Lisan ve Buhran
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
Pazartesi
Geniş kültürlü, sezgi sahibi bir Fransız, Alman, İngiliz veya Amerikan aydınına, Türkiye’deki büyük buhranın temel sebeplerinden birinin edebî-yazılı lisanın yozlaşmış ve bitmiş olması olduğunu söylesem, düşünür, konunun üzerinde durur, “niçin?” diye sorar ama bizdeki okur-yazarlar bu iddiayı fantezi bulur, güler geçer.
İnsanı insan yapan, iki ayağının üzerinde yürümesi değil, lisanıdır. Lisanını yitiren insan insanlıktan çıkar. Bir kazada beyninin lisan kısmı zedelenmiş ve konuşmak, anlamak, okumak, düşünmek yeteneklerini kaybetmiş bir kimse ne olur? Bir enkaz olur. Toplumlar da böyledir.
Lisan ikiye ayrılır. Birincisi günlük konuşma dilidir. Bunu öğrenmek, konuşmak için okula gitmek, öğretim görmek gerekmez. Birkaç yüz kelimeden ibarettir. İkincisi: Edebî-yazılı lisandır. Milletlerin, ülkelerin, devletlerin medeniyet temeli işte bu yazılı-edebî dildir. Yirminci asrın başlarında Türkçede iki yüz bin kelime varmış. Bugün Fincede de bu miktarda kelime mevcuttur. Bizim darbelenmiş, yozlaştırılmış, kuşa çevrilmiş, ihanete uğramış Türkçemizde ise yirmi bin kadar kelime kalmıştır. Bunların çoğu da ilmî ve teknik kelime ve terimlerdir.
Bir insanın ilim, irfan, kültür derecesi lisanından anlaşılır. Bir toplumuun seviyesi de lisanına bağlıdır.
Türkiye yakın tarihinde edebî-yazılı lisanını kaybetmek talihsizliğine uğramıştır. Lisan zayıflayınca ilim, irfan, sanat, kültür, düşünce de zayıflamış ve hattâ bitmiştir.
Bugünkü arı, duru, sade, yozlaşmış, bitmiş Türkçe ile Nobel kazanmak ne mümkün.
Şu koskoca Türkiye, son çeyrek asırda Arnavut İsmail Kadare gibi bir romancı bile yetiştiremedi. Sebep Türkçedir, bugünkü anti-eğitimdir.
Sadece edebî-yazılı lisanı darbelemediler, tarihin de canına okudular. Halide Edib, “Türkiye’de Şark, Garp ve Amerikan Tesirleri” adlı kitabında, bizde lisana ve tarihe yapılan müdahalelerin Nazi Almanya’sındakinden, Stalin Rusya’sındakinden daha şiddetli olduğunu yazıyor.
Bir milletin tarihi onun hafızasıdır. Tarihle oynadınız mı, millî kimlik, millî kültür, millî kişilik sarsılır, büyük bozukluklar başlar.
Japonya’da lisan, yazı, tarih, millî kültür ve sanat ile bizdeki gibi oynanmış olsaydı Japonlar kalkınabilir, bir dünya devi olabilirler miydi?
Şu anda dünyanın en kötü ve berbat ülkesi Kuzey Kore’dir. Son birkaç yıl içinde açlıktan bir buçuk milyon insan ölmüştür bu sosyalist cumhuriyette. Halk sefalet, rezalet, açlık, korku, sıkıntı, kahır içinde yaşamaktadır. Elmanın diğer yarısını teşkil eden Güney Kore ise kalkınmış, üreten, çalışkan, zengin, hayat dolu bir ülkedir. Kuzey niçin bu hale gelmiştir? Bunun birinci sebebi resmî ideolojidir.
Türkiye’nin eskiden resmî ideolojisi yoktu ama kızılelması, mefkûresi, evrensel prensipler üzerine kurulu bir dünya görüşü, bir nizam-ı âlemi vardı. Bunlar bırakıldı ve yerlerine bir ideoloji getirildi. Sonunda ne oldu? Cevabı ben vermeyeyim, ülkenin manzarasına bakınız.
Bütün medenî, büyük, önemli ülkelerin lisanları, başka dillerden alınmış kelimelerden meydana gelmiştir. Fransızca’nın temeli Latince’dir. Almanca’da en az 30 bin yabancı kelime vardır.
Türkçe’ye Arapça’dan, Farsça’dan, başka dillerden girmiş kelimeler Türkçeleşmiştir. Onları tasfiye etmek Türkçeyi yozlaştırmak, zayıflatmak, yazılı-edebî lisanı bitirmek mânasına gelir.
Açın yabancı televizyon kanallarını, başka ülkelerin devlet adamlarının, aydınlarının, seçkinlerinin kendi lisanlarını gürül gürül, akıcı bir şekilde konuştuklarını, meramlarını kolaylıkla ifade ettiklerini göreceksiniz. Bizde lisan konusunda çok büyük sıkıntılar vardır. Koca politikacılar, profesörler, sözde ilim ve fikir adamları ıkınarak zorlukla konuşmakta, iki kelimeyi bir araya getirinceye kadar akla karayı seçmektedir.
Halkın durumu ise acınacak vaziyettedir. İki üç yüz kelimelik söz hazinesi yetmediği için halk yığınları iniltiler, böğürtüler, ünlemler ile anlaşabiliyor. Yuf be… Amma da kral… Ye onu ye…
Buhranların, görünen yakın sebeplerinin ardında derin sebepleri vardır. Lisan bizdeki çözülmenin, bozulmanın, yıkılışın, çöküşün derin ve ana sebeplerindendir.
Lisan tahribatı öyle kolay kolay tamir edilemez. Bugünkü fakir ve arı-duru Türkçe’nin büyük bir lügat kitabı bile yoktur. Fransa’daki Petit Larousse veya Petit Robert gibi Türkçe bir lügat kitabı yazmak mümkün müdür? Mümkün değildir. Yirmi bin kelimelik ve terimlik bir dilin bin beş yüz sayfalık lügatı olamaz.
Türkçenin mükemmel bir grameri de yoktur. On ciltlik, yirmi ciltlik resimli, belgeli mükemmel bir Türk tarihi de yoktur. Mükemmel ve mufassal bir Türkiye coğrafyası da yazılmamıştır. Türk mimarisine ait on ciltlik, binlerce sayfalık, renkli ve renksiz resimlerle süslenmiş bir külliyat var mıdır?
Büyüklüğüne ve önemine nisbetle kültür ve kütüphane bakımından dünyanın en zavallı şehri İstanbul’dur. Harvard üniversitesi kütüphanesinde 15 milyon, Chicago üniversitesi kütüphanesinde 13,5 milyon kitap var. Mısır’da bile yeni yapılan İskenderiye kütüphanesinde 8 milyon kitap olacakmış. İstanbul’un en büyük kütüphanesi olan Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde kitap, filim ve diğer belgelerin hepsinin toplam sayısı 450 bindir.
Resmî ideoolji Türkiye’yi okumayan, düşünmeyen şifahî bir toplum haline getirmiştir. Böyle bir toplumun şu globalleşen dünyada yeri yoktur.
Evet beyler, Türkiye bu hale geldi ise, bunun on sebebi varsa, bu sebeplerden biri de lisandır, kültürdür. Yazık ki, aydınlarımız, okur-yazarlarımız, sorumlularımız bu konu üzerinde durmuyor.
Türkiye’nin gerçek gündeminde bir lisan, yazı meselesi vardır. Hiçbir medenî toplum, 1928’den önce yazılmış ve basılmış milyonlarca kitabını, belgesini okuyamadan, anlayamadan ayakta duramaz.
Shakespeare’yi okuyup anlayamayan bir İngiltere yok demektir. Türkiye aydınları, okur-yazarları Fuzulî’yi zevk ve haz alarak okuyamıyor, anlayamıyorsa Türkiye bitmiş demektir.17 Temmuz 2001