Mahkûm Arabası Devrilmiş
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Ocak 2019
Cuma
Mersin’den Alanya’ya mahkûm taşıyan ve içinde 26 mahkûm ve jandarma bulunan Cezaevi nakil aracı Karaman yakınlarında takla atmış, 26 yaralı varmış. Bir mahkûm ile bir jandarmanın durumu ağır imiş…
Bu haber bana 1984’te İstanbul Sağmalcılar Cezaevi’nden Gerede Cezaevi’ne naklimi hatırlattı. Revirde yatıyordum.Sabah kör karanlıkta bir gardiyan geldi, hemen hazırlan Gerede’ye sevk edileceksin dedi. Gazeteciydim, fikir suçlusu idim, imkânım vardı,
istemiştim, kabul etmediler. Özel sevk demek, bir araba temin ediyorsun, ellerin kelepçeli olarak iki jandarmanın arasında gideceğin yere o araba ile gidiyorsun.
Hazırlandım, aşağıya mahkûm arabasının olduğu yere indirdiler. O gün biraz rahatsızdım. Mahkûm elbisesi giyiyordum, ceplerimdeki her şeyi boşalttılar. Yanına ilaç bile alamıyorsun. Ellerimi bir zincir ile kelepçelediler. Zincire kilit taktılar. Kilidin anahtarını bir zarfa koydular, zarfa iki mühür bastılar. Cezaevi aracı tabut gibi bir şey. 25 mahkûm tahta sıralara oturmuş; gardiyanlar ve askerler hepimizi müşterek bir sevk zinciri ile bağladılar.
Önde arkada eskort otomobilleri olduğu halde yola çıktık. Boğaz köprüsünden geçerken, demir parmaklıklı küçük penceresinden denizi gördüm…
Cezaevi-tabut arabası çılgın bir süratle yol alıyor. Eskort otomobilleri arada bir acı acı siren çalıyor. İstanbul vilayet sınırını geçince, eskortlar değişti, Kocaeli eskortları devreye girdi. Yine çılgınca yola devam ediyoruz.
Ekmek yok, su yok, hastalar için ilaç yok… Bir yerde durduk, bazıları zar zor pantolonlarını çözüp ihtiyaçlarını gördüler.
Güneşin batmasına yakın Gerede Cezaevi’ne geldik. Zarfı yırttılar, içinden anahtarı çıkarttılar, bileklerimdeki zincirin kilidini açtılar. Kelepçe derimde derin izler bırakmıştı… O zamandan bu yana 20 yılı geçen bir zaman aktı. Sevkler yine devam ediyor.
Çılgın gibi yol alan eskortlu cezaevi arabası Mersin’den Alanya’ya giderken devrilmiş ve 26 kişi yaralanmış… Muhakkak onlar da sevk zinciri ile bağlıydılar. Yine muhakkak bilekleri de sıkıca kelepçeliydi. Acaba yolda susayana su, acıkana biraz ekmek peynir veriyorlar mıydı? Hastalanan ilaç alabiliyor muydu?
Onların içinde düşünce suçluları var. İnanç suçluları var. Siyasî suçlular var. Kader kurbanları var. Bir cezaevinden öbürüne elleri kelepçeli, ayaklarından hepsi birden sevk zinciri ile bağlı olarak sevk edilen mahkûmlar var.
1984’te Sağmalcılar Cezaevi’nde bir ay kadar yattım. Hatıralarımı, çektiklerimi yazsam bir kitap olur. Şile’ye naklimi istemiştim. Oraya göndermediler, Gerede’ye gönderdiler. Orada da bir ay çile çektim. AdaletBakanlığı’na müracaat ederek Şile’ye gönderilmemi istedim. Bir ay sonra karar çıktı. Bu sefer Mühendis Mehmet beyle birlikte özel sevkle gönderildik. Yolda onu Gebze Cezaevi’ne bıraktık, ben Şile’ye devam ettim. Şile başsavcısı Yalçın Bey iyi bir insan, iyi bir hukukçu, merhametli bir bürokrat idi. Biraz nefes alabildim. Onu rahmetle anıyorum.
Birtakım gazete ve televizyonların,
namazı bir öcü gibi göstermeye yeltenmeleri, namaza başlayan kızın ailesinin perişan olduğu gibi gülünç bir iddiada bulunmaları, okul çocukları namaz kılıyor, rejim tehlikede, nereye gidiyoruz, kalkın ey ehl-i vatan diyerek feryat edip ortalığı velveleye vermeleri aslında çok iyi oldu. Böyle yaygaralar kopartanların zihniyetleri iyice anlaşılmış oldu.
Durum vahim, çünkü karnındaki çocuk kimden belli değil… Bu gibi hâdiseleri magazin üslubuyla verenler, her nedense birkaç çocuğumuzun namaz kılmasını pek telaşlı, pek tedirgin,
sanki memleket batıyormuş, devletin temelleri dinamitleniyormuş gibi yayınlamaları artık bütün Müslümanların gözlerini açmalıdır.
Liselerde öğrencilerin bir kısmının namaz kılmasından daha tabiî ve normal birşey olamaz. Liselerde namaz kılınacak bir yerin bulunması da çok normaldir. Anormal olan, bu milletin ekmeğini tuzunu yiyenlerin din hürriyetine, namaza, dindarlığa böylesine azılı düşman olmalarıdır.
Namaz hakkında böyle bir düşmanlık sergileyenler, yarın ileride ellerine fırsat geçince ezanları da susturur, camileri kapatır,
diyerek bütün İslâmî faaliyetleri yasaklamaya kalkışır.
Seçimlerde bazı vilayetlerde boyu iki metre olan seçim pusulalarına mühür vurulacakmış. Diyarbakırınki iki metreyi de geçiyormuş. Bütün partilerin adayları, bağımsızlar hep birlikte imiş. Böyle listeler adamın aklını karıştırır. Mührü istediğin partinin yanına bastın, mürekkep kurumadı, başka yere de mührün izi çıktı, bu taktirde oy pusulası geçerli olacak mıdır? Pardon oy pusulası değil, oy çarşafı… Bu çarşaf gibi kağıdı o küçük zarfa nasıl katlayıp sokacaksın? Sonra zarfı, oy sandığının küçük deliğinden nasıl içeriye atacaksın? Akşam sandıklar açılınca, oy sayman heyeti bunları nasıl okuyup liste çıkartacak?
Bu sefer
işi de çok zor. Önceki seçimlerde hayli katakulliler yapıldı. Bu sefer, adamlar profesyonel hokkabaz veya sihirbaz olsalar, çarşaf oylarla kolayca oynayamayacaklar. Her halde “hizmetlerine” zam yapacaklardır. Peki asıl önemli konu, acaba seçimler yapılabilecek midir? Yapılamazsa eski Meclis devam mı edecektir? Yoksa, millî irade tâtil mi edilecektir? 09 Haziran 2007