Salı

 

Benim üzerinde çokça durduğum önemli ve hayatî konulardan biri de, bu memleketin başında iki büyük belâ bulunduğu, bunların birincisinin din düşmanlığı, diğerinin din sömürüsü olduğudur. Dindar kesim hep din düşmanlığından bahseder, din sömürüsünü görmezlikten gelir; laik kesim ise din düşmanlığı yapar, bunu görmezlikten, bilmezlikten gelir; bütün gücüyle din sömürüsünden, irtica tehlikesinden bahseder. Bu iki konu birlikte düşünülmeli, işlenmeli, ikisinin de birden izalesi için çalışılmalıdır. Din düşmanlığı kalkmadan din sömürüsü kalkmaz, bu husus bilinmeli ve kabul edilmelidir.

Önce din düşmanlığından başlayalım. Bu ülkede bazı egemen, gizli, esrarlı azınlıklar vardır ki, onların felsefesi, dünya görüşü, ideolojisi İslâm ve Müslüman düşmanlığı üzerine kurulmuştur.Bunlar reaksiyoner, gerici, çağdışı bir zihniyetin zebunudur. Çağımızda dünyanın hiçbir ileri, medenî, gelişmiş, ciddî, köklü ülkesinde din düşmanlığı, antiklerikalizm yapılmamaktadır. İnsanlık âleminin süper gücü olan, dünyanın jandarmalığını yapan ABD’de paraların ve pulların üzerinde “Biz Allah’a güveniyoruz” yazılıdır. Fransa dışında hiçbir büyük güçlü, köklü devletin anayasasında laiklik ilkesi yoktur. Fransa’da da laiklik din düşmanlığı, dini baskı altında tutmak, dindarları ezmek mânasına alınmaz. Hiçbir ciddî, medenî, demokrat, hukukun üstünlüğü ilkesi üzerine kurulmuş, temel ve evrensel insan haklarına saygılı rejim, ülkesindeki hakim dine savaş açmaz, dindarları sindirmek için antimokratik faşist uygulamalar yapmaz.

Tek istisna Türkiye’dir. Peki Türkiye’de İslâm ile Türk devleti mi savaşıyor, Müslümanları devlet mi eziyor? Hayır, kesinlikle hayır! Ben devletimizi böyle bir şeyden tenzih ederim. Bu haksızlığı, bu medeniyetsizliği, bu baskıyı yapan devlet değil, ne olduğunu kimsenin doğru dürüst bilmediği şu “Derin Devlet” denilen heyulâdır. Bu derin devlet kavramının ardında da kendilerini her şeyin üzerinde gören ve tutan uğursuz bir zümre vardır. Bunlar kendi ideolojilerini, kendi azınlık saltanatlarını her şeyin üzerinde bilirler. Devletten de, vatandan da, milletten de, millî menfaatlerden de üstün. İşte Türkiye’nin kimliğine, kültürüne, tarihî devamlılığına, kişiliğine, gerçek demokrasiye, hukuka, temel insan haklarına karşı çıkan zihniyet budur.

Onlar demokrasiden bahsedip dururlar, fakat Müslümanlara demokratik hakları tanımazlar. Onlar sözde hukukun üstünlüğü taraftarıdır. Lakin Müslümanların hukuktan yararlanmaya hakları olduğunu kabul etmezler. Onlar insan hakları deyip dururlar ama bu hakları Müslümanlara tanımazlar. Gülünç bahaneleri vardır, bunlara kendileri de pek inanmaz. Müslümanlara demokratik haklar verilirse onlar memlekete hakim olur, laikliği değiştirir ve Türkiye’yi karanlığa götürürlermiş. O halde Müslümanlar demokrasiden yararlandırılmamalıymış… Aman ne mantık, ne mantık…

Stalin ne kadar demokrat idiyse bu adamlar da o kadar demokrattır. Bunların laikliği Enver Hoca laikliği gibi bir şeydir. Bunlar faşist, mütegallibe, Pol Pot zihniyetli adamlardır.

İslâmî inkişafı (gelişmeyi) önlemek, Müslümanları sindirmek için her şey mübahtır bu adamlarca. Tehdit, korkutma, zulüm, baskı, makyavelizmin her türlüsü. Yeter ki, kendi azınlık saltanatları, kendi zümrevî menfaatleri haleldar olmasın.

Bir masonun masonca yaşamak istemesi, kendi inançlarını ve masonluk dininin icaplarını hayatına uygulayabilmesi demokrasiye uygundur ama bir Müslümanın kendi inançlarına uygun bir hayat sürmek istemesi suçtur.

Bir takım köşeyazarları bıkıp usanmadan her gün İslâm’a ve Müslümanlara saldırırlar. Sokaklarda azgın ve şirret güruhlar “Kahrolsun Şeriat” diye haykırarak on milyonlarca Müslümanın mukaddesatına hakaret eder. Başörtülü Müslüman kızlar üniversitelere sokulmaz. Neymiş, siyasî simgeymiş. Yalandır. Başörtüsü kesinlikle siyasî simge değil, dinî bir simgedir ve bir ülkede demokrasi ve din hürriyeti varsa tesettürlü kızlar üniversiteye girebilmelidir. ABD’de, İngiltere’de, medenî Avrupa ülkelerinde değil üniversitelere, liselere, ilkokullara bile Müslüman kızlar başörtüsü ile gidebiliyor, tahsil görebiliyor da, Türkiye’de niçin gidemiyorlar? Çünkü bizim ülkemiz maalesef demokrat, hukukun üstünlüğü ilkesi üzerine oturmuş, insan haklarına, millî kimliğe saygılı bir sisteme sahip değildir.

Din düşmanlarının her biri ayrı bir derttir. Kimi farmason, kimi eski marksist, kimi militan ve saldırgan ateist, kimi iki kimlikli Sabataisttir. Onların bu millete yaptıkları düşmanlığı ne Hıristiyanlar yapıyor, ne de İsrail Yahudileri. Ben eminim ki, İsrail’de Müslüman bir kızın üniversiteye başörtüsü ile gitmesine kimse karışmaz. Ama bizdeki İsrail bendleri, Yahudi muhibleri başörtüsü görünce kırmızı görmüş boğa gibi öfkeden ifrit kesilirler.

Şimdi gelelim madalyonun arka tarafına, yâni ülkenin başındaki ikinci büyük belâ olan din sömürüsüne. Bu sömürünün ana sebebi Müslümanlara din hürriyeti verilmemesidir. Medreseler kapalı, tekkeler kapalı, Müslümanların din adamı, mürşid yetiştirmeleri yolları kesilmiş, Ümmet’in teşkilatı ve hiyerarşisi bozulmuş, inançlı kütleler cahil bırakılmış. Böyle bir durumda elbette din sömürüsü olacaktır. Din sömürüsünün tek ilacı din hürriyetidir. Gizli, esrarlı, şerir din düşmanları Müslümanları bölmek için her şeytanlığı yaptı. “Böl ve idare et”, işte onların birinci prensibi buydu. Müslümanların içine bir sürü ajan, casus, provokatör soktular. Bir takım adamlarla gizli anlaşmalar yaptılar. Bazı din baronlarını İslâmî hareketin içine onlar sokmuştur. İslâmî hareket, dinî hizmet ve faaliyetleri kirletmek, Müslümanların imkan ve enerjilerini verimsiz sahalara aktarmak için her şeytanlığı, her habaseti yaptılar. Sonunda din sömürüsü korkunç boyutlara ulaştı.

Otuz küsur yıldan beri İslâm’a hizmet etmek maksadıyla Müslüman halktan milyarlarca dolar toplandı. Bu paraların bir kısmı ile verimsiz ve faydasız masraflar yapıldı; bir kısmı ise birtakım haşaratın ve sahtekarların zimmetinde kaldı. Ben şer’î ve fıkhî kurallara uygun olarak aklın, ahlakın, faziletin gerektirdiği gibi ticaret, iktisat, sanayi işleri yapan Müslümanları tebrik ve teşvik ederim, bunlara bir şey dediğim yoktur. Lakin son zamanlarda yüzlerce sözde İslâmî holding kuruldu. Bunların bir kısmının, yurt dışında çalışan ve birikmiş paraları olan saf ve cahil Müslümanları kandırmak, tasarruflarını ellerinden almak için kurulmuş ciddiyetsiz müesseseler olduğuna dair rivayetler ayyuka çıkmıştır.

Din sömürüsü yüzünden İslâmî hareket kirlenmiş, dejenere edilmiştir. Bir takım alçak ve namussuz herifler ve güruhlar İslâm’ı, Müslümanları satmıştır. Bu reziller hem mukaddesat rantı yiyor, hem de düzenin haram kemiklerine köpek gibi tâlip oluyor.

Sözü uzatmayayım. Müslümanlar iyi bilsinler ki, eğer din düşmanlığını kaldırmak, İslâm’a ve Müslümanlara yapılan alçakça ve faşistçe saldırıları durdurmak istiyorlarsa, öncelikle İslâmî kesimdeki din sömürüsünü önlemeleri gerekir.

Laikler ve demokratlar da iyi bilsinler ki, bugünkü gibi dine ve dindarlara saldırılmaya, baskı yapılmaya devam edilirse Türkiye hiçbir zaman huzura, güvene sahip olmayacaktır.

Din düşmanlığı ve din sömürüsü yüzünden bir gün büyük bir yıkım olursa enkazın altında hepimiz kalacağız. Cümbür cemaat. 09 Şubat 2000