Lâikliğe Uygun Bir Din
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Pazartesi
Müslüman kütleler faydasız şikayet ve bahanelerle afyonlanadursun, ülkemizi perde arkasından idare eden gizli kuvvetler dinde reform yapmak, işlerine gelen yeni ve uysal bir İslâm türetmek için harıl harıl çalışıyor, plân ve program yapıyor. Fıkıhsız, Şeriatsız, helâl ve haramları elden geldiği kadar asgariye (en aza) indirilmiş, dünyaya karışmayan, dinsizlerin keyfini bozmayan bir din istiyor onlar.
Gizli kuvvetler bu maksatla birtakım ilâhiyat profesörlerini, sözde dindar görünen zındıkları, karpuz gibi dışı yeşil içi kıpkızıl adamları vazifelendirmiştir.
Gayelerine ulaşmak için ilk yıkmak istedikleri temeller Ümmet’in Peygambere (Salât ve selâm olsun O’na) sevgi ve bağlılığı, Sünnet, hadîs-i şeriflerdir. Zaten yıllardan beri propaganda yapmıyorlar mı? “Peygamber bir postacı idi, öldükten sonra işi bitmiştir. İslâm’ın Sünnet diye bir kaynağı yoktur. Tek kaynak Kur’ân’dır, O’nun yorumunu da çağdaş ve ileri ilâhiyatçılar yapabilir. Bugün Müslümanların bağlı bulunduğu ilmihal Müslümanlığı yanlıştır. Asıl Müslümanlık bizim gibi ibahîlerin anlattığı Kur’ân Müslümanlığıdır…” mealinde devamlı telkinat ve neşriyat yapıp durdular. Maalesef birtakım hocalar bu gibi adamları taltif etti, onlara ödül verdi. Vah vah. Gerçek ulema sınıfı kalmayınca işte böyle olur. Herifler Şeriat’ı ve fıkhı yıkmak istiyor, alenen Sünnet ve hadîs düşmanlığı yapıyor ve kötülenip dışlanacakları yerde mükafatlandırılıyor.
Yeni bir din türetmek isteyen şer güçlerinin yanında ve arkasında uluslararası şer güçleri vardır. Bazı Batılı uzmanlar, açıkca yazıyorlar, “Ilımlı İslâm olmaz, bütün dindar Müslümanlar radikaldir, müfrittir” diye açıkca söylüyorlar. Bizdeki şer güçlerine bunlar akıl veriyor.
Peki Şeriatsız, Fıkıhsız ve Sünnetsiz yeni bir İslâm türetme faaliyetleri karşısında Türkiye Müslümanları ne yapıyor? Olup bitenlerden haberleri var mı? Dinlerini, kimliklerini, hürriyetlerini korumak için ciddî, işe yarar, planlı programlı çareleri, çözümleri, reçeteleri mevcut mudur? Maalesef ben bu yolda bir faaliyet ve uyanıklık göremiyorum.
Birtakım dindar esnaf var, onların kimi cami yaldızlamakla, kimi bağlı bulundukları din baronlarına para yetiştirmekle uğraşıyor. Bu baronların para isteklerinin sonu gelmez.
Saf ve akılsız dindarlar, “Bıldır Medine’deydik, hurmalar parmak gibiydi… Benli hâfız ne yanık Kur’ân okuyor… Ayasofya açılsın, başörtüsü serbest bırakılsın… Camilerin kapısına ayakkabı torbaları konulsun, içeriye toz dökülmesin…” gibi konularla meşguller.
Din baronlarının içleri daha fazla para, daha fazla dünya serveti, daha fazla riyaset, daha fazla bağlı, daha fazla ün, daha fazla övgü için yanıp tutuşuyor. Ya Rabbi bu ne korkunç yangındır.
“Kur’ân’daki iki yüzotuz âyetin hükmü kalmamıştır, onların yerine pozitif kanunlar gelmiştir” denildi, maalesef Diyanet’ten ve cemaatlerden bu hezeyana karşı bir tepki gelmedi. Ben bir iki mırıltıya, sızıltıya, iniltiye tepki demem.
Taksim’de bir ara üzerine cami yapılması istenen arsada küçük bir düzleme ve betonlama faaliyeti olmuş, çağdaş ve lâik gazetelerden biri hayli gürültü koparttı. Düşünebiliyor musunuz, adamlar Taksim’e cami yapılmasını bir felâket, bir tehlike olarak görüyorlar. Aynı arsaya şu mâlum ve mâhut Madam, içinde fuhuş yaptırılan bir hâne inşa ettirmeye kalksa bu kadar gürültü kopartırlar mı?
Taksim camii denilince hatırıma bir ara bu cami için yaptırtılan proje geliyor. Alt katta otopark, orta katta yedek parça satılacak çarşı, en üstte de cami. Yapılsaydı sefertası gibi bir şey olacaktı. Herkesi suçlamam ama bu camiden iki zümre rant temin etmeyi düşünüyordu. Bazı kimseler yapılacak çarşıdan dükkan alıp maddî rant kapmak, bazı kimseler de bu camiyi yaptırmaktan dolayı prestij, nüfuz alkış kazanmak istiyorlardı. Hevesleri kursaklarında kaldı. Taksim’e cami çoktan yaptırılmış olabilirdi. Projesi için uluslararası bir yarışma açılır; kütüphanesi, kültür merkezi, konferans ve sergi salonu, sanat dershaneleri, kafeteryası ve diğer ekleriyle birlikte güzel bir merkez olabilirdi. Olmadı. Bu olmayışta dinsizlerden çok cahil, beceriksiz, benlik bendesi, çağdışı birtakım İslâmcıların da tuzu biberi olmuştur.
Dikkatinizi başka bir konuya daha çekmek isterim: Birtakım sivil kuruluşlar, yeni anayasa taslakları hazırlıyor. İstekleri içinde okullardan mecburî din derslerinin kaldırılması, nüfus hüviyet kartlarında din hanesi bulunmaması gibi maddeler de var. Ben okullardaki din derslerinin fazla bir faydası olduğuna inanmıyorum. Bir göz boyama, bir aldatmacadır. Zaten resmî din dersi kitaplarında öyle hezeyanlar, dine aykırı beyanlar vardır ki, görseniz şaşarsınız. Bu din dersleri kaldırılacaksa, Müslümanların çocuklarına din eğitimi vermelerini sağlayacak hürriyet ve imkânlar da düşünülmelidir. Nüfus hüviyet kartlarından din maddesinin kaldırılmasını en çok Sabataycılar istiyor.
Lâik olduğunu iddia eden bir düzen ve sistem niçin din işlerine bu kadar karışıyor? Geçenlerde milliyetçi bir başyazar, “Bazıları boş ümitlere kapılmasın, Türkiye Avrupa Birliği’ne üye de olsa din ve devlet ayrılmayacak, din devletin kontrolu altında bulunacaktır” meâlinde bir cümle yazdı. Ülkemizdeki demokrasi eski Atina demokrasisine benziyor. Yirmibin hür Atina’lıya ellibin köle hizmet ediyor. Kölelerin hakkı hukuku yok. Türkiye Müslümanlarının din, inanç, inançlarına uygun bir hayat sürebilme konularındaki hürriyetleri son derece kısıtlıdır. Din rejim için bir tehlike olduğu için, Müslümanlara, İngiltere’de ve başka medenî ülkelerde olduğu kadar din ve inanç hürriyeti verilemez.
Müslümanlar haklarını, hürriyetlerini elde edebilmek için meşru, yasal yollardan gereği gibi çalışıyorlar mı? Bir kısmı çalışıyor ama kesinlikle gereği gibi çalışmıyor. İslâmî kesimde birtakım yetersiz, hâin adamlar var. Bunlar hem din rantı yiyor, hem de düzenin rantını yiyor. Bir de, dâvâ ahlâkı bakımından ortada büyük zaaflar mevcut. Sen-ben kavgaları, hizipçilik, birbirinden kopuk bir sürü parçaya ayrılmış bulunmak, toplanan hizmet paralarının israfı, nefsî ihtiraslar Müslümanları güçsüz bırakıyor.
Kurtuluş ümidi yok mu? Allah’tan ümit kesilmez. 18 Ocak 2000