Mâlik Olmak, Olmak
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Salı
Yüksek İslam ahlakı “mâlik olmak” değil, “olmak” üzerine kuruludur. Müslüman âlim olacaktır, cahil değil. Ârif olacaktır, kaba ve ufuksuz değil. Cömert ve kerim olacaktır, cimri değil. İhlaslı olacaktır, iki yüzlü münafık değil. Doğru olacaktır, eğri değil… İslam ahlak kitapları bir Müslümanda olması gereken memduh (övgüye değer) sıfatları, huyları yazar. Bunların karşısında, Müslümanda olmaması gereken mezmum (zemmedilmiş, kötülenmiş) sıfatları da belirtir.
Zamanımız Müslümanları şimdi, olmaktan çok, mâlik olmak ahlakına yönelmişlerdir.
Dindar bir ana baba oğulları için gece gündüz şöyle dua ediyor:
– Biz fakirlik çektik, keyfimizce yaşayamadık. İnşaallah oğlumuz iyi bir tahsil yapar, gözde bir meslek sahibi olur. Bol para kazanır. Lüks ve güzel meskenlerde, yazlıklarda oturur. Lüks ve pahalı arabalarla gezer. İyi ve kaliteli yemekleri bol bol yer. Çok sefa sürer, keyiflenir. Gel keyfim gel kekâh bir hayat sürer.
Aman ya Rabbî! Dindar geçinen bir ebeveyn oğulları için nasıl böyle dua edebilir? Bu tam materyalistçe bir dua değil midir? Müslümanlar çocukları için şöyle dua etmelidir:
– Ya Rabbî! Zaman çok bozuk, Sen çocuklarımızı koru. Onların imanlı, faydalı bilgi edinmiş, ahlaklı, faziletli, olgun, yararlı, âhiretini düşünen, Allah’tan korkan faziletli ve said (mutlu) kişiler olarak yetişmelerini nasip eyle. Senden niyazımız budur…
İslam dini gösterişi, lüksü, israfı, saçıp savurmayı, fakirler ezilirken sorumsuzca ve domuzlar gibi yiyip içmeyi; eviyle, dekorasyonu ile, otomobili ile, elbisesi ve ayakkabısı ile övünmeyi çirkin görmektedir. Peygamberimiz böyle şeylerden uzak durmuş ve ümmetini bu konuda uyarmıştır. Vahiy, akıl sünnet, hikmet bunları hoş görmez.
Câhil ve azgın bazı Müslümanlar bu dünyayı yalancı bir cennet haline getirmek istiyor. Dünyayı cennet yapmak bir kere itikada aykırıdır. Bu dünya fâni bir gelip geçme yeridir. Bir mezraadır (tarım yapılan arazidir), mahsulü öteki dünyada elde edilecektir. Bu dünya bir imtihan yeridir. Çeşitli sıkıntıları, çileleri, kahpelikleri vardır. Dünyayı cennet haline getirmek, yan gelip yatmak, keyfine bakmak felsefesi İslam’a zıttır.
Müslümanların bir kısmı farkına varmadan hedonist ahlakın kuyusuna düşmüşlerdir. Lezzet, zevk, keyf ahlakı. Akşam olunca, hali vakti yerinde olan, iyi para kazanan bazıları süslenirler püslenirler ve pahalı bir lokantaya giderler. Beyin kostümü bir milyar liraya alınmıştır. İskarpinlere yetmiş milyon ödenmiştir. Hanımın mantosu ve eşarbı fakir bir ailenin bir yıllık kazancına denktir. Oğulları Tosun ile kızları Hürmüz de yanlarındadır.
Lokanta ayna, cam, kristal, Brezilya graniti, lambri, salkım saçak âvize ile dolu saray gibi yerdir. Tabiî zevksiz ve sanatsız bir saray. Bizim Müslüman aile otururlar, garsonlar siparişleri alır. Çorba içmezler. Çünkü çorba nisbeten ucuzdur ve karın şişirir. Onlar en pahalı, en lüks, en gözde yemeklerden yiyeceklerdir. Garson “Efendim İskender kebabınız bir mi, bir buçuk mu olsun?” diye sorar. Hafifçe kaşlar çatılır, “Bir buçuk olsun” denir. Zavallı maganda bir porsiyon kebab yemeyi zül addeder.
Ana baba, iki çocuk elli milyon liralık yemek yerler. Fakir bir vatandaşın yarım aylık geliri. Hattâ bazı yerlerdeki standartlara göre bir aylık. Siz taşradaki konfeksiyon ve tekstil atölyelerinde ayda elli milyona kızların ve kadınların çalıştırıldığını biliyor musunuz?
Para kazanıp, zengin olup da evde ve dışarıda çok ve lüks yemekten başka bir harcama yolu bulamayanlara acınır.
Müslüman zenginlerimiz lükse ve israfa yönelik tüketim yerine; kaliteye, kültüre, sanata, dindarlığa, hayr u hasenata, sevap kazanmaya, emr bi’l-mârufa ve nehy ‘ani’l-münkere (iyiliği desteklemek, kötülüğü köstelemek hizmetlerine) yönelik harcamalar yapmalıdır. Ancak böyle harcamalar ilimle, irfanla, kültürle, hikmetle, terbiye görmüş olmakla, kemâl ile mümkündür.
Tasavvuf İslam ahlakı demektir. Tasavvufa karşı olan, ahlaka karşı çıkmış olur. Ahlak terbiyesi almadan olgun insan ve kemalli Müslüman olmak mümkün değildir. İslam tarihinde en büyük zâhir alimlerinin bile mürşidleri olmuştur. Ebû Hanife hazretleri Câfer-i Sâdık hazretlerine intisaplıydı. İmamı Gazalî’nin de mürşidi vardı. Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır.
Tekkeler, zaviyeler, dergahlar kapatıldı, tasavvuf yasaklandı ve sonunda Müslümanlar bugünkü hale geldi. Ortada biraz salâh varsa, iyi örnekler varsa onlar bin zahmetle hizmet etmeye çalışan tarikatların, şeyhlerin, mürşidlerin eseridir.
Şeyhle, mürşidle tartışılmaz. Ne diyorsa kabul edeceksin. Dünyaya kapılma mı diyor, kabul edeceksin. Mürid ve derviş, şeyhini ve mürşidini içinden bile tenkit edemez. Şu satırı yazarken yirmi beş sene önceki bir hatıram canlandı. Ziyaretime bir genç gelmişti. Merhum Gönenli Mehmed efendiye bağlıymış, okuması için o yardım ediyor, barınacağı bir yer ve yemek temin ediyormuş. Genç bir ara “Büyüğümüzdür ama kendisinden çok şikayetçiyim” dedi. Hayrola diye sordum. “Siyasî bakımdan benim tuttuğum cemaati tutmuyor, desteklemiyor, böyle şeyh olur mu?” gibisinden laflar ettiydi. Fesubhanallah!
Tarikatın, şeyhin, mürşidin hakikî olanı ne kadar lüzumlu, zarurî, faydalı ise sahteleri de o kadar zararlı ve helâk edicidir. Böylelerinin peşine düşenler Mevlâlarını değil, belâlarını bulurlar.
Efendim biz yine konumuza dönelim:
(1) Kuduz ve sınırsız bir kazanç ve zenginlik hırsına sahip olmayacaksın. Kazancın ve paranın çoğunu değil; hayırlı, uğurlu, bereketli, yeterli olanını isteyeceksin. Servetin, zenginliğin ateşten bir gömlek olduğunu bileceksin.
(2) İsrafa, gösterişe, heva ve hevese, benliğe yönelik tüketimi ve harcamaları bırakıp; kaliteye, kültüre, yararlı işlere yönelik tüketim yapacaksın.
(3) Zengin de olsan, çok da kazansan alçak gönüllülüğü, tevâzuyu, orta halliliği bırakmayacaksın. Daha açık bir tâbirle para ve servet seni kudurtmayacak, ne oldum delisi olmayacaksın.
(4) Oğul ve kızlarının ilimli, irfanlı, hikmetli, ahlaklı, faziletli, hayırlı insanlar olarak yetişmeleri için çalışacaksın.
Dindar kesimde yoktur ama dindar olmayan yeni ve türedi zenginlerin bazısı birtakım kulüplere üye yazılabilmek için astronomik hava paraları, duhuliye ücretleri ödüyorlarmış. Akıllarınca böyle yerlere üye olmakla toplum içinde itibar, şeref, şan, asalet kazanacaklarını sanıyorlarmış. Ne aptalca, ne ahmakça heveslerdir bunlar.
Dindar kesimin ahmakları ve belhleri de paralarını birtakım din baronlarına kaptırıyorlar. “Ben falan barona bir trilyon verdim…” Ya öyle mi, aptalığına doyma emi!
Dinimizde sekiz kimseye zekat verilebilir. Kur’an’da, fıkıhta, Şeriat kitaplarında bunlar açıkça yazılmıştır. Kızılay, Hava Kurumu, Çocuk Esirgeme Kurumu, tarikat, dernek, hizip, fırka gibi hükmî şahsiyetlere, tüzel kişilere zekat verilemez. Verilirse zekat borcu ödenmiş olmaz. Zekat parasıyla cami de yaptırılmaz.
Başladığımız yere dönelim. İslam ahlakı mâlik olma ahlakı değil, olma ahlakıdır. Unutulmasın. İyi Müslüman olacaksın, adam olacaksın. Gerisi lâf u güzaf. 26 Temmuz 2000