Maddî ve Mânevî Kalkınma İyi ve Vasıflı Müslümanlarla Olur
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 02 Ocak 2019
Cumartesi
Dünyanın en iyi hastahanesini düşünün. Her konuda dört dörtlük.İdaresi mükemmel, doktorları birinci sınıf. Hastalara çok iyi bakılıyor. Sadece yurt içinden değil, dünyanın her yerinden hasta geliyor…
Bu hastahanenin üstünlüğü, mükemmelliği nereden kaynaklanıyor? Elbette ki, idareci ve doktorlarından. Bu vasıflı, iyi, güçlü, üstün idareci, doktor ve diğer personeli oradan atın, yerlerine vasıfsız, çapsız, kalitesiz kimseler getirin, hastahane birkaç ay içinde batacaktır.
Bu hizmet ve faaliyetleri vasıflı, güçlü, üstün, ahlâk ve fazilet sahibi, bilge, doğru insanlar yürütürse ortaya harikalar çıkar. Bunları vasıfsız, ehliyetsiz, çapsız kişiler yaparsa bir sürü hezimet, felâket, hüsran olur.
Bazıları, kanunlar nizamlar iyi olursa ülke iyi idare edilir sanıyor. Yanlış ve eksik düşünce. Sadece kanun ve nizamların iyi olması yeterli olmaz;
Bu ikinciler vasıflı ve iyi olmazsa, kanunların mükemmeliyeti işe yaramaz.
Çünkü oradaki idareciler bunlara tenezzül etmiyor.
Hem kanunlar önlüyor, hem vasfılı insanlar yapmıyor.
Türkiye, 10 üzerine 3 küsur not ile
kokuşma yahut şeffaflık konusunda dünya ülkeleri listesinin diplerinde yer alıyor. Niçin?
İslâm dini, dar mânâda bir din değildir, onun
de var.
Daha çok hükümler var ama bu kadarını yazıyorum.
Şimdi biz Müslümanlar, takkelerimizi önümüze koyalım ve şu sorunun cevabını verelim: Biz yukarıda saydığım hüküm ve ilkeleri hayatımıza ve hayata uyguluyor muyuz?
Elbette her Müslümanı suçlamıyorum ama bizde, dinimizin kesin olarak yasakladığı, kötü gördüğü nice kötülüğü pervasızca yapan fasık, facir, asi var.
İslâm gıybeti yasaklıyor, biz bol bol gıybet ediyoruz. İslâm haram yemeyi yasaklıyor, bizden bazıları domuz gibi haram yiyor.
Hazret-i Ebubekir’in, Hazret-i Ömer’in örnek hayatlarından, ahlâklarından, icraatından bahs edip duruyoruz; tatbikatta onların yaptığının tam tersini yapıyoruz.
Müslümanlığın temel prensiplerinden/farzlarından biri de emr-i maruf ve nehy-i münkerdir; yani iyiliği emr etmek, kötülüğü yasaklamaktır. Biz Müslüman toplum olarak bunu yapıyor muyuz?
Peygambere iman etmek, O’nun Sünnetini tutmak, O’nun hayat tarzını benimsemek her Müslümana farzdır. Biz bu farzı yerine getiriyor muyuz? Elimize fırsat geçince Nemrud ve Firavun’a benzer bir hayat sürüyoruz. En lüks meskenler, en lüks binitler ve giysiler, en lüks yemekler… Fakir Müslümanlar ne olacak? Lisan-ı halle canları çıksın der gibiyiz. Din bize böyle mi söylüyor?
Namuslu, şerefli, doğru, dürüst, ahlâklı, faziletli, takvalı, âdil İslâmcılara bir şey dediğim yoktur; selâmlarımı ve hürmetlerimi sunar, ellerinden öperim. Lâkin… İslâmcı geçinen birtakım canavar kurtlar var ki, yemedikleri halt, yapmadıkları habaset yok. Haram yemek onlarda. İhalelere fesat karıştırmak onlarda. İşlerden komisyon almak onlarda. Halkı aldatmak onlarda. Emanetlerin her türlüsüne hıyanet onlarda. Kara, kirli, necis, pis servetler onlarda. Bu alçaklar, Ümmet-i Muhammed’in yüz karasıdır.
Küfre rıza gösteren kâfir olur. Haram yiyen, yalan söyleyen, emanetlere hıyanet edenleri sevenler ve destekleyenler büyük vebal altındadır.
felsefesi Müslümana yakışmaz.
Sevgili Peygamberimiz ne diyor:
Adil halife Hazret-i Ömer’in oğullarından biri bir suç işlemiş, suçu sabit olmuş, seksen sopa vurulacak…Faruk hazretleri
demiş ve cezayı bizzat kendisi infaz etmiş. Çocuk ölmüş…
Müslüman idareci diye
gibi kimselere denir: Kaç ülkenin hükümdarıydı, öldüğünde şahsî serveti cenazesinin techiz ve tekfinine yetmemiştir.
Dinsizler faziletsizlik yapıyor, malı götürüyor… Dindar geçinen birtakım sahtekârlar da, kötü düzenlerde kötü işler yapmak caizdir şeytanî fetvasına uymuşlar, onlar da haram yiyor, malı götürüyor…
Böyle bir ortamda güneş doğar mı? Doğmaz, doğmaz, doğmaz… 21 Ekim 2007