Mahkeme Bitince
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Mart 2019
Perşembe
Zengin halı taciri, şu sırada işlerin çok durgun olduğunu, ticaretin kötü gittiğini söyledi.
diye ilave etti.
Bunca kötü, bozuk, çarpık iş, bir mahkemenin sona ermesiyle nasıl düzelecek? Para, enflasyon, iktisat, iç ve dış borçlar, bunların dehşet verici miktarlara ulaşan faizleri… Bütçe talanları, hortumlamalar, rüşvetler, haram yiyicilik, banka soygunları, hileli iflaslar…
Emeğin horlanması ve faizin baş tacı edilmesi… Hiç çalışıp zahmet çekmeden, bir rizikoya girmeden rant yiyerek yaşamak… Çağın çok gerisinde kalmış, çocukları ve gençliği iyi yetiştiremeyen bir eğitim sistemi…. Ortaokul seviyesine düşmüş üniversiteler… Banka, holding, büyük şirketler sahiplerinin tekeline girmiş büyük medya… Kirlenmiş ve kilitlenmiş siyaset…
Çeteler, mafyalar, egemen azınlıklar, devletin ötesinde devlet, IMF tuzağı… Kendisine yetecek kadar buğday üretemeyen, etini dışarıdan ithal etmek zorunda kalan koskocaman bir ülke… Bir yandan din ile savaşan çirkin, namussuz, şerefsiz, alçak bir tâife; öte taraftan din sömürüsü ile katrilyonlar devşiren uğursuz ve münafık bir güruh…
Yirmi birinci asra birkaç ay kala, hâlâ bütün şiddet ve dehşetiyle devam eden başörtüsü savaşı… Türkiye vatandaşı bazı bedbaht kadınlara, üzerinde T.C. anteti bulunan resmî “vesikalarla” fuhuş yapma izni verilmesi… Kuşa çevrilmiş, birkaç yüz kelimeye indirilmiş; ilim, medeniyet, kültür, sanat çalışmaları yapmaya elverişsiz bir arı-dil… Bir resmî ideoloji tarihi, bir de gerçek tarih… Gerçek tarihin bazı can alıcı noktalarını yazar ve söylerseniz işiniz bitiktir… Yerlerinden yurtlarından sürülen milyonla vatandaş… Boşaltılan köyler… Saatli biyolojik bomba haline gelen şehirler… Kamplara, kutuplara ayrılan halk…
Yahudi cemaatinin önde gelen bir şahsiyetine göre, “Bir buçuk milyon Yahudi asıllı Türk”… İki kimlikli vatandaşlarımız. Dıştan Türk ve Müslüman görünüyorlar, gerçekte ise din ve ırk itibarıyla bir cins Yahudidirler… Teşvik edilen, üzerine benzin dökülen kumar, fuhuş, içki, eğlence yangını…
Güney Kore, Taiwan, Singapur gibi başarılı, akıllı, çalışkan, becerikli, iş bilir doğu ve Asya ülkelerinin tam tersine bir gidiş… İhtiyacın üç misli resmî memur ve işçi… Partizan ve popülist politikacılar hâlâ yeni memur ve işçi tayini için çırpınıyor… Bütçe bunların maaşlarını ödemekte zorlanıyor…
Çok kötü idare edilen, iflas noktasına gelmiş sosyal sigorta ve emekli sandığı müesseseleri… Lüks, israf, ziyankârlık, gösterişe yönelik tüketim, beyinsizlik… Güvensizlik… Görgüsüzlük… Kabalığın ve zorbalığın saltanatı… Büyük ve kodaman hırsızlar izzet ü ikbal ile yaşıyor, ancak küçük hırsızlar hapse atılıyor…
Tufan halini almış yalan selleri… Sapıklık…. Evrensel ve aşkın bilgelik kurallarına aykırı bir sürü düstur…
Öfff! Daha sayayım mı? A halıcıbaşı, bunca kötülük varken bir mahkemenin sonuçlanması ile ortalık nasıl düzelecek, ülke nasıl dirlik bulacak bana anlatabilir misin?
Nişantaşına gitmek üzere Sultanahmet’ten bir taksiye bindim. Şoför elli yaşlarında bir kimseydi. Sirkeci’ye kadar sesi çıkmadı, orada birden patladı. “Bunlar insan değil, dört ayaklı hayvanlar!” diye bağırdı. Gerçekten trafik en sabırlı insanları bile çatlatacak bir kargaşa içinde idi. Caddeler, meydanlar tam bir kaos manzarası arzediyordu. Nizam, intizam, disiplin, kurallara uymak diye bir şey yoktu. Almanyalı, İsveçli bir kimse olsa mutlaka aklını oynatırdı. İsveç’te kırmızı ışıkta geçen şoförleri yakalayıp akıl hastahanesine muayene edilmek üzere gönderiyorlarmış. Akıllı biri olsa kırmızı ışıkta geçmezdi, elbette bunun tahtası eksiktir diyorlarmış.
Bizim taksinin şoförü ile yarım saat kadar konuştuk. Faziletçi olmadığı belliydi, çünkü söz arasında Recai Kutan beye de çattı. Memleketin durumundan ümidini kesmişti. Kokuşmanın, hırsızlığın, rüşvetin, haram yiyiciliğin ne korkunç boyutlara ulaşmış olduğunun farkındaydı. Bana, “Bu memleket düzelir mi?” diye sordu. “Pek düzeleceği yok, idareciler, yüksek tabaka kısa zamanda akıllarını başlarına toplamazlarsa büyük bir yıkım ve çöküş kaçınılmazdır” cevabını verdim.
Şofördü, günde on iki saat halkın, hayatın içindeydi. Neler görmüyordu ki. Tele kızlık, fahişelik yapanlar, fahişe çalıştıran adamlar, takside giderken yanındaki ortağına nasıl sahtekarlık yapacaklarını, nasıl dolandıracaklarını anlatan düzenbazlar…
Büyük şehir iyice günaha batmıştı. Geçen gün yatsı namazına giderken Sultanahmet’teki Haseki Hamamı’nın önündeki banklardan birinde birbirlerine sarılmış iki genç gördüm, biri başörtülü bir kızdı. Lâ havle… başörtülüsü böyle yaparsa ötekiler neler etmez.
Yalan, emanete hıyanet, vaadinden dönmek, eğrilik, talan, haram yiyicilik her yeri sarmış vaziyette. Faziletli ve dindar geçinen nice herif bile faiz ve riba bataklıklarında yüzüyor. Para dinin yerine geçmiş, tek değer olmuş. Parayla satın alınmayacak bir şey kalmamış.
Bunca rezalet içinde, ibrik kafalı bir adam geçen gün sohbet esnasında, “Kurtuluş ve zafer yakındır. Hazret’imiz sayesinde yakında selamete çıkacağız” demez mi? Firak-ı dalleden bir fırkaya mensupmuş, mensubu olduğu hazreti göklere çıkarırmış; bedavadan kurtulacağımızı sanıyordu.
Herkesin bir sürü derdi var. Kimisi yazlığının fayans ve boya işlerini yaptıracak. Kimisi kızının düğününü tantana ve şaşaa ile yapmak için plan kuruyor. Kimisi kesada uğrayan ticaretinin, azalan kârının üzüntüsüyle kahroluyor. Kimisi on milyarlık arabasını satıp yirmi milyarlık bir oto almak için hesap yapıyor.
Biz, tepesinde piknik yaparken yanardağ homurdanıyor, kızgın lâvlar tazyikini artırıyor. Volkan ne zaman patlar dersiniz? Hiç belli olmaz. Belki yarın. 11 Haziran 1999