Salı

Ankara’da, Çankaya’nın ötesinde ismi Turunç vadisi mi, Portakal Vadisi mi olan lüks mü lüks, ihtişamlı mı ihtişamlı bir site. Özel bir dükalık gibi gümrük kapısından geçiliyor, binbir arama taramadan sonra hudutları içine giriliyor. Dev bir binanın, Brezilya graniti ile kaplanmış girişinde asansöre biniliyor, on ikinci kata çıkılıyor. Görkemli dairenin kapısından içeri girildiğinde ışıklar otomatik yanıyor, kişi ilerledikçe geride kalan ampuller sönüyor. Burası dört yüz metre karelik Firavunlara, Nemrud’lara layık bir ikametgâhtır. Birkaç banyo dairesi bulunmakta, lükslükte ve şatafatta her biri göz kamaştırmaktadır. Banyo tekneleri, jakuziler, duşlar, cilt karartmak için ültraviyole cihazları ve daha neler neler. Ev en pahalı, en lüks, en göz kamaştırıcı mobilyalarla, eşyalarla döşeli. Mutfağı bir âlem. Dev bir buzdolabı, derin dondurucular, bir sürü âlet ve cihaz. Yatak odalarında binlerce dolarlık ithal malı ortopedik şilteler var.

Bu dairelerin her biri birkaç milyon dolara satılıyormuş. Sahiplerinin çoğu büyük bürokratmış. Maaşlarından artırıp bunlara sahip olmuşlar.

Büyük şehirlerde böyle efsanevî siteler pıtrak gibi çoğaldı. İstanbul’da üç yüz süper zengin mutlu vatandaşın barındığı böyle sitelerden birinde üç yüz elli personel ve güvenlik elemanı çalışıyormuş. Hırsızlara ve it uğursuzlara karşı fennin son harikası bir sürü emniyet tertibatı varmış. Açık ve kapalı yüzme havuzları, viski içilen kulüpleri, poker ve bezik salonları…

Türkiye’nin mutlu azınlığı yüz milyarlarca doları böyle lüks meskenlere harcadı.

Japonya’nın dev firmalarından Toyota’nın sahibi Tokyo’da altmış beş metre karelik bir dairede oturuyormuş…

Sadece lüks ve ihtişamlı meskenler mi? Hayır iş bunlarla bitmiyor. Onların yanında lüks ve şatafatlı otomobil saltanatı var. Son yirmi otuz sene zarfında ellerine para geçirenler, çeşitli yollardan zengin olanlar kuduz bir otomobil sevdasına kapıldılar. Lüks, en lüks, daha lüks, çok lüks… Türkiye lüks otomobillere de yüz milyarlarca dolar bağladı.

Lüks meskenler elbette lüks şekilde döşenir. Bu lüks evlerin ve eşyanın sahipleri lüks yaşarlar.

Lüks yazlıklar, lüks yatlar…

Lüks yemekler. Galeyana gelen şehvetler. Seks, zina, fuhuş için harcanan yüz milyarlarca dolar.

Samsun’dan Hopa’ya kadar Doğu Karadeniz sahillerini birkaç bin Nataşa yere serdi. Rus hududuna yakın şehirlerin birinde sözde turistik bir oteli bir takım görevliler fuhuşhane haline getirmişler. Kimdir bu görevliler? Söylemem. Çıramı yakarlar, tozumu havaya savururlar.

Bir kısım para kazananlar, türediler, vurguncular, hortumlayıcılar, talancılar kudurmuş, çıldırmış gibiydi. Mal, lüks, ihtişam hırsı onların akıllarını başlarından almıştı.

Türkiye belki de bir trilyon doları bu lüks meskenlere, lüks otomobillere, lüks hayata yatırdı.

Bu paralar sermaye olarak kullanılmış, bunlarla sanayi, ziraat, ticaret, ithalat, ihracat yapılmış olsaydı biz Japonya’yı bile geride bırakabilirdik.

Dinsizler fetvasız çalıyordu. Birtakım sözde dindarlar, sahte İslâmcılar ise Azazil’den fetvalar alıyor, “Bozuk bir düzende bozuk işler yapılabilir” diye izinler çıkartıyorlardı.

İyiler, namuslular, dürüstler, hakyemezler başımın tacı olsunlar ama son yirmi otuz yıl içinde birtakım yamuk İslâmcılar, yamuk milliyetçiler, yamuk Türkçüler de soyguna, talana, yağmaya katılmışlardır. Yüzde on komisyonlar, bire yapılabilecek bir işi üç misline yaptırmalar, avantalar, dolaplar, dalavereler… Kazandıkları para lânetlidir. Hem dünyada, hem de âhirette işleri yamandır.

Mercedes otomobilleri üreten Almanya’da Türkiye’deki kadar lüks Mercedes otomobil yokmuş. Olmaz tabiî… Adamlar akıllı ve vicdanlı.

Dev firmalar üretimi bırakmış faiz, repo, rant kazançlarına yönelmişti. Emek, helâl ticaret, alnının teriyle kazanmak hor görülüyor; faiz, riba, tefecilik, borsa spekülasyonları, avantacılık baş tacı ediliyordu.

Ciğerleri beş para etmez herifler ve karılar akşamları takıp takıştırıyor, süslenip püsleniyor, binlerce dolarlık roblarını ve kostümlerini giyip en pahalı, en lüks, en ihtişamlı, en gösterişli restoranlara gidiyorlardı. Masalara bin bir çeşit meze, yemek, et, balık, salata getiriliyor; en pahalı şaraplar açılıyor ve saatlerce yenilip içiliyordu. Eski Romalılar da böyle yaparmış. Sonra Roma batmış…

Yemek masasında böyle saatlerce oturup tıkınan kimseler madenî aksamı altın kaplama lüks ve ihtişamlı tuvaletlerde her gün uzun vakitler geçirmek zorundaydılar.

Bol ve kuvvetli gıdadan dolayı semiren mutlu azınlık, zayıflama kürleri yapıyor ve bu iş için de her biri binlerce dolar veriyordu. Allah’a ve âhirete inanan akıllı bir kişi bu beyinsizlerin yaptığını yapmazdı. Akıllı bir dinsiz de yapmazdı. Bunlar beyinsiz ve sefil mahluklardı.

Türkiye’nin kanını, iliğini sömürdüler, ülkeyi batırdılar, bitirdiler. Milyonlarca vatandaş işsizken, aç bîilaçken vicdanları hiç sızlamadı. Saçı bitmedik yetimlerin haklarını yediler, gözü yaşlı dulların haklarını yediler, bîkes ihtiyarların haklarını yediler. Koskoca bir yaz mevsiminde çocuklarına bir kilo kiraz alamayan çaresiz babaların haklarını yediler. Ülke ve millet krizden krize koşarken onlar domuzlar gibi yiyor, talan ediyor, soyuyordu.

Kriz ansızın gelip çattı. Şimdi yiyiciler yılan gibi kıvranıyorlar. Çünkü deniz bitti, musluklardan haram kazanç akmaz oldu. Üretmeden tüketmenin sonu böyledir. Para emperyalizminin borç tuzağına düşenin âkıbeti parlak olmaz. Ribacılar Allah’a ve Peygamberine savaş ilân etmişlerdir; elbette bu savaşı kazanamayacaklardır.

Bu olup bitenler bir şey değil. Ne olduk demeyelim, ne olacağız diyelim. Yıllardan beri süren bunca kötülüğe karşı nehy-i münker vazifesini yapmayan, bu farzı külliyen terkeden tatlısu Müslümanları gelen belâ ve musibetin umumî olduğunu hatırlarından çıkarmasınlar.

Beterin beteri varmış, hazır olunuz. Türkiye’yi Mister Derviş kurtaramaz, ancak Allah kurtarır. Allah’ın kurtarması için de ahalinin Allah’a ve dine yönelmesi gerekir. Böyle bir yöneliş var mı? 11 Nisan 2001