bu yalanlarını suratlarına çarparım. Bozuk düzene karşıyım, meslek hayatım, sürgünlerim, hapisliklerim, sabıkalarım buna şâhittir.

Tekrar ediyor ve kötülüğe, kötülere karşı bütün iyi Türkleri ve Kürtleri birleşmeğe çağırıyorum.

Bindiğimiz gemiyi batırtmayalım.

Şarktaki, güneydoğudaki kardeşlerimin bu konudaki mektuplarını, fikirlerini, görüşlerini bekliyorum.

Kahrolsun kavmiyetçilik, yaşasın İslâmiyet!

HEYHAT!

Azerbaycan’da 1929’a kadar İslâm yazısı kullanılmıştı. Oradaki millî kültür bin yıl bu yazıyla kayda alınmış, mâşerî hafıza bu yazıyla kaleme alınan yüzbinlerce yazma ve basma kitap, risâle, evrak ve vesikanın birikiminden meydana gelmiştir. Sadece on sene kullanılan Latin harfleri Ruslar tarafından 1939’da kaldırılmış, yerine kiril harfleri kabul edilmişti. Nihayet bu kardeş ülke istiklalini kazanmış, kendine dönme yoluna girmişti. Yazık ki, yeni alınan bir kararla Azerbaycan parlamentosu kiril harflerinin bırakılarak latin harflerine dönülmesini kararlaştırdı. Yani bir haksızlık tâmir edilirken başka bir haksızlık yapıldı.

Kurtulan esir Türk ülkelerinin İslâm’a sarılmamaları için bizde ve küfür dünyasında yoğun bir gayret sarfedilmektedir. Kendini dünyanın gardiyanı sanan ABD telâş ve endişe içinde: Aman Türkler din devleti kurmasınlar.

İslâm Türkistan’a hâkim olmasın, diye çırpınıyor.

Kurtulan Türklere yeni putlar bulmak isteniyor. Lenin’in, Marks’ın heykelleri, büstleri yerine yeni heykeller ikamesi düşünülüyor.

Ne kadar haçlı, çıfıt, putperest varsa hepsi de lâdincilik ve latincilik adına seferber olmuşlar.

Azerbaycan’da alınan yanlış kararı esefle karşılıyoruz. Bizi teselli eden tek nokta, latin harfleri kabul edilirken, İslâm harflerinin yasaklanmamış olmasıdır.

Müslüman Türk âlemi, birgün bu hatâdan dönecektir. Yeter ki, çok geç kalınmasın.

Azad olan Türk ülkelerinde gerçek aydın olmak isteyen her kişi öncelikle İslâm yazısını bilmek, bin yıllık millî kültür kaynaklarına inmek mecburiyetindedir.

Hukukun temel bir düsturu vardır: “Kadim kıdemi üzere terk olunur.” Heyhat ki, yazı ve alfabe meselesinde bu kaide çiğnendi.

29.12.1991