Cuma

 

(1) Şimdiye kadar başı örtülü dindar kadın vatandaşlar mahkemelerde, tesettürlü olarak sanık, tanık veya davacı olarak bulunabiliyorlardı. En son bu devamlılık bozuldu ve Ankara’da Yargıtay dairelerinden birinde görülen davada başı örtülü sanık hanım dışarı atıldı. Gerekçe olarak mahkemenin disiplini gösterildi. Peki, daha önce başı örtülü olmak disipline engel olmuyordu da, şimdi birden bire mi bir engel teşkil etmeye başladı?

(2) Başörtülü vatandaşı salondan dışarıya atan başkan “duruşmaya mayo ile gelinemeyeceği gibi başörtüsü ile de gelinemez…” buyurmuşlar. Bir mahkemeye elbette plaj kıyafetiyle, mayo ile gelinmez, Başörtüsünü mayo ile kıyaslamak mantık bakımından çürüktür, insanlar mayo ile deniz kenarında, plajlarda gezebilir; sokaklarda, caddelerde, otobüslerde, dükkanlarda, lokantalarda, resmi dairelerde yazın en sıcak günlerinde bile mayolu bir kimse göremezsiniz. Başörtüsü ise kadınlarımızın yarıdan fazlasının kullandığı bir giyim vasıtasıdır. Sosyal hayatın her yerinde başörtülü kadınlar vardır.

(3) Yargıtay dairesindeki duruşmada, başörtülü vatandaşın dışarıya atıldığı gün kim bilir Türkiye’nin kaç mahkemesinde, kaç başörtülü kadın davacı, dâvalı, sanık, tanık olarak bulunmuştur. Hangi gazetede okuduğumu hatırlamıyorum, Ankara’da Yargıtay’a bir kilometre uzaklıktaki bir adliye binasında, atılma hadisesinden bir gün sonra başörtülü bir kadın duruşma salonunda bulunmuş. Ne atılmış, ne kovulmuş ne de azarlanmış… Demek ki, bu konuda ülkemizde tek standart yoktur. Yargıtay daire başkanı bu davranışıyla ideolojik bir eylem yapmıştır. Hareketi hukukî değil, şahsîdir, sübjektiftir.

(4) Eşitlik temel ve evrensel bir insan hakkıdır. Anayasamız da bunu kabul etmiştir. Binaenaleyh tarafsız yargının huzurunda başı açık kadınlarla, başı örtülü kadınların eşit muamele görmesi gerekir. Başörtülü hanımın, sırf başındaki kumaş parçası dolayısıyla dışarıya atılmış olması eşitlik ilkesinin çiğnendiğini gösterir.

(5) Savunma hakkı kutsaldır. Saldırganlık, taşkınlık, dengesizlik yapmadıkça hiçbir sanık başındaki örtü, elbisesi yüzünden bu haktan mahrum bırakılamaz.

(6) Mahkeme salonundaki disiplini bozmak ne demektir? Bu soruyu bazı örnekler vererek cevaplandıralım: Kişi delice, dengesizce hareketler, çıkışlar yapar. Oturduğu yerden kalkar bir marş okumaya başlar, “sus yerine otur!” denir, dinlemez… Mahkeme heyetine veya karşı tarafa hakaret eder, küfürler savurur… Nâra atar… Hiçbir mazereti olmadığı halde karar okunurken veya karar beyan edilirken ayağa kalkmaz… Ceketini ve gömleğini çıkartmaya yeltenir…

(7) Dindar bir kadın vatandaşın başını örtmesi disiplini bozmak manasına alınamayacağı gibi, dindar bir erkeğin sakallı olması da hiçbir şekilde disiplini bozmak şeklinde yorumlanamaz. Vatandaşın bıyıklı veya bıyıksız olması; bıyığının Sünnî bıyığı, Alevi bıyığı, Stalin bıyığı şeklinde olması da mahkemenin disiplini ve huzuru ile uzaktan veya yakından ilgili değildir.

(8) Bir hâkim, yargı kürsüsüne oturmadan önce kendi şahsî görüşlerini, tercihlerini, ideolojilerini vestiyere bırakır. O kürsüde sadece adil bir hakim olarak oturmaktadır. Karşısındaki sanık, kendi inançlarına ve ideolojisine taban tabana zıt bir yapıya sahip olsa bile vereceği kararda, duruşma esnasında ona karşı olan tutumunda en ufak bir tesir bile meydana getirmez.

(9) Başörtülü TC vatandaşı hanımın duruşma salonundan atılması öncelikle bu ülkedeki çağdaş, laik, ilerici, seküler zihniyetli aydınların, okur-yazarların, düşünürlerin, hukukçuların, medyacıların meselesidir. Nitekim hadiseden sonra birçok çağdaş yazar durumu son derece yadırgadılar, derin şekilde tedirgin oldular ve şiddetli tepki gösterdiler. Bu krizin çözümü Müslümanlar eliyle olmayacak; laik ve çağdaş kesimin sağduyulu temsilcileri vasıtasıyla gerçekleşecektir.

(10) Yargıtay’daki hadisenin aniden, birdenbire, spontane meydana geldiğini zannetmiyorum. Sayın Cumhurbaşkanının Cumhuriyet Bayramı resepsiyonuna, eşleri başörtülü olan bakan ve milletvekillerini yalnız olarak davet etmesi hadisesinin kasıtlı ve planlı bir devamıdır. Türkiye’nin gündeminde olmaması gereken bir başörtüsü krizi çıkartmak isteyenler vardır. Sağduyulu, sabırlı, akıllı, firasetli hiçbir vatandaş öfkelenmemeli, sinirlenmemeli, duygularına mağlup olmamalıdır.

(11) Ne garip bir ülkede yaşıyoruz!.. Protokol bakımından ülkenin ikinci şahsiyeti olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, üçüncü şahsiyeti olan Başbakan Çankaya’daki Cumhuriyet Bayramı resepsiyonuna eşlerini götüremiyorlar…

(12) Hani egemenlik kayıtsız şartsız milletin idi? Bizdeki başörtüsü krizi gibi bir buhran, mesela İsviçre’de patlak verse, bir halk oylaması yaparlar ve onun neticesine bakarlar, Türkiye’de bu konuda bir referandum yapılsa, halk ne diyecektir: “Ülkemin böyle bir problemi yoktur, isteyen başı açık gezer, isteyen başını kapatır…”

(13) Birtakım ilericiler başörtüsü konusunda Tunus’u örnek ve model gösteriyorlardı. Haber aldığımıza göre birkaç ay önce o kardeş ülkede başörtüsü konusundaki yasaklar kaldırılmış ve isteyen kadın ve kızlar tesettür kıyafetine bürünmüşler. Bizimkilerin güvendikleri bir dağa kar yağdı…

(14) Mısır’da başörtüsü ve namaz her geçen gün daha fazla rağbet görüyormuş. Hattâ, bir Fransız gazetesinde okudum, nice Mısır’lı manken tesettür kıyafetine büründüğü ve artık podyumlara çıkmadığı için Lübnan’dan manken ithal etmek zorunda kalınmış. Namaz ve cemaat meselesine gelince, ezan okununca hayat duruyor, camiler doluyormuş. Darısı bizim başımıza…

(15) İslâmî kesim haklarını, hürriyetlerini, haysiyetini koruyamıyor. Gönül arzu ederdi ki, Yargıtay’daki hadiseden sonra hemen beş on vasıflı aydından müteşekkil bir komite kurulsun, bunlar hukukî (dinî değil) bir bildiri hazırlasınlar; bu bildiri The Times, Le Monde, Washington Post, Frankfurter AIlgemeine Zeitung gibi büyük gazetelerde ilan olarak yayınlansın; ayrıca on binlerce e-mail çekilsin. Bildiri metninin İngilizcesi, Fransızcası, Almancası o kadar mükemmel ve edebî olsun ki, okuyanlar Türkiye Müslümanlarındaki kültüre ve kaliteye hayran kalsınlar…

(16) Sinirlenenler, duygularına mağlup olanlar, öfkeye kapılanlar kaybederler. Son derece sakin, soğukkanlı, sabırlı olmak gerekir. Müslüman kesimde hiçbir şahsın, tüzel kişinin, medya organının başörtüsü konusunda, diğer benzer konularda tehevvüre kapılmaması, yaygara kopartmaması, çığırtkanlık yapmaması gerekir. Bu gibi hareketler yangının üzerine benzin dökmek gibidir.

(17) Dünyanın hiçbir medenî ve demokrat ülkesinde Müslüman bir hanım sırf başı örtülü olduğu için, mahkeme salonundan dışarı çıkartılmaz. Geçenlerde gazeteler bir fotoğraf bastılar, Almanya’da küçük bir şehirde güvenliği sağlamakla vazifeli gece devriyesinde başları örtülü iki Müslüman kadın bulunuyordu. 11 Eylül ikiz kulelerin yıkılması hadisesinden sonra Batı ülkelerinde Müslümanlara kötü gözle bakanlar olmuş, birtakım baskılar ve haksızlıklar yapılmıştır ama şu ana kadar, Fransa dahil, hiçbir medenî, ileri, demokrat, hukukun üstünlüğü prensibini kabul etmiş ülkede üniversitelerde baş örtüsü yasağı uygulanmamıştır.

(18) “Ama Atatürkçülük…” diyenler olabilir. Biz de onlara “Başı örtülü Zübeyde anne, sımsıkı tesettürlü Latife Hanımefendi, M. Kemal Paşa’nın ablası yine başörtülü Makbule Hanım…” deriz, Saygılarımla… 29 Kasım 2003