LATİNCİLİK VE LÂDİNCİLİK
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Aralık 1991
İç ve dış mihrakların bütün Müslüman-Türk âlemini latinleştirip laikleştirmek için hummalı bir faaliyet içinde bulunduğu, buna mukabil ehl-i İslâm’ın bu konuyla yeteri kadar ilgilenmediği şu sıralarda, vaktiyle Prof. Fuat Köprülü’nün Türk Yurdu mecmuasında yazmış olduğu bir yazıyı tekrar okumakta büyük fayda olacağını sanmaktayım. Bugün Türkiye’nin maarif ve kültürü, latincilik ve lâdincilik yüzünden dehşetli bir kriz içinde bulunmaktadır. Bu krizi, yeni bağımsız olmuş ve işin içyüzünü bilmeyen zavallı dış Türklere de bulaştırmanın ne yararı olacaktır? Bakınız, son çağın en büyük edebiyat ve dil otoritesi olan Köprülü ne diyor:
TÜRK HARFLERİ DEĞİŞEMEZ!
Bizde zaman zaman dil ve meseleleri, günün meseleleri şekline girer. Bütün fikirleri işgal eder ve sonra unutulur. Bir hayli zamandan beri kurulmuş bir gelenektir. Mesela harf meselesi, yarım asır evvel bahis mevzuu olmuş ve o zamandan bugüne kadar devam etmiştir Yazılarda da mevcut harfleri bırakıp, Latin harflerini kabul etmek fikri yeniden ortaya sürülmeğe başlandı.
Ben, harflerimizin değiştirilmesinin zannolunduğu kadar kolay ve basit bir mesele olmadığına kaniyim. Esasen bir milletin yeni harf şekillerini kabul edebilmesi için hars itibariyla çok düşkün ve aşağı olması lazımdır.
Arnavutlar on beş sene evvel Latin harflerini kabul ettiler, çünkü medenî hayatları ve hiçbir harfleri yoktu. Halbuki harsı, mâzisi, geleneği olan milletler için harf değiştirilmesi imkânsız bir meseledir. İptidaî milletler istedikleri gibi yeni bir elifba alabilirler. Fakat kültür sahibi milletlerde en ufak bir kelimenin imlâsını değiştirmek bile imkansızdır. Çünkü, onda asırların hatırası vardır.
Profesör Fuad Köprülü, Türk Yurdu, 15 Kasım 1926.
BU BİR SOYKIRIMIDIR!
Sebze ve meyve zıraatinde, tavukçulukta ve besi hayvancılığında kullanılan kanser-yapıcı hormonlar, sağlığa zararlı kimyevî gübreler, başta civa bileşiklen olmak üzere denize boşaltılan zehirler, yeraltı sularını kirleten zehirli deterjanlar, sağlığa zararlı necis margarinler, gıda sanayiinde sorumsuzca kullanılan boyalar ve koruyucu maddeler (benzoat, nitrat), hileli ve mağşuş (karışık) yiyecek ve içecek maddeleri, sırf kimyevi aromalarla yapılan suni elma, portakal vs. çayları, kurşunlu benzinlerden yayılan toksik egzost gazları, lâğımlı denizler ve plajlar, bütün dünyada yasaklandığı halde bizde hâlâ imal edilip halkı zehirleyen zararlı ilâçlar, sağlığa zararlı yağlı boya, plastik badana, parke cilâsı gibi toksik maddeler, sorumsuzca kullanılan zirâî ilâçlar, böcek öldürücüler, dikkatsizce atılan, savrulan radyoaktif maddeler, çevreyi ve yeraltı sularını kirleten çöplükler ve bunlara benzer daha bir sürü zehir yüzünden Türkiye halkı sinsi bir jenosid hareketine maruz bulunmaktadır. Bu korkunç gidiş durdurulmadığı takdirde vatanımız büyük bir sahra hastahânesine dönecek, bütçenin tamamı sağlık hizmetlerine ve hastahânelere ayrılsa bile bu toplu imha hareketinin kurbanı hasta ve alil vatandaşları tedavi mümkün olmayacaktır. Bunun sorumlusu sorumsuz politikacılar, ekonomi emperyalizminin beşinci kolu hain patronlar, vazifesini yapmayan basın ve iletişim vasıtaları, mafialaşan belediyeler, sorumsuz aydınlar (daha doğrusu anti-aydınlar) ve kokuşan düzendir. Bu satırları okuyan her vatandaşı bu çok önemli ve hayatî konuya eğilmeğe davet ediyoruz. Evet, şu anda hepimiz, bebesinden ninesine, yediden yetmişe kadar ağır ağır zehirleniyoruz. Aniden öldürmeyen ama süründüren bir zehirlenmedir bu. Tekrar ediyoruz: Bir toplu imha, bir soykırımdır bu. Bu gidişe dur denilmelidir. (Bu yazı seçimlerden önce yazılmıştı. Bekliyoruz.)
MÜSLÜMANLARIN DİKKATİNE
BİR REÇETE
Sur içi İstanbul’un kenar semtlerinden birinden geçerken arkamdan biri sesleniyor ve beni dükkânına çağırıyor. Esnaf bir kişi. Bizim eski Bugün Gazetesi’nin okuyucusuymuş. Hiç olmassa beş dakika oturun da bir çayımı için diyor. Kırmıyorum, oturup konuşuyoruz. İlkokul diplomalı, kendi halinde, dindar, gayretli bir Müslüman. Bir yandan elindeki yorganı dikiyor, bir yandan da heyecanla konuşuyor. Eski toplu sabah namazlarından bahsediyor sonra daldan dala atlıyor. Bir ara bana bir soru yöneltiyor:
— Bu memleket nasıl kurtulur biliyor musun?
— Bilmem, nasıl kurtulur?
— Ülkenin nüfusu ne kadar?
— Altmış milyon civarında.
— Yarısını keseceksin.
— !!??
Bu da bir kurtuluş reçetesi. Ortalıkta o kadar reçete var ki, adamın, kafası karışıyor.
BİR ADALETÇİYE
Dinî ve vicdanî inanç ve görüşlerini paylaşmadığınız bir milletin ülkesinde “Âli Mahkeme” başkanlığında bulunuyorsunuz. Topluma aykırı düşen felsefî kanaatlerinizin tesiri altında kalarak, görevinizi kötüye kullanmamanızı temenni ederiz. Rejim laiktir. Ama millet Müslümandır. Ateistler, masonlar, materyalistler küçük bir azınlıktır. Bu azınlığın çoğunluğu tahakküm etmesi, kendi anti-dinî inanç ve görüşlerini empoze etmesi ne demokrasi ile ne de laiklikle bağdaşır. Hem artık çoğunluğun böyle diktatörlüklere tahammülü kalmamıştır. Arnavutluk’ta bile dinsiz ve Allah’sız resmî ideolojinin ilga edildiği bir çağda Müslüman milletimizin dinsizlik hurafelerine, mason mitolojisine, saçmasapan inkâr ilkelerine daha fazla tahammül edeceğini sanmak safdillik olur? Dileriz hukukçululuğunuzu bilir, adalettten ve bitaraflıktan ayrılmazsınız.
KISACA
06.12.1991