Pazartesi

 

Bir Müslüman

– Son büyük zelzele Allah’ın bir cezasıydı. Çok günah işlendi, isyan edildi, yeryüzü fesada verildi; Cenâb-ı Hak cezalandırdı…

Mâlum ve Mâhutlar

– Vay gerici vay!.. Çağdışı… İmdat, irtica var!.. Hangi devirdeyiz be adam! Konuşturmayın böylelerini… Cart curt…

ve saire ve saire…

Onlardan Biri

– Büyük kâhin

(Yahudilikten Katolikliğe dönmüş, gerçekten dönmüş mü, o da belli değil…)

bundan yüzyıllar önce çağımızda olacak önemli hadiseler hakkında kehanette bulunmuş, İkiz Kulelerin yıkılacağını, Irak savaşını haber vermiş; bundan sonra olacak dehşetli olayları, üstü kapalı olarak bir bir söylemiş…

Mâlum ve Mâhutlar

– Vay canına be… Bravo Nostradamus’a… Monşer, ne kadar ilginç… Bitiyorum şu Nostradamus’a… Ah Nostradamus, vah Nostradamus… Ne de olsa bizim Nostradamus, bizden Nostradamus…


Bir Müslüman


– Darvin teorisinin hiçbir bilimsel tarafı yoktur. Şimdiye kadar yüz kere çürütülmüştür. Siyaset ve iktisatta Marksizm neyse, felsefe ve biyolojide Darvinizm odur. Müslümanlar bu çürük, bilimdışı, mesnetsiz teoriyi kabule mecbur değillerdir. Biz Yaratılış inancına bağlıyız.

Mâlum ve Mâhutlar

– Sus gerici sus! Yahu ne günlere kaldık… Herif insanın maymundan türediğini inkâr ediyor… Bilimdışı, çağdışı kafa!.. Konuşturmayın, susturun, ağzını tıkayın… Ciyak miyak…

BİR MERAKLI SORAR – İnsanın maymundan türediğini iddia ediyorsunuz, anne tarafından mı, baba tarafından mı?

ONLAR – Zevzekliği ve edepsizliği bırak… Şimdi zabıt tutar, 312’nci maddeyi ihlâlden seni şikâyet ederiz.

O KİŞİ

– TCK 312’nci maddenin benim söylediğimle ne alâkası var?

ONLAR – Olmaz olur mu? Sen Darvincilerle, Darvinci olmayanlar arasında fitne fesat çıkartıyorsun, toplumun huzurunu bozuyorsun.

BİR MÜSLÜMAN – Onlar İki Kimliklidir, Müslüman gibi görünüyorlar ama değiller. Böylelerinin benim dinime, inançlarıma, ibadetlerime karışmaya ne hakları var?

ONLAR – Sus Acı Soğan sus!.. Sizi kendi halinize bırakırsak, bu ülkeyi, bu halkı, bu devleti gericilik karanlıklarına götürürsünüz. Senin istediğin din, inanç ve inandığı gibi yaşamak hürriyeti İngiltere’de, ABD’de, İsveç’te, Norveç’te olur ama Türkiye’de olmaz, durum müsait değildir. Fazla konuşup durma…

ONLAR

– Ezan Türkçe okunsun, namazda Kur’ân’ın Türkçesi kıraat edilsin.

MÜSLÜMAN – Siz hiç namaz kılmıyorsunuz, camiye de gelmiyorsunuz, ezana, ibadete ne karışıyorsunuz?

ONLAR – Biz bu memleketi sokakta bulmadık. Bu günlere gelinceye kadar ne kadar çalıştık, çabaladık. Elbette karışırız.

MÜSLÜMAN

– Siz Türklere ve müslümanlara “Acı Soğan” diyormuşsunuz. Sonra da Türkçülük, Türkçecilik taslıyorsunuz, olur mu böyle şey?

ONLAR – Niçin olmasın? Biz yapıyoruz, pekâlâ oluyor.

MÜSLÜMAN

– Biz sizin İbranice, Ladino ibadetinize ve dualarınıza karışıyor muyuz?

ONLAR – Artık sen çizmeden çok yukarı çıktın, haddini fazla aştın…

(Üzerine yürürler ve zavallıyı tekme sille döverler.)

“Büyük bir çalgı evinden, çalgı ve çalmak sesleri gelir… Kanunlar çalınır, kemanlar çalınır, santurlar çalınır, udlar çalınır, saksafonlar çalınır, gitarlar çalınır, defler çalınır, darbukalar çalınır, davullar çalınır, çal babam çal…

Para çalınır, cep telefonu çalınır, otomobil çalınır, devlet malı çalınır, belediye malı çalınır, halkın malı çalınır, saçı bitmedik yetimin hakkı çalınır, gözü yaşlı fukaranın nafakası çalınır… Çal yavrum çal… Havada notalar uçuşur.: Sol, sol, sol… La, la, la… Do re mi fa…

Konser sonuna yaklaşmaktadır, bütün çalgılar cehennemî bir hızla ve dehşetle kakafonik senfoniyi çılgınlar gibi, deliler gibi çalarlar… Çalalım ey yaren, bu demler çalma zamanıdır… Kanun çalalım, gitar çalalım, borazan çalalım, klarnet çalalım, darbuka çalalım, davul zurna çalalım… Hem çalalım, hem oynayalım… Bu vatan bizimdir… Çalalım, çırpalım, boş oturmayalım…”

SALAK ANA ABA – Biricik oğlumuz, Tuncer’imiz,

(Tuncer 15 yaşındadır)

öyle ucuz bir cep telefonu, ne sen ciğerparemize yakışır, ne de bizim gibi anlı, şanlı, lüküs hayatlı, konforlu monforlu bir ana babaya… Al sana bak, doğum yıldönümünde 1000 dolarlık modern mi modern, harika bir cep telefonu. Hem telefon, hem dijital fotoğraf makinesi, hem de şu düğmesine basılınca parfüm kokuları çıkartıyor. Hafızası var… Mesaj alıp veriyor… Daha bitmedi: Yarım saatte bir içinden zart diye bir ses çıkıyor, iki saatte bir de ilaveten zurt diyor. Bir kedinin yakınına konulunca “Miyav, merhaba kedicik” diyor, bir köpeği görünce onu “Hav, hav” diye selamlıyor, papağanlarla da, kuş hangi dili konuşuyorsa o dille yarenlik yapabiliyor. Al yavrum al!

TUNCER- Siz ana babaların en güzeli, en harikasısınız.

(Koşarak yeni telefonuyla caka satmak üzere Enferiya çarşısına gider…) (Tuncer’in anne babası telefonla aranır…

“Alo, oğlunuz İlkyardım Hastanesinde yoğun bakıma alındı… Acele geliniz…”

Bay lüküsle, bayan lüküse deliler gibi hastaneye koşarlar. 1000 dolarlık, bin marifetli, zart zurtlu, lüküs cep telefonu yavrularına uğurlu olmamıştır. Kapkaççıların hücumuna uğramış, feci şekilde yerlerde sürüklenmiş, ağır yaralanmıştır… Feryadlar kopartırlar, ağlarlar, ağlarlar, ağlarlar…)

BİR DAİREDE – Çocuğumuz cep telefonu yüzünden saldırıya uğradı, yaralandı, hakkımızı istiyoruz, cep telefonumuzu istiyoruz!..

DAİREDEKİ ZAT – Sayın bayan, sayınbay… Yapacak hiçbir şeyimiz yoktur. Biz bile kapkaççıların şerrinden kendimizi, çoluk çocuğumuzu koruyamıyoruz…

(Vah, vah!.. Eyvah!.. Efsus ki efsus… Tüh tüh..)

KAFASI FAZLA ÇALIŞMAYAN, SALAKÇA ANNE BABALARA UYARI – Aklınızı başınıza toplayın, canlarınız ciğerleriniz yavrularınıza lüks gösterişli, pahalı, cazibeli cep telefonları almayınız! Aldıysanız, bunları onların ellerinden alınız. Yerine maddi değeri çok az olan

(90 YTL’yi geçmesin…)

telefonlar veriniz, aksi takdirde lüks, caka satmak, gösteriş, türedilik, ne oldum deliliği size çok pahalıya, çok acıya mal olur… Gelin söz ve öğüt dinleyin.

İstanbul’un Trakya tarafında büyük bir göle bakan

“korunmuş”

bir villalar sitesi… Villalar tripleks, teraslarında yüzme havuzu var… Yabancı bir ülkeye geçermiş gibi bir kapıdan giriliyor, Cennet gibi bahçeler içinde… Her villa iki buçuk milyon dolarmış. Yeni satın alınan bu villalardan birinden balyoz sesleri geliyor. Sahipleri mutfak ve banyodaki pembe Brezilya granitlerini beğenmemişler, onları kırdırıyorlar, yerine açık eflatun granitler döşetiyorlar. Salonda bir bar var, içi çeşit çeşit, en pahalısından, ithal malı viskiler, cinler, likörler, konyaklar, şampanyalar, kırmızı ve beyaz şaraplar… Çın, çın, çın… İçelim!… Uygarlığın şerefine, lüks hayatın şerefine, çağdaşlığın şerefine içelim, yine içelim, tekrar tekrar içelim… Ha ha ha, ho ho ho, hi hi hi… Hangi devirdeyiz, zina suç olamaz… Biz Türkiyeliler hayvanlar kadar hür olamayacak mıyız?.. Bırakınız eşcinseller bizde de kendi aralarında evlenebilsinler, belediyeler onların nikâhlarını kıysınlar… Bir mutluluk, bir sefa, bir keyif olsun ki, âlemde benzeri bulunmasın… Hah hah hah, hoh hoh hoh, hih hih hih… Çin çin çin… Hayat ne güzel, yurdumuz ne güzel, biz ne güzeliz. 28 Haziran 2005