Laik Teokrasi
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 14 Şubat 2019
Salı
Ülkemizin büyük ve yüksek hukukçularından Sami Selçuk bizdeki siyasi sistemin “Teokratik bir rejim” olduğunu açıkça söylerken yüzde yüz isabetli bir hüküm vermiş oldu.
Böyle bir rejime laiktir denilebilir mi? Elbette teokratiktir. Ama nasıl bir teokrasidir bu? Bu soruya doğru bir cevap verebilmek için önce kaç cins teokrasi olduğuna bakalım:
Birinci cins teokrasilerde din ve devlet özdeşleşmiştir. Devlet dinin hizmetindedir. İki güç uyum ve beraberlik içinde çalışır.
İkinci cinste din ile devlet kavgalıdır. Siyasî rejim dini, dinî hizmet ve faaliyetleri sıkı bir kontrol altında tutmaktadır. Bu sisteme menfi teokrasi diyebiliriz.
Yıllardan beri bir laiklik edebiyatı sürüp duruyor. Laiklik konusunda da açık ve samimî olmak, Fransızların tâbiriyle (i)lerin üzerine noktalarını koymak gerekiyor. Bizde laiklik yoktur, laikçilik vardır.
Medenî, demokratik, kalkınmış, hukukun üstünlüğünü kabul etmiş ülkeler içinde gerçekten laik olan tek devlet Fransa’dır. Orada din ile devlet ayrılmıştır. Böyle olmasına rağmen orada da istisnâî durumlar vardır. Meselâ Alsas ve Loren bölgesinde Fransız devleti Katolik papazlarına, Protestan kilisesi hizmetlilerine ve Yahudi hahamlarına bütçeden maaş öder.
Din ve laiklik konusunda Türkiye’nin önünde iki yol vardır:
1. Ya Fransa’da olduğu gibi din ve devlet birbirlerinden kesin olarak ayrılacak; din devlete, devlet dine karışmayacak; dinî hizmetler bağımsız Müslüman cemaatine bırakılacaktır.
2. Devlet ve din ayrılmayacaksa, bu iki büyük güç uyumlu, ülkeye ve halka yararlı bir şekilde işbirliği yapacaktır.
Son yıllarda dine, din ve inanç hürriyetine, dindar vatandaşlara yapılan baskıları hepimiz görüyoruz. Başörtüsü konusunda Ertuğrul Özkök bile “Bu aşırılık yeter artık” demek mecburiyetinde kalmıştır. Gülay Göktürk gibi ateist bir aydın bile şimdiye kadar dine ve dindarlara yapılan baskıları protesto için onlarca yazı kaleme almıştır.
Geçen sene bir cuma namazında Diyanet’e siyasî iktidar tarafından telkin edilmiş, “Diş temizliği ve diş fırçasının önemi” hakkındaki hutbeyi dinlerken bir ara camiyi terk etmeyi düşündüm, sonra lâ havle ve yâ sabır çektim kaldım.
Geçenlerde “Vergi ödemenin dinimizdeki önemi” konusunda bir cuma hutbesi okutuldu. Bu da laik, Teokratik rejimin ısmarlama hutbelerindendi. Peki bir din görevlisi madalyonun öteki yüzündeki acı gerçeği dile getiren, yani toplanan vergilerin bir kısmının nasıl hortumlandığını, bütçenin nasıl yağma edildiğini anlatan ve tenkit eden bir hutbe okuyabilir mi? Okutmazlar. İşlerine geldi mi dinden medet umuyorlar ama dinin tenkit etmesini, uyarmasını asla hazmedemiyorlar.
İdarecilerimiz laiklik konusunda aklın, vicdanın, sağduyunun, hikmetin (bilgelik), millî menfaatlerimizin, millî kimliğimizin gerekleri neyse onları yerine getirmek zorundadır.
Amerika’ya bakalım: Orada devletin belli bir dini yoktur ama siyaset ile din içiçedir. Paraların ve pulların üzerinde “Biz Tanrı’ya güveniyoruz” yazılıdır. Yüzde yüz bir din ve inanç hürriyeti vardır. Dinî inançlara, dinî uygulamalara, dinî kıyafetlere karışılmaz. Devletin mekteplerinde din dersi verilmez ama her cemaat kendi çocuklarına serbestçe din dersi verebilir. Müslüman kızlar Amerikan okullarına, Amerikan üniversitelerine başörtülü olarak gidebilir.
Hattâ, İslâm’ı sonradan kabul etmiş Amerikalı gençler, canları isterse Arap kıyafetiyle fakültelere gider ve ders dinleyebilir.
İngiltere’de de mutlak bir din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyeti bulunmaktadır. Orada hükümdar millî Anglikan kilisenin başıdır. Kolejlerde, sabahleyin derslere başlanmazdan önce okulun kilisesinde âyin ve ibadet yapılır. Çoğunluğunu Müslüman öğrencilerin teşkil ettiği kolejlerde kiliselerin içindeki tasvirlerin ve haçların üzerine örtüler örtülerek namaz kılınmakta, Kur’ân okunmakta, dua edilmektedir.
Din hürriyeti budur. Demokrasi budur. Aklın yolu budur. Bizde birtakım gizli güçler sadece laikçilik yapmakla kalmıyor, bir taraftan da halkı dindarlıktan uzaklaştırmaya çalışıyor. Buna sekülarizasyon deniliyor. Sekülarizasyon yahut çağdaşlık din ile hayatı birbirinden ayırmak demektir.
Amerika’da da dinsizler, ateistler var. Medyaları, internet siteleri var. Ama devlet tarafsızdır. Herhangi bir dini ve ateist cemaati tutmaz.
Evet, din ve devlet münasebetleri konusunda akıl, mantık, vicdan, hukuk, demokrasi, bilgelik, sağduyu ne yapılmasını gerektiriyorsa onlar bir an önce hayata geçirilmelidir.
Türkiye’de devletin tesettürle mücadele etmeye hakkı yoktur. Zaten bu mücadeleyi aslında devlet yapmamakta; birtakım gizli, esrarlı güçler yapmaktadır.
Geçen yaz Saraybosna’dan ülkemize Boşnak Türkoloji öğrencileri davet edilmiş, elçiliğimize verilen listede iki başörtülü Boşnak kızcağız varmış. Oradaki temsilcilerimiz maalesef bu kızları, sırf örtülü oldukları için listeden silmişler. Zavallı kızlar, çok sevdikleri Türkiye’ye gidemeyeceklerini öğrenince çok ağlamışlar, hıçkırmışlar. Bu kadar gaddarlık olmaz!
Birkaç hafta önce Sultanahmet Camii’ne iki Müslüman Fransız genç kızı gelmiş. Saçlarının bir teli bile görünmeyecek şekilde tesettürlü imişler. Çok da şık ve zarif giyimleri varmış. Dostlarımdan Edib bey onları görmüş, kendileriyle konuşmuş, bana anlata anlata bitiremedi.
Türkiye’de gerçek laiklik olmadığının birinci delili, bugünkü mânasız ve zararlı başörtüsü kavgasıdır.
Bırakın, ahlaka aykırı olmamak şartıyla herkes istediği gibi giyinsin. Önemli olan ilim, irfan, kültür, vatanseverlik, ülkesine ve halkına yararlı olmak, ahlak, fazilet değil midir?
Herşeyin yobazlığı olduğu gibi laikçiliğin de yobazları var. Ülkemize iki grup büyük zarar veriyor:
1. Militan din düşmanları. 2. Alçak din sömürücüleri. Vesselâm… 24 Nisan 2002