Önemli bir devlet kurumuna yeni gelenlere, boyunlarına asmaları için birer torba veriliyormuş ve

“Paranızı, kıymetli eşyanızı buna koyun”

deniliyormuş.

Hırsızlık maalesef çok yaygın hale gelmiştir.Tramvaylarda beş dakikada bir Türkçe ve İngilizce olarak “Sayın yolcularımız hırsızlara dikkat ediniz, ceplerinizi ve cüzdanlarınızı koruyunuz” diye anons yapılıyor. Bazı camilerde “Ayakkabılarınıza ve paketlerinize dikkat ediniz. Bunları önünüze koyunuz” diye levhalar var (Hüsn-i hatta karşılık Kubh-i hat/çirkin yazı örnekleri…)

Kapkaççılar dehşet saçıyor. Kaç zavallı kadın, çantlarını bırakmadıkları için sürüklenerek öldürüldü. Motorize kapkaç çeteleri…

Eskiden

“Adamın gözünden sürmeyi çalarlar…”

diye bir laf vardı. Şimdi gözden sürme aşırmak solda sıfır oldu. Adamın içinden ciğerini alırlar yeni hırsızlar alîmallah!

Hırsızlık, avantacılık, aşırma, hak yeme millî bir hobi haline geldi. Yediden yetmişe bununla meşgul olan bir kütle var. Eskiden hırsızlık, yankesicilik yok muymuş? Olmaz olur mu, elbette varmış, lakin varmış ama bugünkü kadar yaygın, genel değilmiş.

Eski Türklerin ve Müslümanların ahlâkını, faziletini anlatan kitaplar vardır

. Merhum Tarihçi İsmail Hakkı Danişmend

bu konuda birkaç eser kaleme almıştır. Onlarda,

Osmanlıyı sevmeyen birtakım Frenk yazarlarının

ecdadımızın

(atalarımızın)

faziletini, namusunu, yüksek ahlâkını anlata anlata bitiremedikleri şahadetler yer alıyor. Bu kitaplardan birinde okuduğum, yaşanmış gerçek bir menkabeyi anlatayım:

Bir Frenk tâciri

, içi para dolusu torbaları bir hamala yüklemiş,

(o zaman kağıt para yok),

Karaköy sahilinden gidiyormuş. O tarihte rıhtımlar yok, sahilde bir sürü sandal bekleşiyor.

Hamal sendeler, sırtındaki para torbaları yere düşer, ağızları açılır, paralar saçılır, bir kısmı yere, bir kısmı sığ denize yayılır.

Onları toplamak için bir sürü insan üşüşür, paraların sahibi

“Eyvah mahvoldum”

der. O ne! Bir de bakar ki, paraları toplayan getirip kendisine veriyor. Kayıkçılar denizdekileri toplayıp verirler; denânir, derâhim, kuruşat, mangırat tekrar torbalara konur ve tacir ve hamal yollarına devam ederler. Menzil-i maksuduna varılınca paralar sayılır ve bir kuruş eksik çıkmaz.

İşte Osmanlı’nın ahlâkı böyleydi.

Hırsızlık, yankesicilik, haydutluk vardı ama onların yanında ve üstünde

ahlâk, fazilet, namus, şeref, dürüstlük

vardı.

Her toplumda hırsız olur, haydut olur, suçlu olur. Olur da, bugün bizde olduğu gibi olursa o zaman o toplum batar. Kötülüklerin, suçların, faziletsizliğin bir limiti vardır. O limit aşılınca gemi batar, gök çöker, zemin göçer.

Hırsızlık ceza kanunundaki maddelerle önlenmez. Hırsızlık ailede, okulda, toplumda, iş hayatında iyi ve etkili bir eğitimle önlenir, istisnâî hale getirilir. Anlı şanlı, kocaman, kodaman, ünlü münlü, tantanalı bir takım önemli herifler hırsızlık yaparsa halkın bir kısmı da yapacaktır.

Birtakım adamlar ve karılar ülkeyi, toplumu, halkı, devleti belediyeleri talan ettiler. Bir
gecede beş milyar dolar götürdüler şu meşhur Çankaya krizinden sonra. Kötü idare yüzünden aç kalan, işsiz ve aşsız kalan, perişan olan halkın bir kısmı da maalesef bu büyüklere uyacaktır.

Kamer Genç

bir televizyon programında

büyük hırsızlardan bahsetmiş

ve yakında bunların bir kısmı yurt dışına kaçacaktır demiş. İnşaallah kaçamazlar. Bu ülkenin kurtulması için onların cezalandırılması gerekiyor. Milleti, devleti, memleketi soyan haydutların analarından emdiği sütler burunlarından fitil fitil getirilmedikçe sabah güneşi doğmayacaktır. Kendisi hırsız, kardeşi hırsız; akraba, taallukat ve hısımları hırsız; yeğenleri hırsız, avanesi hırsız… Lanet olsun bunlara!

Bu memlekette bu kadar hırsızlık yapılmasaydı, bu ülkenin yolları yeşil oniks mermeri ile kaplanabilir ve geriye de para artardı.

Dostlarımdan biri, kriz sebebiyle üretimini durdurmuş bir

ayakkabı fabrikasını

(Çorum’da)

yeniden canlandırma

işini üzerine almış.

İşçi olmak için iki yüz küsur kişi yazılı olarak müracaat etmiş.

Bazıları ayda

altmış milyon liraya çalışmaya razıymış.

Bakınız bir tarafta böyle mağdur, mazlum, perişan bir halk var; öbür tarafta şu koskoca Türkiye’yi soya soya, talan ede ede iflas ettiren namussuzlar, şerefsizler, yiyiciler, hortumlayıcılar güruhu.

Onlar lânetlidir.

Allah’ın, meleklerin, insanların lâneti onların üzerinedir. Onlar nasıl can verecekler? Onlar yarın Mahkeme-i Kübra’da Ulu Adalet huzurunda nasıl hesap verecekler? Onların biriktirdikleri milyarlarca dolar cehennem ateşi olacaktır. İnsan cehennemdeki yakıtını bu dünyadan götürürmüş.

“Biz inanmıyoruz, Cennet de yok, Cehennem de yok, bize birşey olmaz…”

Ya öyle mi kaltabanlar! Siz inanmıyorsunuz diye ahlâk ve fazilet yok mu? Siz inanmıyorsunuz diye ilahî adalet yok mu? Ne korkunç bir gaflet ve küstahlık içindesiniz. Allah sizi çarpacak, o haram paralarınızla semiren karılarınız, kızlarınız, oğullarınız, gelin ve damatlarınız, avane ve akrabanız hep yanacaksınız. Sizi ilahî adalet yakacaktır. Bu milletin, bu ülkenin ahı yakacaktır.

Uzak finans cennetlerine


(cehennemlerine)


kaçırdığınız paraları âfiyetle yiyeceğinizi sanıyorsanız hava alırsınız. İlahî adalet, ilahî lânet sınır tanımaz.

Lichtenstein’de de olsa, Manama bankalarında da olsa Allah’ın gazabı ve azabı sizi bulur. Öyle bir sille-i ilahî yiyeceksiniz ki, bir daha belinizi doğrultamayacaksınız. Kaçsanız da kurtulamayacaksınız. Kırmızı İnterpol bültenleri ile aranacaksınız, yakalanacak ve iki polisin nezaretinde elleri bağlı uçaktan indirilip zindana atılacaksınız.

Bu memlekette hırsızlığın bu kadar artması, kötü ve ehliyetsiz yöneticiler yüzündendir. İnsan tedbir alır, atom bombasından bile kaçar kurtulur ama ilahî adaletin sillesinden, ilahî azaptan, ilahî lânetten kaçamaz. Lânetullahi aleyhim ecmain!… 26 Haziran 2002