Perşembe

Laikliğin tarifinin/tanımının yapılması isteğini, laikliğe karşı bir hareket olarak görenler var. Millet soruyor: Böyle bir isteğin ne gibi sakıncaları olabilir? Bu bir suç mudur, kabahat midir? Bundan daha haklı ve mâkul (akla uygun) bir istek olabilir mi?

Böyle bir tarifin yapılması niçin isteniyor? Çünkü ülkemizde

“Laikçiler”

diyebileceğimiz

“Aşırı Laik”

bir kesim var. Bunlar laikliği çığırından çıkartarak din, inanç, vicdan, inandığı gibi yaşamak hürriyetini gayr-i âdil ve gayr-i demokratik bir şekilde kısıtlamak istiyor. Bu zihniyet laikliği, vatandaşın temel hak ve hürriyetlerini ihlal etmek için bir alet ve vasıta olarak kullanıyor.

Laikliği bir tabu, bir dogma, dine karşı bir din haline getiriyorlar. Aydınlarımız, milletvekillerimiz, düşünürlerimiz, hukukçularımız bu durumu müzakere etsinler ve laiklik nedir, ne değildir ortaya koysunlar; yıkıcı olmamak, yapıcı olmak şartıyla bu konuda tartışsınlar.

Dünyada, anayasalarında laiklik yazılı olan

“laik sistemli”

ciddî ve demokrat iki devlet vardır.

Biri Fransa, ötekisi Portekiz.

Afrika’da birkaç laik muz veya ananas cumhuriyeti vardır ama onları kaale almıyorum. Fransa’ya ve Portekiz’e bakılsın, o iki devlet laikliği nasıl anlıyor, nasıl tanımlıyor, nasıl uyguluyor? Laiklik bize Fransa’dan ithal edilmiş bir kavram ve kurum değil midir? Orada nasıl bir laiklik vardır, incelenmesi iyi olmaz mı?

Bizim laikliğimizde, laik devletin

Diyanet İşleri Başkanlığı

isminde, İslâm dini işleriyle ilgilenen resmî bir genel müdürlüğü vardır. Bu dairenin başkanını devlet seçer ve isterse azl eder, yerine başkasını getirir. Katolik Fransa’da resmî bir

“Katolik Din İşleri Dairesi”

veya başkanlığı var mıdır? Hayır, orada Katolik kilisesi hürdür. Fransa devleti Roma’daki Vatikan ile bir anlaşma imzalamış ve Katolikleri, kendi din işlerini idare etmek konusunda hür ve serbest bırakmıştır.

Laik Fransa’da devlet din işlerine, kiliselere, papazların tâyinlerine, din hizmetlilerinin maaş ödenmesine doğrudan doğruya karışmaz.

Fransa’nın ikinci dini İslâm’dır

, orada (kesin rakam bilinmiyor ama) 4-5 milyon Müslüman yaşadığı söylenmektedir. Müslümanların yüzlerce din derneği, hatta bir de

“İslâm Partisi”

mevcuttur o laik ülkede.

Binlerce cami ve mescid vardır. Ayrı bir statüye sahip Alsace vilayeti hariç, laik Fransa devleti imamların, müftülerin, din ve Kur’ân öğretmenlerinin işlerine karışmaz, onların maaşlarını ödemez. Laik Türkiye’de ise devlet bütün İslâmî hizmet ve faaliyetlere doğrudan doğruya karışır.

1. Resmî bir Diyanet dairesi ve Diyanet reisi vardır.

2. Bütün imamlar, müezzinler, müftüler, vaizler, okullardaki din dersi öğretmenleri devlet memurudur, devlet bütçesinden maaş alırlar.

3. Devletin 500 kadar resmî İmam-Hatip lisesi bulunmaktadır.

4. Devletin yirmi kadar resmî ilahiyat fakültesi vardır.

5. İslâm Vakıfları devletin elindedir. Onları bildiği gibi idare eder, hattâ satar. (Sata sata bitiremediler…) Böyle laiklik olur mu?.. Bu konu tartışılsın, laikliğin tanımı/tarifi yapılsın demek niçin suç olacakmış? Hür, demokrat, çoğulcu bir toplumda bu gibi tartışmalı konuların müzakere edilmesinde ne gibi sakıncalar görüyor birileri? Lütfen bize gerekçelerini açıklasınlar.

Din ve devlet münasebetleri bakımından bugünkü Türkiye’de kesinlikle lâiklik yoktur. Bizdeki sistem

“Devlet dini sistemidir!..”

Yirminci yüzyılın ikinci yarısında evrensel ve temel insan hakları, hürriyetleri, haysiyetleri hakkında beyannameler, sözleşmeler, uluslararası metinler ortaya çıkmıştır. Türkiye devleti bunlara imza koymuş, hükümlerini ve ilkelerini uygulayacağına söz vermiştir. Bu beyanname ve metinlerin hepsinde

din, inanç, inandığı gibi yaşamak, çocuklarına din eğitimi verdirmek

gibi haklar ve hürriyetler birer DEĞER olarak kabul edilmiştir.

İnsan haklarıyla ilgili beyanname, sözleşme ve metinlerinin hiçbirinde LAİKLİK DİYE BİR DEĞER yazılı değildir. Ortadaki boşluk bundan ileri gelmektedir. Laikçiler, laikliğin tanımlanmasını istemenin laiklik düşmanlığı olduğunu söylüyor. Gerekçeleri yok… “Biz böyle düşünüyoruz, öyleyse böyledir…” zihniyetine sahipler. Açık, serbest, çoğulcu, demokrat bir rejimde böyle diretmelerin yeri var mıdır? Laiklik tehlikede, öyleyse Cumhuriyet tehlikede diyorlar. Gerçekten böyle bir tehlike ve tehdit var mıdır? Bunun tartışılmasında ne gibi sakıncalar olabilir? Aşırı laikçilerin diretmelerine, tabularına, tehditlerine karşı dindar olmayan aydınlar ve düşünürler de isyan ediyor. Dindar bir vatandaş “Laiklik tanımlansın” deyince ona hemen “Laiklik düşmanı!..” damgası basılıyor. Peki, dindar olmayan ve gerçekten laik olanlara ne diyecekler? Laikliğin yeniden târif edilmesini istemekle Cumhuriyet düşmanlığı arasında nasıl bir illiyet rabıtası kuruyorlar, bunu anlamak çok zordur. Bir insan pekâlâ su katılmamış bir laik olabilir ve laikliğin yeniden tanımlanmasını isteyebilir. Bu memleketin hukukçuları, aydınları, seçkinleri, düşünürleri, büyük gazetecileri; devletin, Cumhuriyetin, ülkenin, halkın, menfaati için aşağıdaki konuları mutlaka iyi niyetle, olumlu bir şekilde tartışmalıdır: (1) Laiklik nedir, laikçilik nedir?.. (2) Laik bir devlet, ülkesindeki gayr-i müslim azınlıklara cemaat kurma hürriyeti ve serbestliği verirken, Müslümanların din işlerini bizzat, doğrudan doğruya idare edebilir mi? (3) Yüz binden fazla din görevlisinin (İmam, müezzin, müftü ve saire) resmî devlet memuru olduğu, maaşlarının devlet bütçesinden verildiği bir sistem laik midir? (4) Laiklik, tartışılmaz bir tabu mudur? (5) 1923’te Cumhuriyet ilan edildiğinde Anayasa’nın (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) ikinci maddesinde “Devletin dini, din-i İslâm’dır” yazılı idi. O zaman Cumhuriyet yok muydu? (6) Gerçek laiklikte (Fransa’da ve Portekiz’de olduğu gibi) devletin dinlere, ibadetlere, ibadet lisanına, dinî eğitime müdahale etmesi ve bunları bizzat idare etmesi var mıdır? (7) Laiklik bazı laikçilerin (veya aşırı laiklerin) anladığı gibi din düşmanlığı mıdır? (8) Laik bir devlet Ezan diline ve bir namazda okunan kıraatin hangi lisanla yapılacağına karışabilir mi? (9) Ezan Türkçe okunsun diyenler, “Yahudiler sinagoglarda ibadetlerini İbranice ve Ladino ile yapmasınlar, Türkçe yapsınlar” diyebilir mi? (10) İstanbul Fener’deki Rum Patriğini kilisenin Sen Sinod dinî meclisi seçmesin, Ankara’daki laik Cumhuriyet seçsin diyebilirler mi? (11) Sabataycıların gizli Hahambaşısını Cumhurbaşkanı seçsin ve siyasî iktidar tâyin etsin diyebilirler mi? Böyle konuların müzakere edilmesinin Cumhuriyet düşmanlığı ile uzaktan veya yakından bir alakası olamaz. Dindarlık, kesinlikle laiklik aleyhtarlığı olarak algılanamaz. Bir vatandaş hem dindar olabilir, hem de devletine ve cumhuriyetine sâdık olabilir. Nitekim realitede durum böyledir. Dindar vatandaşlara “Dinci” demek ayıptır, Türkiye’nin bütünlüğüne, iç barışına, selametine karşı işlenmiş bir suçtur. Laiklik ile laikçilik asla birbirine karıştırılmamalıdır. Dindarlara iç-düşman gözüyle bakmak bu memlekete, bu devlete yapılabilecek en büyük kötülüktür. Laiklik bir kavramdır, bir tabu değildir. İleri, akıllı, medenî, mantıklı, demokrat ülkeler, devletler, rejimler nelerle uğraşıyor, biz nelerle… Japonya’da, bizdeki gibi bitmez tükenmez müzmin bir din-devlet kavgası, laiklik dayatmaları olsaydı ilerleyebilirler miydi? Laikliği çığırından çıkartmasınlar, Türkiye’nin önünü tıkamasınlar, geleceğini karartmasınlar… 06 Ekim 2006