Rüzgar eken fırtına biçermiş… Fırtına eken kasırga biçermiş… Kasırga eken tayfun biçermiş… Dinsizlik ve densizlik eken acaba ne biçermiş?.. Cevap vermek için uzun uzun düşünmeye hacet yok. A benim cânım, manzaraya bak anlarsın…

Bir ülkenin halini, geleceğini anlamak isteyenler onun liselerine baksınlar. Liseleri parlak ve vasıflı ise hal ve gelecek de parlaktır. Berbat ise, istikbal karanlıktır.

Yıl 1928. İstanbul’un ve ülkenin ünlü liselerinden İstanbul Erkek Lisesi’nde yaramaz bir öğrenci muallimin sandalyasına bir raptiye koyuyor, adamcağız oturunca batıyor ve hâdiseye hemen el konuluyor. “Raptiyeyi kim koydu?” Öğrenciler sır vermiyor, suçluyu söylemiyor. Bunun üzerine, o sınıftaki bütün öğrencilerin hepsi birden hemen okuldan atılıyor…

Yıl 2006

. Medyada resimleri basıldı. Bir lisede öğrenciler kara tahtada yazı yazan öğretmenin âniden pantolonunu indirmişler, adamcağız donla görünüyor… Bunu yapana veya yapanlara ne ceza verilecek?.. Ceza mı? AB’ye gireceğiz, hürriyetler kısıtlanamaz. Ne cezası! Romancı kadının biri Türklüğü tahkir etti, ona bile ceza verilmedi. Hangi devirdeyiz?..

1940’lı yılların sonu. Galatasaray Lisesi’nde yatılı okuyorum. Bir teneffüs saatinde okul müdürü Behçet bey, iki tarafı sıra ağaçlarla kaplı giriş yolundan geçerken, biraz ileride top oynayan öğrencilerin topları müdür beye çarpıyor. Nöbetçi müdür muavinleri koşuyor. Top oynayan çocukların isimleri alınıyor. Ertesi günü, yaptıkları terbiyesizlik ve saygısızlık dolayısıyla müdür beyin huzuruna çıkacaklar. O tarihlerde Galatasaray’ın müdürü, Japon Mikadosu gibi bir zattı. Müdür beyin huzuruna çıkmak… Ne vahim hadise…

Yine 40’lı yıllar. Öğrencilerden biri okul çantasının içine babasının tabancasını koymuş getirmiş. Yakalandı ve birkaç saat içinde tard edildi. (Okuldan atıldı).

Galatasaray’ın lise kısmında okurken, dört yıl boyunca müze gibi kütüphanenin anahtarı bendeydi. Okumaya, kültüre, kitaba meraklı bir öğrenciye kütüphaneyi teslim ederlerdi. Birgün edebiyat dersindeyiz, hocamız Muvaffak Benderli “Şevket git, kütüphaneden Feridun Bey Münşeatini getir…” dedi. Hemen seğirttim, kitabı getirdim. Osmanlıca, büyük boy bir kitap. Muvaffak bey sayfalarını karıştırdı ve Cennetmekân Kanunî Sultan Süleyman Han’ın Fransa Kralı Birinci Fransuva’ya gönderdiği nâme-i humayunu okudu… Kütüphanesinde Feridun Bey Münşeatinin orijinal nüshası bulunan bir lise… Onu az buçuk okuyabilen bir öğrenci… Ondan öğrencilerine metin okuyan bir öğretmen… Hey gidi günler hey!

Eskiden kız okulları ayrıydı. Kız erkek karma tedrisat (eğitim öğretim) yoktu. Sonra belli bir maksat ve niyetle eğitimi karma yaptılar. Terbiyeli ve edebli öğrenciler sıralarda kız erkek beraber oturmak istemiyorlardı. Onlara baskı yaptılar, “Hayır beraber oturacaksınız. Çağdaşlık, uygarlık bunu gerektiriyor…” dediler. (Bu paragrafın gerisini lütfen siz yazın…)

Hatırlayanlar çıkacaktır. Bundan yıllarca önce bir liseli kızın hamile olduğu anlaşılmıştı. Bu konuda tahkikat yapması gerekenler hadiseyi gizlemişler, kızı koruma kanatları altına almışlar ve günü gelince kızcağız nur topu bir bebek doğurmuştu. Babası? Belli değil.

2005-2006