Lüks İtalyan Davlumbaz
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Perşembe
Kırda üzerine sofra kurmak için yere serdiğim gazetede bir ilan ile bir haber dikkatimi çekti. İlanda şöyle deniliyordu: “İthal malı lüks davlumbaz… Mâmüllerimiz İtalyan malıdır… Uzaktan kumandalı, dijital, 120 lüks çeşit… Türkiye distribütörü filan şirket…”
Haberde özel bir hastahane tanıtılıyor. Sekiz katlı hastahane altı milyon dolarlık yatırımla kurulmuş. Hastalar için altı süit (kral dairesi) varmış. Bunların ikisinin banyoları jakuzili imiş…
Ülkemiz korkunç bir tezatlar diyarı haline gelmiştir. Bir yanda yirmi milyon işsiz, on milyonlarca zor geçinen, büyük sıkıntı çeken aile. Darlık yüzünden bunalıma girip intihar eden babalar, gençler, çıldıran kadınlar. Çöplüklerden ekmek parçaları toplayan yoksullar. Öbür tarafta görülmemiş bir lüks, konfor, aşırı tüketim içinde yaşayan mutlu bir azınlık. Bunlar gerçekten mutlu mudur? Hiç sanmam.
Boğaz’da lüks daireler, bahçeli villalar iki milyon dolardan başlayan fiyatlara satılıyormuş. İstanbul civarında zengin sitelerine, yabancı devlet toprağına girer gibi, özel sınır kapılarından geçerek giriliyormuş. Sitelerde birkaç yüz kişi yaşıyor. Sakinlerden daha fazla koruma, hizmet personeli var. Tenis kortları, golf sahaları, kapalı ve açık yüzme havuzları, içki içilen yerler ve daha bir sürü sosyal tesis. Sadece camileri yok.
Çok zenginin biri bir ev veya daire alır, hanımı lüks banyo ve mutfağı görünce, “Hayır ben bunu istemem, zemin pembe mermer döşeli, ben eflatun rengi Brezilya graniti istiyorum…” diye tutturur; eski banyo ve mutfak kırılır atılır, yerine milyarlar sarfedilerek hanımın istediği gibisi yapılır.
Sonradan görmüşler, türediler, yeni zenginler sanki kudurmuş ve çıldırmıştır.
Nereden nerelere geldik. Bundan kırk sene önce Konya’ya gitmiş, Doktor Ali Kemal Belviranlı beyin evinde misafir kalmıştım. Eski bir Konya eviydi, sabık müftülerden birininmiş önceleri. Helâ bahçede idi. Yine 1958’in sonbaharında Erzurum’da Tabib doktor bir dostumun evinde birkaç gün kalmıştım. Onun tuvaleti de bahçedeydi, Sibirya soğuklarından beter olan kış günlerinde oraya gitmek ne kadar zahmetli oluyordu.
Halkın bir kısmı zenginleşti ve korkunç bir israf, tüketim, lüks ve konfor ibtilası başladı. Bu kadar lükse ve şatafata Japonlar kesinlikle kaçmazlar. Onlar küçük Japon meskenlerinde otururlar. Büyük bir otomobil fabrikasının başında bulunan zatın Tokyo’daki evi 65 metre kareymiş.
Türkiye’nin sermayesi, maddî varlığı; meskenlere, araziye, lüks dekorasyona, çoğu lüzumsuz ve faydasız elektronik aletlere gidiyor. Milyonlarca müzik seti satın alındı. Bunları kullananlarda müzik kültürü var mıdır? Küçük ve basit bir kaset-çalar o setlerin işini pekâla görürdü.
Toplum dehşet verici bir ilkellik ve zekâ özürlülüğü içindedir. Normal görünen nice kişi var ki, aslında tedaviye muhtaç problemli, kompleksli hastalardır.
Her ülkede olduğu gibi bizde de bir miktar lüks ve şatafatlı otomobil olması tabiîdir. Lakin bir nisbet dahilinde. Eğer bu ülkedeki lüks Mercedes’lerin sayısı, bunları üreten Almanya’dakinden fazla ise Türkiye hasta demektir.
Bazen İstanbul civarında yüz kilometrelik otomobil yolculukları yapıyorum da mimarisi güzel, estetik özelliği olan tek villa göremiyorum. On milyarları su gibi harcıyorlar ve sonunda ortaya berbat, rezil, acayip bir bina ve bahçe çıkıyor. Geçenlerde büyük bir arazi içinde üç katlı kocaman bir ev gördüm. Arazinin etrafı yüksek taş duvarlarla çevrilmiş, onların üzerinde de üç metrelik tel örgüler gerilmişti. Behey adam, kendine bahçe mi yapıyorsun, hapishane mi? Kimbilir o duvarlara ve tel çitlere ne büyük servet harcamıştır.
İtalya’dan davlumbaz ithal ediyoruz. Lüks mü lüks, uzaktan kumandalı, dijital (ne demekse), pahalı şeyler. Yahu bu adamlar çıldırmış mıdır ki, davlumbaz gibi bir şeyi İtalya’dan getirtiyorlar? Ben eminim ki, uzaktan kumandalı ve dijital lüks davlumbazı İtalya’dan getirtilmiş olan hanede doğru dürüst bir kütüphane yoktur.
Evlere lüks mutfaklar, lüks banyolar yapıyoruz, bir sürü elektronik eşya koyuyoruz, fakat bir tarafına bir kütüphane yapmıyoruz.
Akşam oldu mu, “Bu gece nereye gidelim?” derler. Maksat güzel bir yemek yemek değildir. İçleri kurt doludur onları dökecekler. Lüks, pahalı elbiseler giyerler, bey hokkabaza, hanım soytarıya benzer. Gidecekleri yere varırlar, masaya kurulurlar, “Aaaa! Mürüş’ler de buradaymış, sağ tarafa dikkat et, Fürüş ve karısı, aman ne rüküş kıyafet…”
Ertesi gün laf arasına sokuşturulur, “Dün Senpiyer’deydik. Ben Burgonya (şarabı) içtim, Necoş Madeira… Amerika’dan uçakla getirtilmiş balıklar nefisti…”
Şöyle bir projem var: İstanbul’un, Ankara’nın, İzmir’in lüks ve sefih yerlerinde fotoğraflar çekilecek. Neler yeniliyor, kaça yeniliyor, kimler yiyor?.. 65’lik adam, playboy gibi giyinmiş, karı yetmişine merdiven dayamış, otuz yaşındaki taze gibi cilveler yapıyor. Kılık kıyafetler evlere şenlik. Kadının elbisesinin önü göbeğine kadar açık, göğüslerinin bir kısmı görülüyor. Lüzumlu lüzumsuz gülüşmeler, kahkahalar. Deli mi bunlar? Saçlar, makyajlar, boyalar, fondötenler… Kıkır kıkır, fıkır fıkır…Ha ha ha, hi hi hi, ho ho ho… Evet albüme bunlar konulacak, her resmin altına aleyhte olmayan açıklamalar yazılacak. Meroş ailesi San Sebastiyan lokantasında. Ana, baba, kız akşam yemeğinde iki yüz dolar ödediler. Gece geç vakitlerde Boğaz’daki bir diskotekte eğlendiler, gün ışırken Dolapdere’deki lüks işkembecide birer çorba içip Tarabya sırtlarındaki villalarına döndüler.
Böyle bir albümden yüz binlerce basıp bol miktarda gecekondu mahallelerine, köylere, Doğu ve Güneydoğu bölgesine göndermek gerekir. Halk okusun, mutlu ve putlu azınlık nasıl yiyor, nasıl eğleniyor, nasıl zevkleniyor bilsin. Bilmek kötü mü? 21 Nisan 2000