Lisan ve Eğitim Yozlaşınca
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 14 Şubat 2019
Pazartesi
Merhum Üstad Necip Fazıl, “Osmanlıca bilen nesiller gittikten sonra cahilliğin ne olduğunu göreceksiniz” demiş. İşte o günler geldi çattı. Fikir ve kültür hayatımız (nâdir istisnalar dışında) dumura uğramış, körelmiş, yozlaşmış, dehşetli bir erozyona mâruz kalmıştır.
Düşünce, kültür, araştırma, sanat olması için iki âlet gereklidir. Biri: Yazılı-edebî lisan. İkincisi:Güçlü, vasıflı, hem millî kimliği, hem de genel kültürü kazandıran eğitim. Bizde ikisi de yok.
Edebî lisan konuşulmaz, yazılır. Konuşma ve iletişim Türkçesi birkaç yüz kelimeden ibaret bir dildir, onunla külltür, felsefe, düşünce, sanat olmaz.
Bizdeki liseleri siz lise mi sanıyorsunuz? Genç nesillere yazılı-edebî anadilini öğretemeyen okullara lise denilebilir mi? Bu memlekette hakikî liseler Sultan Abdülhamid zamanında vardı. O gelenek 1950’ye kadar sürdü. Sonra popülist politikacılar liseleri bitirdiler.
1950’ye kadar güçlü liselerin güçlü öğretmenleri hep Osmanlı devrinde yetişmişti.
Fransız irfanının ve kültürünün temel müesseseleri içinde “Ecola Normale Supérieure”ler vardır. Bu yüksek öğretmen okullarından ne büyük filozoflar, düşünürler, tarihçiler, eğitimciler, kültür adamları yetişmiştir. Bizde böyle okullar var mı?
Türkiye’de edebî, sosyal, tarihî, felsefî konularda büyük araştırmalar yapılamıyor. Yüzlerce önemli şahsiyet hakkında dört başı mâmur, ciddî, mükemmel ilmî araştırma yapılıp da yayınlanmamıştır. Yakın tarihimizin en önemli şahiyeti Mustafa Kemal’dir ve onun hakkında da tek ciddî araştırma yoktur.
Alman asıllı İsrailli profesör Scholem’in Sabatay Sevi hakkında hazırlamış olduğu bin sayfalık araştırmaya benzeyen kitaplar bizim meşhur şahsiyetlerimiz hakkında yazılmış mıdır? En büyük şairimiz Fuzulî hakkındaki en büyük araştırma bile, bir Ermeni tarafından Ermenice yazılmıştır.
Şimdiye kadar çok yazdım, yine kısaca tekrarlayayım: Biz Türkler doğru dürüst bir Türkçe gramer kitabı bile telif edememişizdir. Diyelim ki, İran’a turistik bir seyahat yapacaksınız ve gitmeden birkaç kitap okumak istiyorsunuz o komşu ülke hakkında. Sorun kitapçılara, var mıdır böyle kitaplar? Maalesef yoktur. Biz kendimizi tanımıyoruz, nerede kaldı ki, İran’ı tanıyalım.
Lisan bitmiş, eğitim bitmiş; merak, hafıza, dikkat bitmiş. Koyun sürüsü kadar okur-yazar var, ne işe yarar bunlar?
Orjinal bir Türk hukuku yok, bir Türk mimarîsi yok, bir Türk tefekkürü yok.
Günlük gazetelerdeki köşe yazarları konusunda mutlaka dünya birincisiyizdir. Hergün binlerce köşe yazısı. Günlük dedikodular, eften püften fikirler, incir çekirdeğini doldurmaz düşünce kırıntıları, çoğu bir gün sonra bayatlayan yazılar.
Amerika’da yılda iki yüzelli bin araştırma yapılıyormuş. Almanya’da yetmiş bin. Bizde ise sadece altı yüz küsur. Onun da beşyüzü tıp, mühendislik, pozitif ilimler sahasındadır muhakkak.
Beyni çalışmayan adamları ansefalogram makinasına bağlayınca kağıt üzerinde düz bir çizgi oluşur, beyin durmuştur. Bizim de durumumuz böyle. Bu hale gelmiş bir halkı, okur yazar tabakasınca aldatmak ne kadar kolaydır. Anayasa değişecek her şey düzelecek… Yeni seçim yapılacak memleket güllük gülistanlık olacak…
Japonya da bizim gibi bir Asya ve doğu ülkesiydi. Onlar kendi millî kimliklerini inkâr etmeden çağı yakaladılar, Batı medeniyetinin bütün faydalı, işe yarar taraflarını aldılar, yüceldiler, güçlendiler. Biz ise battık.
Bir ülkede herkesin, vatandaşların tamamının bilgili, irfanlı, kültürlü olması gerekmez. Beyin takımı vasıflı, güçlü, üstün olsun yeterlidir. İşte bizde bu yok.
Ben dindar bir vatandaşım ama dindar olmayanların da vasıflı olmasını istiyorum. Sağcı solcu, Sünnî Alevî şucu bucu, lâik çağdaş hepsi vasıflı olsun. Vasıflı aydın vatansever olur, onlar Türkiye’ye hiyanet etmez.
İnançları, fikirleri, görüşleri yüzünden kendi vatandaşlarına düşman gözüyle bakan, onlara zulm eden adamlar elbette vasıflı aydın değildir.
Vasıflı aydınlar çeşitliliği, farklılığı normal karşılar.
Benim düşünce, inanç ve görüşlerim seninkilere benzemeyebilir ama biz hep birlikte bu ülkenin, bu halkın, bu devletin yararı için çalışabiliriz. Bizde bu kafa var mı?
Sen benim gibi düşünmüyorsun, o halde hainsin, düşmansın, muzırsın. Ne korkunç ilkellik ve barbarlıktır bu.
Gerçek aydın dinî inançların tartışmasını yapmaz, dindar vatandaşlarına “Gerici, mürteci” diyerek saldırmaz.
Gerçek aydın kendi ideolojisini başkalarına empoze etmez. İdeolojiler dinler ve inançlar gibi değildir, tartışılabilir. Sahte aydın dinî inançlara saldırırken kendi bâtıl ideolojisini tabulaştırır, putlaştırır, tartışma dışı bırakır.
Gerçek ve vasıflı aydınlar kendi devletlerini, kendi ülkelerini, kendi halklarını soymaz.
Gerçek aydınların vicdanları, kalemleri, beyinleri satılık veya kiralık değildir.
Gerçek aydın, “Ben senin gibi düşünmüyorum ve inanmıyorum ama senin inanç ve düşünce hürriyetini bütün gücümle koruyacağım” diyebilen medenî kimsedir.
Küçük adamlar, cüceler, solucanlar…Beyinsizler… Zekâ özürlüler… Ellerine fırsat, imkân, güç geçince rakiplerini, karşıtlarını ezen zalimler… Aydın kılıklı eşkıya, okur-yazar kılıklı haydutlar… Fanatikler…Cryptro’lar…
Sahte kurtarıcılar… Rantçılar…Atatürkçülük rantı yiyenler, din rantı yiyenler, Milliyetçilik-Türkçülük rantı yiyenler… Lâiklik çağdaşlık rantı yiyenler…Yiyiciler…
Bu ülke, bu halk nasıl kurtulacak? 08 Ocak 2002