Perşembe

 

Aşağıdaki yazıyı bundan otuz beş yıl kadar önce haftalık Büyük Gazete’de yayınlamıştım. Yakın tarihimize ışık tutan, Millî Mücadele’nin başladığı tarihteki zihniyeti gösteren çok önemli bir belgedir. Vak’a, açılalı henüz bir hafta olmuş bulunan Büyük Millet Meclisi’nde geçer. Aşağıdaki satırları okuyunca önemini anlayacaksınız. Ancak bir hususu da belirtmek gerekir ki, bundan seksen dört yıl önceki Türkçeyi bugünkü yeni nesiller anlamakta güçlük çekeceklerdir. Çünkü Türkçemiz, terörist metodlarla bozulmuş, zayıflatılmış, arı duru sade suya tirit çorbası haline getirilmiştir. Bu sadeleştirme, bu arılaştırma kasıtlı ve maksatlı olarak yapılmıştır. Kültür, kimlik ve kişilik kopukluğu istiyorlardı. Bunda da başarılı olmuşlardır. Artık yeni nesiller, tarihî belgeleri okuyamıyorlar, anlayamıyorlar. Zaten, istenen de buydu.

İlkMeclis’te Türkçülük Münakaşası ve M. Kemal

Yıl 1920… Mayısın 1’indeyiz. Vak’a Ankara’da geçer. Meclis daha yeni açılmıştır. 23 Nisanla 1 Mayıs arasında kaç gün vardır?..

Kastamonu Mebusu Yusuf Kemal Bey kürsüye çıkar ve Sıhhat Vekâleti hakkında bir konuşma yapar; konuşmasında “Türk… Türklük…” kelimelerini sık sık kullanır. Bu konuşmadan bazı cümleler alalım.

Yusuf Kemal Bey (Kastamonu Mebusu):

– … Her Türk’ün söyleyeceği şey: Memleketinizde görülecek ilk iş sıhhiye işidir. Çünkü sıhhat olmazsa, çünkü Türklük sıhhatli bulunmazsa, o Türkler üzerine bina edeceğimiz hiç bir iş kalmaz… Türkleri muhafaza etmek için evvelâ sıhhati muhafaza etmeli… Türklüğü bitiren hastalıkları bir an evvel kaldırmazsak, eğer Türk ailesinin ve Türk ferdinin refahını temin edecek esbabı istikmâl etmezsek hepsi boştur…

Yusuf Kemal Beyin bu konuşması üzerine Sivas Mebusu Emir Paşa kürsüye çıkar.

O da şöyle konuşur:

– Yusuf Kemal Beyefendi Hazretlerinin irad-ı kelâm ettiği sırada, sıhhatlerinin muhafazası lüzumunu yalnız Türklere hasretmiş olmasına itiraz ediyorum…


(İslâm demekti sadâları… Kelime ile oynamayın sesleri)

Müsaade buyurun. Zannederim ki Müslümanlık namına teessüs etmiş bir Hilâfet vardır. Değil buradaki Müslümanlar, aktar-ı cihanda bulunan umum Müsliminin bu Hilafete merbutiyetlerini unutmamak iktiza eder. Rica ederim ki, yalnız Türklük namını istimal etmeyelim, çünkü Türklük namına biz buraya cem olmadık,

(gürültüler)

. Rica ederim sadece Türkler değil, Müslümanlar demek, hatta Osmanlılar demek kâfidir efendim.

(İslâm deniliyor sadâları…)

Bu vatanda Çerkes, Çeçen, Kürd, Laz ve daha bir takım İslâm kabileleri vardır. Bunları hariçte bırakacak, tefrikaya sebep olacak söz söylemeyelim

(gürültüler).

Reis:

– Müsaade buyurunuz, devam etsin!

Emir Paşa (Devamla):

– Bendeniz bu mesele hakkında uzun söz söyleyecek değilim. Bu gibi sözlerin şimdiye kadar bir faidesini görmedik. Hepimiz Hilâfete merbutuz. Bu hilâfet-i muazzamayı birçok asırlardan beri muhafaza edenin Türk kavmi necîbi olduğunu da kimse inkâr edemez. Yalnız tefrikayı icab edecek hiçbir söz söylenilmemesini tekrar temenni ediyorum.

Sivas Mebusu Emir Paşa’nın bu ikinci konuşmasından sonra kürsüye, sâbık “Yaver-i Hazret-i Şehriyarî” Mustafa Kemal Paşa çıkar ve aşağıdaki konuşmayı yapar ki, Paşanın o tarihteki milliyetçilik anlayışını aksettirmesi yönünden son derece ehemmiyetli bir tarihî vesika teşkil etmektedir. Muhterem okuyucularımızın dikkatle mütalâa buyurmalarını istirham ederiz.

Mustafa Kemal Paşa:

– Efendiler, meselenin bir daha tekerrür etmemesi ricasıyla bir iki noktayı arz etmek isterim. Burada maksud olan ve Meclis-i âlinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir. Yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasır-ı İslâmiyedir, samimi bir mecmuadır. Binaenaleyh bu heyet-i âliyenin temsil ettiği; hukukunu, hayatını, şerefini kurtarmak için azmettiği emeller, yalnız bir unsur-ı İslâm’a münhasır değildir. Anasır-ı İslâmiye’den mürekkep bir kitleye aittir. Bunun böyle olduğunu hepimiz biliriz. Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudut meselesi tâyin ve tespit edilirken, hudud-ı millîmiz İskenderun’un cenubundan geçer, şarka doğru uzanarak Musul’u, Süleymaniye’yi, Kerkük’ü ihtiva eder. İşte Hudud-ı millîmiz budur dedik! Halbuki Kerkük şimalinde Türk olduğu gibi Kürd de vardır. Biz onları tefrik etmedik.
Binaenaleyh muhafaza ve müdafaası ile iştigal ettiğimiz millet bittabi bu unsurdan ibaret değildir. Muhtelif anasır-ı İslâmiye’den mürekkeptir. Bu mecmuayı teşkil eden her bir unsur-ı İslâm bizim kardeşimiz ve menafii tamamıyla müşterek olan vatandaşımızdır. Ve yine kabul ettiğimiz esasatın ilk satırlarında bu muhtelif anasır-ı İslâmiye ki, vatandaştırlar, yekdiğerine karşı hürmet-i mütekabile ile riayetkârdırlar ve yekdiğerinin her türlü hukukuna; ırkî, içtimaî, coğrafî hukukuna daima riayetkâr olduğunu tekrar teyit ettik ve cümlemiz bugün samimiyetle kabul ettik. Binaenaleyh menafiimiz müşterektir. Tahsiline azmettiğimiz vahdet, yalnız Türk değil, yalnız Çerkes değil hepsinden memzuc bir unsur-ı İslâm’dır. Bunun böyle telâkkisini ve su-i tefehhümata meydan verilmemesini rica ediyorum. (Alkışlar)
10 Aralık 2004