Cuma

 

En kısa zamanda, ülkemizin en az 100 şehrinde mahallî kültür ve araştırma dergileri yayınlanmaya başlanmalıdır. Bu husustaki teklif ve fikirlerimi arz ediyorum:

  • Senede üç nüsha yayınlanması yeterlidir.
  • Kalıcı olmaları için kitap ebadında olmalıdır.
  • Her sayısı 160 sayfadan az olmamalıdır.
  • Kapakları ve içlerindeki bazı fotoğraflar ve resimler dışında siyah-beyaz basılmalıdır. Asla “boyalı dergi” şeklinde olmamalıdır.
  • Ticaret, kâr, vurgun, köşeyi dönmek amacıyla çıkartılmamalıdır.
  • Gayr-i siyasî olmalıdır.
  • Tarih, arkeoloji, folklor, geleneksel sanat ve zenaatler, örfler, âdetler, tradisyonel tıb ve tedavi, eski mimarlık, eski evler, yörede yetişmiş eski şahsiyetlerin hayatı gibi incelemeler yer almalıdır.
  • Yeni şiirler, hikâyeler basılmamalıdır.
  • Vasıflı öğretmenlerle, zeki ve istidatlı öğrenciler ile işbirliği yapılmalıdır.
  • Fiyatları ucuz olmalıdır.
  • Az sayıda da olsa birtakım gençlerin, okur-yazarların merakları, dikkatleri harekete geçirilmeli, sosyal ve tarihî hâfıza güçlendirilmelidir.

    Kültür, sanat ve araştırma bakımından maalesef ülkemiz çölleşmektedir. Birkaç vaha var ama onlar istisnaîdir. Nüfusu beş binin altında olan küçük şehirlerimizde bile en az on kişi olmak üzere birtakım kültürlü, tarihî devamlılık şuuruna sahip, şahsî kütüphanesi olan, kendi çapında ilmî araştırma yapan kimseler bulunmalıdır. Bu zatlarda şu hasletlerin mevcut olması gerekir:

  • En az bir veya birkaç aruz bilecek, aruzla tarih düşürebilecektir.
  • Eski metinleri anlayarak, zevk ve haz alarak okuyabilecek seviyede edebî-yazılı tarihî Türkçe (Osmanlıca) kültürüne sahip olacaklardır.
  • En az bir kişinin, çok yüksek seviyede olmasa bile hattatlıktan anlaması, amatörce hüsn-i hat eserleri vermesi gerekir.
  • Bu zatlar eski mimarlık eserlerini tedkik etmeli, onları tanıtmalı, yörenin mahallî-millî kültürünü ayakta tutmak için güçlü bir niyete, iradeye, azme, sebata sahip bulunmalıdır.

    Benim çocukluğumda, 1940’lı yıllarda Osmanlı’nın son devrini iyi bilen, altı-yedi Padişah ve bir de Halife görmüş kimseler vardı. O tarihlerde memleketin durumu içler acısıydı; hürriyet yoktu, fakirlik ve korku hakimdi. Bugünkü gibi teyp, bilgisayar, fotokopi imkanı da yoktu. Eskiler, hatıralarını yazamadan bu dünyadan göçüp gittiler. Yazılanlar binde biri değildir. Şimdiki yaşlılar içinde 1930’lu, 40’lı yılları görmüş olanlar vardır. Hiç olmazsa onların hatıraları toplanmalıdır.

    -İkinci Cihan Savaşı yıllarında ülkemiz savaşa girmediği halde çok sefalet ve rezalet çekilmiştir.

    -CHP’nin tek parti oligarşisi zamanında bu milletin temel hakları ihlâl edilmiş, fikirler susturulmuş, vicdanlar ezilmiştir.

    -Yakın tarihimizde on bine yakın Selçuklu, Beylikler, Osmanlı camisi, medresesi, tekkesi, çeşmesi, taşmektep binası, vakıf eseri yıkılmış, satılmış, kiraya verilmiş, harap edilmiştir. Korkunç bir tarih ve millî kimlik soykırımı yapılmıştır.

    -Yine yakın tarihimizde yurdun her yerindeki binlerce tarihî İslâm kabristanı düzlenmiş, yapılaşmaya açılmış, bazısı park haline getirilmiş, ecdadımızın kabir taşları kırılmış, kemikleri hallaç pamuğu gibi atılmıştır.

    -Medenî milletler eski evlerini, tarihî binaları hassasiyetle korurken bizde eskiye ait her şey gericilik olarak görülmüş ve tahrip edilmiştir.

    Yayınlanacak dergilerde, agresif bir üslup kullanmamak şartıyla bütün bu konular incelenmelidir.

    Medeniyet ve ilerleme cep telefonlarıyla, otomobillerle, televizyon cihazlarıyla, bulaşık makinalarıyla, aptalca ve salakça döşenmiş olup içlerinde oturulmayan salonlarla olmaz. Medeniyet ilim, irfan, kültür, sanat, araştırma demektir.

    Millî kültürüne, millî sanatına sahip çıkmayan toplumlar çökmeye, dejenere olmaya, kimliklerini kaybedip yabancılaşmaya mahkûmdur. Bu memlekette millî lisana ve millî tarihe vurulan darbeler ne Nazi Almanya’sında, ne Stalin sömürge imparatorluğunda aynı şiddetle vurulmuştur.

    Gidiniz Azerbaycan’a, orada Azerî Türkçesinin, Azerî şiir ve edebiyatının, millî mimarlığın, millî sanatların, musikînin, resmin, minyatürün çok güçlü, çok parlak olduğunu görürsünüz.

    Bizde ise millî sanatlar ihmal edilmiş, onların yerine bale gibi fanteziler ile uğraşılmıştır.

    Japonlar Batı medeniyetinin ve dünyanın ilmini, tekniğini, silâhlarını, metodlarını aldılar ama kendi millî kültürlerini, sanatlarını, geleneklerini ihmal etmediler. Çetrefil yazılarını, kimonolarını, çay seremonilerini, ikebanalarını, bonzailerini, okçuluk sporlarını, millî ev döşemelerini ve daha nice sanatlarını, adetlerini titizlikle korudular.

    Japonya’da milyonlarca çekik gözlü kişi şu anda millî okçuluk sporu ile meşguldür. Bizim de böyle millî bir geleneğimiz vardır ama bununla uğraşanların sayısı, şu yetmiş milyonluk halk içinde birkaç yüzü geçmez. Hiçbir toplum züppelikle, maymunca taklitle, başka medeniyet ve kültürlerin fantezilerini iktibas etmekle medenîleşmiş olmaz.

    Türkiye’nin halk, ülke ve devlet olarak ayakta kalması, güçlenmesi, üstün olması ancak ve ancak kendi millî kimliğine, millî kültürüne, öz kişiliğine sahip olmakla, onları yaşatmakla mümkün olabilir.

    Şehirlerin nüfusunun çokluğu kimseyi aldatmasın, kelle sayısının çok olması güç ifade etmez. Bir şehirdeki kütüphanelere, sanat merkezlerine, ilmî araştırma enstitülerine, yüksek seviyede kültür sahibi olan vatandaşlara bakarak hüküm vermek gerekir. Yüz bin nüfusu olan bir şehirde antikacı, sahhaf, geleneksel sanat eseri satan dükkan yoksa orası büyük bir köyden veya mezradan ibarettir.

    Yüz bin nüfuslu bir şehirde yirmi bin adet cep telefonu var ama yeni basılan çok önemli bir kitap orada on adet bile satılmıyor. Böyle bir yere Bedevî-kent adını vermek gerekir.

    Müslümanlar! Sizin de bir kısmınız çok bozuldu. Otomobile, televizyona, buzdolabına, çamaşır makinasına, koltuk kanapeye verdiğiniz değerin yüzde birini ilme, irfana, sanata, kültüre, kitaba vermiyorsunuz. Kitap almaya gelince elleriniz cimrilikten titriyor ama bir cep telefonuna yüz milyonlar verebiliyorsunuz. Üstelik, bu meretin masrafı, bir kere almakla da bitmiyor, konuştukça yazıyor.

    Bu yazımdaki teklif kaç kişiyi, kaç şehri ilgilendirir bilemem.

    İlgilenenler olursa, hiçbir ücret ve karşılık beklemeden becerebildiğim kadar yardımcı olabilirim.

    (Bedir Yayınevi’nin 0212/519 36 18 numaralı telefonu vasıtasıyla fax mesajı gönderebilirsiniz.) 10 Nisan 2004