Lisanını Yitiren Bir Toplum Kimliğini ve Dinini de Yitirir
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 12 Ocak 2019
Cuma
Bakmak, görmek, anlamak, algılamak, işin içyüzüne vakıf olmak, meselenin künhünü bilmek gibi kelimeler, kavramlar, tabirler vardır. Biz Türkiyeliler, bilinmesi gereken, bilmemiz gereken konuları; gerçekten, iyi bir şekilde, bilmemiz gerektiği derecede biliyor muyuz?
Bilseydik, bugünkü durumda olmazdık, bugünkü duruma düşmezdik…
Bir kere, lisanımızı, bilmemiz gerektiği kadar bilmiyoruz. Lisan olmayınca medeniyet olmaz, kültür olmaz, hürriyet olmaz, insanlık haysiyeti olmaz, vasıf olmaz, daha nice şeyler olmaz.
Peki lisan bilmek ne demektir? Bizim resmî ve kültürel dilimiz Türkçedir. Herkes sosyal seviyesine, tahsiline, yaptığı işe göre, ne kadar Türkçe bilmesi gerekiyorsa o derece bilmelidir.
İdarecilerin, yüksek tabakanın, milletin vekillerinin, medya mensuplarının, entelektüellerin, aydınların; zengin, edebî, yüksek Türkçeyi bilmeleri şarttır. Aksi taktirde hizmetlerini yapamazlar.
Sonra derece derece herkes, kendi rütbesine göre Türkçe bilecektir… Bilmezlerse, ne olur? İşte böyle olur (Bugünkü Türkiye’ye bakınız.)
Bugünkü arı duru Türkçe ile, Türkiye ancak bu kadar olur.
Öyleyse öncelikle ne yapmak gerek? Türkçeyi kurtarmak, Türkiyelilere Türkçe öğretmek gerek.
Edebî, yazılı, zengin kültür Türkçesi okullarda öğretilmiyor mu?Kesinlikle öğretilmiyor, öğretilemiyor…
Niçin? Vaktiyle kararlar alınmış, Türkiyelilere şu kadardan fazla lisan öğretilmeyecek denmiş. Sonunda Türkçe elden gitmiş, Türkiyeliler lisan, kültür, edebiyat ve sanat bakımından câhil ve geri bırakılmış.
Lisan, edebiyat, kültür konusundaki açıklarımızı kısa zamanda kolayca kapatabilir miyiz? Tahribatı kolayca tâmir edebilir miyiz?
Maalesef bu iş ne kolay yapılır, ne de kısa zamanda yapılır.
Zaten emperyalist güçler böyle bir ıslahata, tâmirata, düzelmeye kesinlikle izin vermezler.
Onlar, Türkiye’de edebî, yazılı, zengin Türkçenin kökünü kazımak istiyorlar, onun yerine İngilizceyi koymak istiyorlar.
“Paranoyakça kuruntular içinde olmayasınız?..”
Bana paranoyak diyenin alnını karışlarım!
Ülkemiz, halkımız, milletimiz hakkında vaktiyle alınmış bir takım gizli kararlar vardır, üzerinde mutabık kalınmış “Protokollar” vardır. Bu kararlara, bu protokollara göre Türkçenin canına okunacak, Türkiyeliler dilsiz bırakılacaktır.
“Yahu bu kadar ileri gitmesene!… Hepimiz Türkçe konuşmuyor muyuz?.. Sen bu yazıları Türkçe yazmıyor musun?..”
Elbette Türkçe konuşuyoruz. Ancak bu Türkçe nasıl bir Türkçedir? Zayıf, yetersiz, sabotaja uğramış bir Türkçedir. Medeniyet, kültür, eğitim âleti olarak yetersizdir. Şifahî bir Türkçedir, yani konuşma Türkçesidir.
Zengin Türkçe değildir.
Edebî Türkçe değildir.
Medeniyet Türkçesi değildir.
Yüksek kültür Türkçesi değildir.
Benim kasd ettiğim Türkçe, birkaç yüz kelimelik günlük konuşma ve iletişim lisanı değildir. Yazılı Türkçedir, edebî Türkçedir, kültür ve medeniyet Türkçesidir.
Lisan bakımından hangi seviyede olmamız gerekir?
Lise diplomasına sahip gençlerimizin en az yüzde onu Fuzulî, Bakî, Şeyh Galib, Ziya Paşa, Namık Kemal gibi şair ve ediblerimizin Türkçelerini, mânasını anlayarak okuyabilmeli ve bu okumadan haz ve zevk alabilmelidir. Evet, en az yüzde onu… Şu anda, lise diploması alan yeni neslin hemen hemen yüzde yüzü zengin, yazılı, edebî lisan konusunda bu durumda değildir.
İkinci olarak, halkın en az yüzde onu, yani yedi milyon vatandaşımız 1928’den önce basılmış ve yazılmış kitapları, mezartaşlarını, kitabeleri, arşiv evrakını okuyabilmelidir.
Kanunlarını, nizamlarını, teşkilatını körü körüne taklit ettiğimiz Fransa’ya bakalım. Orada lise mezunları Villon, Racine, Corneille, Molière, Voltaire gibi eski şair ve ediblerin kitaplarını okuyup anlayabiliyor. Molière’in Cimri (I’Avare) komedisi hâlâ sahneye konuluyor ve zevkle seyrediliyor. Hangi Fransızca ile? Elbette ki Molière’in yazmış olduğu şekilde. Orada bu gibi klasik eserleri “Bugünkü Fransızcaya” çevirmekten bahs edene deli derler. (Fransa’da, ancak 500 yıl önce yazılmış klasikler sadeleştirilir. Lakin onları da, aslî lisanlarıyla okuyup anlayan yeterli sayıda okumuş ve kültürlü Fransız bulunur.)
Biz ise, daha yetmiş seksen sene önce yazılmış çok sade kitapları bile okuyup anlayamıyoruz.
Yakup Kadri, Halide Edib, Ömer Seyfeddin, Hüseyin Rahmi, Halid Ziya… Bunların güzel Türkçeleri bugünkü dil fakiri nesillere ne kadar uzak, ne kadar yabancıdır.
Türkçe kendi haline bırakılmış olsaydı bu derece bozulur, yozlaşır, fakirleşir, değişir, kuşa benzer miydi?
“Efendi sen Nergisî’nin çetrefil Türkçesini mi istiyorsun?”
Lütfen şarlatanlığı, soytarılığı, demagojiyi bırakalım. Yukarıda kimleri saydım? Ömer Seyfeddin’in, Yakup Kadri’nin, Reşad Nuri’nin Türkçesini istiyorum. Çalıkuşu’nun, Feride’nin Türkçesi!..
Ruslar, Sovyetler Birliği zamanında, idareleri altındaki Türklere, kültür ve medeniyet bakımından çok baskılar, zulümler yaptılar. Lisan konusunda bizdeki kadar gaddarca olmadı bunlar.
Kütüphanemde Azerbaycan’da Arap-İslâm yazısıyla basılmış iki güzel kitap var. Biri Fuzulî’nin Leyla ve Mecnun’u. İçinde renkli resimler de yer alıyor. Diğeri Muhammed Sâbir’in Hophopnâmesi. O da Arap harfleriyle, o da resimli. Her iki kitap da ciltli.
Bu kitaplar 1953’te basılmış. Yâni Stalin’in öldüğü yıl. Hangi yazıyla, alfabe ile basılmış? Arapça yazısıyla.
Ben şimdi Türkiye’de, bu ülkenin, bu halkın, bu devletin bin yıllık tarihî yazısıyla kitap, dergi, gazete basabilir miyim? Basamam. Yasaktır, yasaktır, yasak… Başörtüsü gibi yasak, Ayasofya gibi kapalı…
Türkiye’yi kurtarmayı samimî olarak istiyor muyuz?
O halde önce Türkçeyi kurtarmak için harekete geçmeliyiz. Hangi Türkçeyi?.. Yazılı, edebî, zengin, medeniyet ve kültür Türkçesini.
Türkçe kurtulmazsa, Türkiye de kurtulmaz.
Zengin, edebî, yazılı lisanını yitiren bu toplum hürriyetini, haysiyetini, kimliğini, kişiliğini ve dinini de yitirir.
1928’den önce yazılmış, basılmış Türkçeyi okuyamayan kendine okur-yazar demesin.
Türkiye halkı yakın tarihte büyük bir dil-kıyımı faciasına uğramıştır.
Şu anda milyonlarca insanımız günlük konuşma ve iletişim Türkçesini bile doğru dürüst bilmediği için ünlemlerle, el, kol, baş hareketleriyle anlaşmaya çalışıyor. Televizyonlara bakınız, koskoca profesörler, kodaman adamlar ıkıntı ve sıkıntı konuşuyor, merama çalışıyor. Halkın “Yuh be… Amma da kral… Aha oha… Nah…” diyerek yaptığı konuşma ve iletişim Türkçe midir?
Medenî, ileri, yükselmiş, başarılı, işini bilir milletler kendi lisanlarını ne kadar, ne derecede biliyorlar ve kullanıyorlarsa bizim de onların seviyesinde olmamız gerekir. 07 Mayıs 2005