lanlar Malanlar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Şubat 2019
Çarşamba
Bu anlatacağım vak’a son on yıl içindeki bir tarihte cereyan etmiştir. İstanbul’da kültür faaliyetleri ile uğraşan bir vakıf… Bir gün Ankara’dan bu vakfa biri gelir ve “Vakfınızı çok faydalı buluyoruz, size yardım etmek istiyoruz, bizden ne kadar istiyorsunuz?” diye sorar. Vakfın sorumlusu “Onbeş milyar liraya ihtiyacımız var” cevabını verir. Ankaralı, “Bu kadar az olur mu, biz size yüz elli milyar verelim…” der. Ancak bir şartı vardır, yüzde otuz komisyon istemektedir; yani yüzelli milyarın kırkbeş milyarını…
Dürüst ve namuslu bir zat olan vakıf idarecisi tabiî ki, bu teklifi reddetmiş.
İkinci bir vak’a… Papalık, Hıristiyanlığın ilk asırlarında önemli bir din merkezi olan ve bir Konsüle mekan teşkil eden Anadolu şehirlerimizden birindeki eski kiliselerin tamiri için altmış milyon dolar ayırmış. Bu işi bir Türk firması yapacakmış. Firma henüz tesbit edilmemiş, uygun ve münasip bir firma aranıyormuş. Teklif şuymuş: Bu iş için otuz milyon dolar harcanır, geri kalan otuz milyon kârdır. Bu otuzun on milyonunu komisyon olarak veren işi alır…
On milyon dolar komisyon isteyen herhalde Papalık değil…
Yakın tarihte Eminönü ilçesi korkunç bir talana ve soyguna uğradı. Neler yapılmadı ki… Az sayıda insan dönen dolapları, götürülen milyarlarca doların dökümünü biliyor. Keşke birkaç zat çıksa, oturup bu konuda birer rapor yazsa. Bugün basılamazsa, ileride basılır.
Bir müessesede ihalelerden yüzde on komisyon alındığını yazıp duruyorum. Kulağı delik dostlarımdan biri şöyle dedi: “Yüzde on komisyon alanlar insaflı ve namuslu namussuzlardır. Şu sıralarda komisyon miktarı yüzde otuza kadar çıkmış bulunuyor bazı işlerde…”
Devletin büyük müfettişlerinden biri şöyle söylemiş: “Bütün büyük yolsuzluklarda netice olarak karşımıza iki büyük politikacı çıkıyor ve bir şey yapamıyoruz.”
Herkesi, bütün sorumluları yolsuzlukla, rüşvetle, ihtilâsla, malı götürmekle, haram yemekle mi suçlayıp karalıyorum? Hâşâ!.. Ben sadece namussuz, şerefsiz, alçak, yiyici, haydut, eşkıya takımını kötülüyorum. Namuslu, şerefli, dürüst sorumlular ve vazifeliler başımızın tacıdır. Onları tenzih ederim.
Dikkat ediyor musunuz? Bir ara bazı yolsuzluk dosyaları derin buzluklardan çıkartılmıştı. Bu münasebetle medyada büyük bir cayırtı ve yaygara olmuştu. Sonra bu konu tavsadı. İster misiniz bu dosyalar tekrar buzluğa konsun.
Hatırınızdan çıkartmayın: Bir milyar dolar çalan, köşeye sıkışınca ne yapar? İcabında bunun yüz milyonunu vererek paçasını kurtarmaya bakar.
İstanbul’un bazı tarihî bölgelerinde inşaat yasak. Peki buraları nasıl iğrenç beton binalarla doldu? Kapalı kapılar arkasında ne gibi hesaplar yapıldı, pazarlıklar oldu da o beton binalar mantar gibi bitiverdi?
Rüşvet, talan, soygun, hortumlama, yüzde ondan yüzde otuz beşe kadar komisyon ve diğer gayr-i meşru yollarla haram para biriktirip zengin olanlar çok zeki ve kurnaz kimselerdir. Zekidirler ama onlarda böcek kadar akıl yoktur. Hele âhirete, Cennet ve Cehenneme, İlâhî Mahkeme’ye inanan bir Müslüman haram yiyorsa, haram servet ediniyorsa onun böcek kadar değil, solucan kadar aklı yoktur. Biriktirdiği haram paralar onu dünyada rezil ve rüsvay edecek, âhirette de Cehennemde yanmasına sebep olacaktır.
Çocuklarını haram ve ateşli paralarla dünyanın en iyi okul ve üniversitelerinde okutuyormuş… Zavallı çocuk!
İki sofra, biri helâl diğeri haram. Birinci sofrada tarhana çorbası, bulgur pilâvı, üzüm hoşafı var. Diğer sofrada kuzu dolması, zeytinyağlı baklalı enginar, kaymaklı tatlı ve onların yanında çeşit çeşit mezeler, ordövrler, meyve suları, şerbetler.
Aklı ve firaseti olan Müslüman birinci sofrayı tercih eder. Akılsız zeki ise ikinci sofrayı.
Dini imanı para ve kıblesi karı olan kimse Mevlâsını değil, belâsını bulur.
Senin o çok lüks, tanka benzeyen, tekerlekleri değirmen taşı gibi, fiyatı iki yüz bin dolar, içindeki koltuklar dikensiz yerde otlamış antilop derisi ile kaplı, yol alırken su gibi benzin içen, ayda on dört milyar harcı ve vergisi olan cipe ihtiyacın yoktu. Peki niçin aldın o mendebur arabayı? Be hey herif sen Nemrud musun, Firavun musun, Ebu Cehil misin, Şeddad mısın?
Allah’a iman ve tevekkül eden akıllı kişi, ihtiyacının dışında bir şey istemez, edinmez.
Lüksün, aşırı tüketimin, müzeyyen mesken ve otomobillerin kendisine üstünlük ve fazilet kazandıracağını sanan kişi beyinsizdir. Fazilet onlarda değil; ilimde, irfanda, hikmette, takvada, hayır ve hasenat yapmakta, tevâzudadır.
Nasihatsız kalan bir Müslüman toplum batmaya mahkûmdur.
İslâm’a saldıran bazı Yahudilerle ve Maocularla işbirliği yaparak dindar Müslümanlara düşmanlık eden birtakım Türkçülere: Bir Türk olarak Moiz Kohen’i niçin önder ve imam kabul ediyorsunuz? Siz gerçekten samimî Türkçüyseniz, Moiz Kohen’in şeytanî doktrinini bırakınız ve Ahmed Yesevî gibi ulu bir Türk’ün eteğine yapışınız.
Epeydir gidemiyorum, tanıdıklarımdan birisi Fatih’te Nezafet hanımın lokantasına gitmiş, bir kuru fasulya, bir de pilav yemiş, ikisi bir milyon iki yüz bin lira tutmuş. Orada ekmek ve su bedavadır, parası az olan çok ekmek yiyerek karnını iyice doyurabilir…Şimdi bazı lüksperestler, türediler suratlarını buruşturup “Öyle ucuz lokantalarda yemek mi yenilirmiş?..” diyebilirler. Kötülük olarak bu söz onlara yeter.
İstanbul’da bir Çin lokantası, lüks mü lüksmüş. Bugünkü tarihle adam başına iki yüz milyona bir öğün yemek yeniyormuş. Bazıları oraya gidiyor, ertesi gün “Dün Filânca Çin lokantasındaydık. Şöyle yedik, böyle yedik…” diye caka satıyormuş. Görgüsüz beyinsizler!.. Terbiyeli, medenî, edeb erkân bilen bir kimse yediği yemeği anlatmaz, lüks lokantaya gitmekle övünmez. Böyle şeyler sonradan görmüş, zenginleşse de bedevî kalmış salaklara mahsustur.
Kur’ân-ı Kerîm’de “Onlar namazı terk ettiler ve şehvetlerine uydular” mealinde bir âyet bulunmaktadır. Aynaya bakalım, biz onlardan mıyız? 11 Eylül 2003