Cumartesi

 

Bu memlekette yaşayan Müslümanların hukuka, adalete, temel insan haklarına; kendi vatanlarında dinlerine ve inançlarına uygun bir hayat sürmeye, çocuklarını kendi kimliklerine göre yetiştirmeye; korkusuz güvenli bir hayat sürmeye; inanç ve görüşlerinden dolayı tehdide, baskıya, işkenceye, hapse atılmaya mâruz kalmamaya hakları var.

Birtakım egemen azınlıklar Müslüman çoğunluğa, “Elbette din ve inanç hürriyeti vardır. İşte camiler açık, işte ezanlar okunuyor, namaz kılana karışan mı var?” diyorlar. Müslümanlık namaz kılmaktan, ezan okumaktan ibaret değil ki. İslâm dini bir dünya nizamı ve barışıdır.

Egemen gizli güçler çoğunluğun din, inanç ve inandığı gibi yaşamak hürriyetine bir sınır çizmişler, “Biz bu kadar izin veriyoruz, daha fazlasını isteme” diyorlar mü’minlere.

Din ve vicdan hürriyeti ne demektir? Bu hürriyetin sınırları nelerdir?

Nazariyatı bırakalım ve dünyanın ileri, medenî, gelişmiş, problemlerini çözmüş ülkelerine bakalım. ABD’de, Kanada’da, Batı Avrupa ülkelerinde, Avustralya’da ne kadar din, inanç, inandığı gibi yaşamak, inançları yüzünden ceza görmemek hürriyeti varsa Türkiye’de de o kadar olmalıdır.

“Müslümanlara bu kadar hürriyet verilirse sonra onlar resmî ideolojiyi kaldırırlar…” Bu gibi bahanelerin hiçbir kıymeti yoktur. Böyle gülünç sebeplerle bir milletin dini, inançları, hürriyeti, kimliği vesayet altına alınamaz.

Resmî ideoloji de bir nevi din halini almıştır. Türkiye’de gerçek laiklik yok, resmî ideoloji dini vardır.

Türkiye’deki din düşmanlarının en büyük korkusu Müslümanların içinden yeterli miktarda erkek ve kadının yüksek tahsil yapıp; ilim, irfan, kültür, uzmanlık sahibi olup devlet idaresinde, hayatın temel faaliyetlerinde söz ve güç sahibi olmalarıdır.

Hiçbir medenî ülkede dindar olmak suç değildir. Lakin Türkiye’de dindarların bazı faaliyetleri, propagandaları suç sayılmakta; vatandaşlar inançları, dinî hizmetleri, görüşleri yüzünden mahkemelere verilmekte, hapislerde çürütülmekte, memuriyetlerinden atılmaktadır. Bu hal demokrasiye, hukuka, adalete, hikmete (bilgeliğe), temel insan haklarına aykırıdır.

“Laiklik elden giderse demokrasi de gider” diyerek demokrasiye aykırı zulümler, baskılar, hukuksuzluklar yapıyorlar. Bu ne acayip bir mantıktır. Demokrasiyi korumak için demokrasiye aykırı icraatta bulunmak. Bu adamlar nasıl demokrattır?

Türkiye Müslümanları örs ile çekiç arasında kalmıştır. Bir yanda İslâm düşmanları, ateistler, dinsizler, zâlimler. Öbür yanda yıllardan beri dindar kitleleri aldatan, afyonlayan, uyutan, oyalayan; onları kaz gibi yolan, inek gibi sağan, çıkmaz sokaklara sokan; İslâm’a aykırı bir sürü demagoji, yalancılık, emanete hıyanet ile islâmî hareketi ve alternatifi kirleten aşağılık din sömürücüleri, mukaddesat bezirgânları.

Japonya, Güney Kore, Taiwan, Singapur gibi doğu ve Asya ülkeleri eğitim, üniversite, sanayi, üretim, ilim, fen, medeniyet, terakki, hukuk, sanat sahalarında harikalar meydana getirirken biz Türkiyeliler aptalca bir din–laiklik kavgasının fâsid dairesi (kısır döngüsü) içinde kendimizi yok etmekle meşgul oluyoruz.

Laiklik laiklik diye feryat edip duruyorlar. Laf ile laiklik olmaz. Gerçekten samimî, gerçekten dürüst iseniz din işlerini ve hizmetlerini Müslümanlara veriniz. Diyanet’i devletten ayırınız, Müslümanların Ümmet teşkilatına veriniz. Müslümanların, Ermeniler ve Süryaniler gibi kendi dinî reislerini seçmelerine izin ve imkan veriniz. Yetmiş bin camiyi, bine yakın imam–hatip okulunu, onyedi ilahiyat fakültesini Müslümanlara veriniz. Bunları yapabilir misiniz? Ermenilerin patriklerini kendileri seçmeleri gibi Müslümanların da başlarına kendi serbest iradeleriyle bir İmam-ı Kebir veya Halife seçmelerine rızanız var mıdır? Sizin bu laikliğiniz ne biçim bir laikliktir? Asıl ismi Moiz Kohen olan, bunu saklayıp Tekin Alp takma adıyla kitaplar yazıp bunlarda “Kahrolsun Şeriat!” diye bölümler bulunan İslâm düşmanı adamın laikliği midir sizin laikliğiniz? Böyle laiklik olur mu? İsviçre’nin medenî kanununu tercüme edip Türkiye’de tatbik ediyorsunuz da o ileri ve medenî ülkenin laikliğini niçin taklit ve iktibas etmiyorsunuz?

Tesettürün Üstünlüğü

Yüksek tabakaya mensup tesettürlü dindar kadınlarla avrupaî açık ve laik seçkin kadınlar arasında bir diyalog başlamıştı. Dindar hanımlar laik hanımları vakıf binalarında bir çay sohbetine davet etmişlerdi. Vakıf Florya taraflarında ağaçlı bir bahçe içindeydi. Osmanlı tarzı yapılmıştı, döşemesi de geleneksel usûle göreydi. Yerlerde kök boyalı halılar, duvarlarda hüsn-i hatlar, gravürler, tablolar vardı. Âvizeler camilerin top kandillerine benzetilmişti. Perdelerin, sedirlerin kumaşları eski tarihî kumaşlarımızdan ilham alınarak dokutturulmuştu.

Açık laik hanımlar lüks arabalarına binmiş olarak geldiler. İzzet ü ikram ile karşılandılar, sohbetin yapılacağı büyük salona alındılar. Misafirlerin kılık kıyafetleri şıktı. En kaliteli, en pahalı, en seçkin elbiselere bürünmüşlerdi. Lakin, vakıf mensubu Müslüman hanımların kılık kıyafetleri onlarınkinden yüz kat daha şık, daha güzel, daha kaliteliydi. Bitaraf modacılardan bir bilirkişi heyeti hiç tereddüt etmeden, onların üstünlüğünü tasdik ederdi.

İslâm hanımları, dünyanın büyük modacıları tarafından çizilmiş, bazısının kumaşı el tezgahlarında dokunmuş, tabiî boyalarla boyanmış harika elbiseler giymişlerdi. Kendilerine üstünlük kazandıran başlıca unsur ise başörtüleriydi. Bunlar, tabii ki, Avrupa taklidi eşarplar değildi. Hind’te, Çin’de dokunmuş ham ipekliler üzerinde elle boyanarak hazırlanmış nefis ve zarif örtülerdi.

Burada bulunan İslâm hanımlarından kimisi yüksek tahsilini ABD’de Harvard’ta yapmış, kimisi İngiltere’de Oxford’ta okumuştu. İçlerinde İngilizceyi, Almancayı, Fransızcayı kolay, akıcı, düzgün şekilde konuşanlar vardı. Bazısının, yabancı dillerde kitapları basılmıştı.

Laik ve çağdaş hanımlar, Müslüman hanımların mekanının güzelliği, kılık kıyafetlerinin üstünlüğü karşısında biraz ezilmişlerdi. İçlerinden biri, içinden “Tesettürlülerin yanında giyim itibarıyla hizmetçi ve besleme durumuna düştük” diye düşündü ama renk vermedi.

İslâm hanımlarında gurur, kibir, nümayiş yoktu. Misafirlerini çok iyi ağırladılar, zevk verici bir sohbet havası meydana getirdiler.

Açık, laik, ilerici, örtünme karşıtı hanımlar, tesettürün hiç de sandıkları kadar kötü bir şey olmadığını, kültürlü ve irfanlı hanımefendilerin kıyafetleriyle, başörtüleriyle kendilerinden daha şık, daha zarif, daha medenî olabileceklerini anlamışlardı. 18 Temmuz 1999