Perşembe

 

Öğleden sonra okulların boşalma saatinde bir lise civarındaki yokuştan aşağı inen öğrencileri gördüm. Erkek öğrenciler genellikle üçer beşerlik kafileler halinde bağıra bağıra, gülüşüp konuşarak aşağı iniyorlardı. Yüz kadar öğrenci geçti, istisnasız hepsinin de gömlekleri pantolonun üzerine çıkarılmıştı. Yakalar açılmış, iki üç düğme çözülmüş, kravatlar gevşetilmişti. Her hallerinde aşırılık, laubalilik, derbederlik vardı.

Gördüğüm kız öğrenciler, eteklerini bellerine çekip kıvırmışlar ve mini etekli olmuşlardı. Dizlerinden yukarıları görünüyordu.

1952’de Galatasaray Lisesi’nden mezun olmuştum. Okulumuzun sekiz yüz elli civarında yatılı öğrencisi vardı, gündüzlülerin sayısı otuzu geçmezdi o tarihlerde. O zamanlar hafta tatili, cumartesi günü saat 13.00’te başlardı. Tatil münasebetiyle öğrenciler ellerinden geldiği nisbette iyi ve temiz giyinmeye çalışırlardı. Gömleklerimiz, elbiselerimiz ütülü olurdu. Ayakkabılarımız boyalı ve cilalı. Saçlarımızı briyantinle tarardık. Benim zamanımda bir lise öğrencisinin, gömleğinin etekleri pantolon üzerine çıkarılmış, kravatı gevşetilmiş, ceketi omuzunda Beyoğlu’nda gezmesi mümkün ve düşünülecek bir iş değildi. Hocalarımız, idarecilerimiz böyle bir kıyafete izin vermezlerdi. İzin verilmiş olsa bile hiçbir öğrenci böyle bir kıyafetle sokağa, caddeye çıkmazdı, vicdanı, ahlâkı, görgüsü bunu kabul etmezdi.

Daha önceki bir yazımda anlatmıştım; 1947’de ortaokul ikinci sınıftaydım, yaşım ondörttü. Tarih hocamız, Osmanlı’nın son zamanında iki kere nazırlık (bakanlık) yapmış olan Raşid Erer beydi. Çok güzel ders anlatırdı. Bir gün dersin ortasında kızmış ve paltosunu, şapkasını, şemsiyesini alarak dershaneyi terk etmek üzere kapıya doğru yürümeye başlamıştı. “Hocam ne oldu, niçin gidiyorsunuz?” sorularımıza:

“-Ben Galatasaray efendilerine ders vermek üzere buradayım, tulumbacılara değil!..” cevabını vermişti. Meğerse arka sıradaki bir öğrenci el parmaklarını sesli bir şekilde çıtırdatmışmış…

Bundan elli altmış yıl önce ülkemizdeki lise sayısı çok azdı ama onlar gerçekten liseydiler. O eğitim ve maarif müesseselerinde hem bilgi, hem ahlâk ve karakter, hem görgü verilirdi.

Psikologlar, psikiyatri uzmanları, psikalanistler, sosyologlar, konuyla ilgili başka uzmanlar şu soruların cevaplarını araştırmalıdır:

1. Okuldan çıkar çıkmaz öğrenciler niçin gömleklerinin yakalarını çözmekte, kravatlarını gevşetmekte, eteklerini pantolon üzerine çıkartmaktadır?

2. Kızlar niçin eteklerini bellerine doğru çekip bacaklarını göstermektedir?

3. Bu genç vatan çocukları niçin yüksek sesle bağırışıp çağırmakta, gürültülü bir şekilde gülüşmektedir?

İktidar bu sene bazı ders kitaplarını bedava dağıtmış. Maarifimizin (eğitim sistemimizin) problemleri bedava kitap dağıtmakla bitmez. Maalesef millî eğitimimiz hastadır, marazlıdır, kriz içindedir. Okullarda genç nesillere:

-Çağdaş dünya seviyesinde bilgi, kültür verilememektedir.

-Bilginin yanında ahlâk, karakter, görgü terbiyesi verilememektedir.

-Millî kimlik şuuru güçlendirilmemektedir.

-Bilgi ve aksiyonun yanında sanat ve estetik boyutu güçlü bir gençlik yetiştirilmemektedir.

Başta liselerimiz olmak üzere bütün okullarımız hakkında ciddî raporlar hazırlanmalı, bunları aydınlarımız (varsa), okuryazarlarımız, uzmanlarımız tartışmalı, müzakere etmelidir.

Beton okul binaları yapmakla, dershaneleri donatmakla, içlerini öğrenci doldurmakla iş bitmiyor. Önemli olan kaliteli bir eğitim verebilmek, kaliteli öğrenci yetiştirmektir.

Bizdeki eğitim yozlaşması son derece vahimdir.

Bir eğitim sisteminin birinci vazifesi öğrencilere ülkenin resmî dilini öğretmektir. Resmî dil derken konuşma, günlük iletişim Türkçesini kasdetmiyorum. Onu bilmek, konuşmak için okula gitmeye, ders almaya ihtiyaç ve lüzum yoktur. Konuşulmayan yazılı-edebî lisanı kasd ediyorum. İşte Türkiye liselerinde bu Türkçe doğru dürüst okutulamıyor, öğretilemiyor. Sınıflarda kırk öğrenci bulunduğunu farzedelim, acaba bu kırk öğrenciden biri bile lisede Fuzulî divanını okuyup anlayacak seviyede zengin Türkçe öğrenebiliyor mu? Maalesef hayır. Halbuki, 1930’larda, 40’larda lise gençliğinin bir kısmı zengin, edebî, yazılı Türkçeyi; divan şairlerini, eski metinleri anlayacak şekilde öğrenebiliyordu. Çünkü o tarihlerde Fuat Köprülüler, Agah Sırrı Levent’ler, Nihad Sami Banarlı’lar, Orhan Şaik Gökyay’lar, Mahir İz’ler edebiyat öğretmenliği yapıyordu. Türkiyelileri cahil bırakmak kasıt ve niyetine sahip bir zihniyet ve ideoloji zengin Türk lisanını tahrip etmiş, eğitim sistemini yozlaştırmış, dejenere etmiş, yıkmıştır.

Bazılarımız Türkiye’nin siyasetle kalkınacağını sanıyor. Hayır, kalkınmanın, kurtulmanın birinci ve en önemli yolu eğitimdir. Ucuz vecizeler konuşulup yazılıyor. “Bir okul açmak, bir hapishane kapamaktır” deniliyor. Okul, eğitim mutlak olarak bir mânâ ifade etmez. Okulun, eğitimin doğruya, iyiye, güzele, faydalıya, hayra yönelik olması, onlar için hizmet vermesi gerekir.

Kuzey Kore eğitim sistemi, Stalinist bir kızıl rejimin ayakta durması için beyinleri yıkanmış nesiller yetiştirmektedir. Sırf okul, eğitim olduğu için onun iyi ve faydalı olduğunu söyleyebilir miyiz?

Bizde ilkokuldan liseye kadar bütün okullarda mecburî din ve ahlâk dersleri verilmektedir. Bu dersler gerçekten verilmekte midir? Verilseydi gençlik, memleket bu halde mi olurdu?

Türkiye’deki resmî ideolojinin temel maddelerinden biri “Tevhid-i Tedrisat”tır, yani eğitim ve okullar devletin sıkı kontrolu altındadır, resmî ideolojiye uymak zorundadır. Dünyanın hiçbir hür, medenî, insan haklarını tanımış, hukukun üstünlüğünü kabul etmiş ülkesinde böyle bir tekel yoktur. Devlet elbette okulları ve eğitimi denetler ama bunun sınırları, ölçüleri olması gerekir. Türkiye’nin bir millî kimliği, bir millî kültürü, bir millî kişiliği vardır. Eğitim bunlara paralel olmalıdır. Dünyanın medenî ve ciddi ülkelerinde resmî ideoloji kalktı, bizde kalkmadı.

Diyelim ki, Müslüman sermayedarlar ve fikir adamları bir araya geldiler ve İngiltere’deki Eton Koleji ayarında bir “İslâm-Türk Koleji” açmaya karar verdiler. Ülkenin en büyük edebiyatçıları, tarihçileri, eğitimcileri, uzmanları, sanat adamları burada ders verecekler. Üç yabancı dil öğretilecek, boş zamanlarda isteyenlere geleneksel sanatlardan biri gösterilecek, öğrenciler hem bilgi, hem ahlâk ve karakter, hem de sanat ve estetik boyutları güçlü olarak yetiştirilecek. Okulun bir mescidi olacak, isteyen öğrenciler orada cemaatle namaz kılacak. Bu okuldan, ileride ülkeye, devlete, halka hizmet edecek vasıflı Türkiyeliler mezun edilecek…

Böyle bir şeye izin verilir mi?.. Kesinlikle verilmez. Böyle bir okul bazıları tarafından Cumhuriyet, lâiklik, resmi ideoloji için en büyük tehlike ve tehdit olarak görülür.

Büyük medyamız eğitim meseleleriyle, okulların ve öğrencilerin durumlarıyla ilgilenmiyor. Okullar var, milyonlarca öğrenci var, öğretmen var, ders kitabı var; her şey tamam ve mükemmel sanıyorlar. Tabiî ki feci şekilde yanılıyorlar.

Okullarımızda uyuşturucu alışkanlığı bile başlı başına büyük bir problemdir.

Çocuklarımızın seks konusundaki durumları nedir?

Eğitimimiz medenî ülkelerin, çağdaş standartların seviyesinde midir?

Türkiye’nin gündeminin ilk on maddesinden biri de eğitimdir, okullardır, gençliğin yetişmesi meselesidir.

Bu konuda iflâs edersek, yahut etmişsek Türkiye batmış demektir. 19 Eylül 2003