M. Kemal Paşa’nın Önemli Bir Konuşması
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 13 Ocak 2019
Perşembe
Aşağıdaki yazıyı bundan otuz beş yıl kadar önce haftalık Büyük Gazete’de yayınlamıştım. Yakın tarihimize ışık tutan, Millî Mücadele’nin başladığı tarihteki zihniyeti gösteren çok önemli bir belgedir. Vak’a, açılalı henüz bir hafta olmuş bulunan Büyük Millet Meclisi’nde geçer. Aşağıdaki satırları okuyunca önemini anlayacaksınız. Ancak bir hususu da belirtmek gerekir ki, bundan seksen dört yıl önceki Türkçeyi bugünkü yeni nesiller anlamakta güçlük çekeceklerdir. Çünkü Türkçemiz, terörist metodlarla bozulmuş, zayıflatılmış, arı duru sade suya tirit çorbası haline getirilmiştir. Bu sadeleştirme, bu arılaştırma kasıtlı ve maksatlı olarak yapılmıştır. Kültür, kimlik ve kişilik kopukluğu istiyorlardı. Bunda da başarılı olmuşlardır. Artık yeni nesiller, tarihî belgeleri okuyamıyorlar, anlayamıyorlar. Zaten, istenen de buydu.
Yıl 1920… Mayısın 1’indeyiz. Vak’a Ankara’da geçer. Meclis daha yeni açılmıştır. 23 Nisanla 1 Mayıs arasında kaç gün vardır?..
Kastamonu Mebusu Yusuf Kemal Bey kürsüye çıkar ve Sıhhat Vekâleti hakkında bir konuşma yapar; konuşmasında “Türk… Türklük…” kelimelerini sık sık kullanır. Bu konuşmadan bazı cümleler alalım.
Yusuf Kemal Beyin bu konuşması üzerine Sivas Mebusu Emir Paşa kürsüye çıkar.
O da şöyle konuşur:
(İslâm demekti sadâları… Kelime ile oynamayın sesleri)
(gürültüler)
(İslâm deniliyor sadâları…)
Bu vatanda Çerkes, Çeçen, Kürd, Laz ve daha bir takım İslâm kabileleri vardır. Bunları hariçte bırakacak, tefrikaya sebep olacak söz söylemeyelim
(gürültüler).
Reis:
– Müsaade buyurunuz, devam etsin!
Emir Paşa (Devamla):
Sivas Mebusu Emir Paşa’nın bu ikinci konuşmasından sonra kürsüye, sâbık “Yaver-i Hazret-i Şehriyarî” Mustafa Kemal Paşa çıkar ve aşağıdaki konuşmayı yapar ki, Paşanın o tarihteki milliyetçilik anlayışını aksettirmesi yönünden son derece ehemmiyetli bir tarihî vesika teşkil etmektedir. Muhterem okuyucularımızın dikkatle mütalâa buyurmalarını istirham ederiz.
Mustafa Kemal Paşa:
– Efendiler, meselenin bir daha tekerrür etmemesi ricasıyla bir iki noktayı arz etmek isterim. Burada maksud olan ve Meclis-i âlinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir. Yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasır-ı İslâmiyedir, samimi bir mecmuadır. Binaenaleyh bu heyet-i âliyenin temsil ettiği; hukukunu, hayatını, şerefini kurtarmak için azmettiği emeller, yalnız bir unsur-ı İslâm’a münhasır değildir. Anasır-ı İslâmiye’den mürekkep bir kitleye aittir. Bunun böyle olduğunu hepimiz biliriz. Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudut meselesi tâyin ve tespit edilirken, hudud-ı millîmiz İskenderun’un cenubundan geçer, şarka doğru uzanarak Musul’u, Süleymaniye’yi, Kerkük’ü ihtiva eder. İşte Hudud-ı millîmiz budur dedik! Halbuki Kerkük şimalinde Türk olduğu gibi Kürd de vardır. Biz onları tefrik etmedik.
Binaenaleyh muhafaza ve müdafaası ile iştigal ettiğimiz millet bittabi bu unsurdan ibaret değildir. Muhtelif anasır-ı İslâmiye’den mürekkeptir. Bu mecmuayı teşkil eden her bir unsur-ı İslâm bizim kardeşimiz ve menafii tamamıyla müşterek olan vatandaşımızdır. Ve yine kabul ettiğimiz esasatın ilk satırlarında bu muhtelif anasır-ı İslâmiye ki, vatandaştırlar, yekdiğerine karşı hürmet-i mütekabile ile riayetkârdırlar ve yekdiğerinin her türlü hukukuna; ırkî, içtimaî, coğrafî hukukuna daima riayetkâr olduğunu tekrar teyit ettik ve cümlemiz bugün samimiyetle kabul ettik. Binaenaleyh menafiimiz müşterektir. Tahsiline azmettiğimiz vahdet, yalnız Türk değil, yalnız Çerkes değil hepsinden memzuc bir unsur-ı İslâm’dır. Bunun böyle telâkkisini ve su-i tefehhümata meydan verilmemesini rica ediyorum. (Alkışlar) 10 Aralık 2004