Cumartesi

 

Osmanlı devleti Birinci Dünya Savaşı’nı kaybetmiş, Mondros Mütarekesi imzalanmıştı. Düşman devletlerinin donanması Boğaziçine demirlemiş, toplarını, başta Padişah’ın sarayı olmak üzere İstanbul’un çeşitli semtlerine çevirmişti. Bir müddet sonra da karaya asker çıkartarak şehri işgal etmişlerdi.

İşte bu karanlık devirde bazı Osmanlı aydınları ülkemizi selamete çıkartmak için bir manda edebiyatı yapmaya başlamışlardı. Amerikan mandası (vesayet idaresi) istiyorlardı.

Mandacıların istediği olmamış, Millî Mücadele yapılmış, Türkiye bağımsızlığını korumuştu ama Lozan’ın gizli protokolları ile büyük tâvizler verilmişti.

Lozan Andlaşması’nın imzalanmasında en büyük rolü Hahambaşı Haim Nahum oynamıştır.

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana yetmiş dokuz sene geçti. Artık ülkemizde mandacılar yok. Şimdi mandıracılar var. Nedir mandıracılık?

Bu sistemin taraftarları ülkeyi büyük bir mandıra, halkı da inek olarak görürler. Kendileri de mandıra ağalarıdır.

Bunlar halkı inek gibi sağarlar, kaz gibi yolarlar. Ülke onlar için bir yağma ve talan alanıdır.

Mandıracılığın, inek yetiştirmenin de çeşitleri vardır.

Medenî, akıllı, vicdanlı mandıracılar tesislerini usûlüne uygun şekilde yaparlar, ineklere iyi bakarlar.

Yemlerini verirler, onları sağlıklı bir ortam içinde yaşatırlar, hastalandıkları zaman tedavi ettirirler. Vicdansız, şerefsiz, namussuz, alçak ve bayağı

haydut ruhlu mandıracıların

gözlerini çalıp çırpmak, daha çok soygun ve talan yapmak hırsı bürümüştür. Mandıra binaları dökülmektedir, ineklerin durumu perişandır.

Mandıracıların gelir kaynaklarının bazısını sayayım:

1. Devlet bütçesini, belediyelerin bütçelerini, çeşitli fonları hortumlarlar. İsviçre’de dağ köylerinden aşağılara sütler borularla gönderiliyormuş. Bizde de böyle borular vardır. Devletin, halkın, vatanın sütlerini mandıracılar hortumlarla kendi ceplerine aktarırlar.

2. Bankaların dibini delerler, içini boşaltırlar; iflastan sonra fatura millete ve devlete çıkartılır.

3. Borsalarda büyük oynarlar. Her devalüasyonda mandıracılar milyarlarca dolar kazanır. Ellerindeki medya organları ile manipülasyonlar yaparlar ve tokadı vurup servetlerine servet katarlar.

4. Uyuşturucu ticareti, silah işi yaparlar. Terörü el altından teşvik ederler. Ülkenin bütünlüğünü korumak edebiyatının ardında Türkiye’nin temellerini dinamitlerler.

Millî gelirin yüzde yetmiş beşini elli mandıracı aile ve şirket toplamaktadır.

Türkiye’nin altında bir petrol denizi olduğu iddia ediliyor. Mandıracılar bunun çıkartılmasını istemezler.

Ülkemizin sadece bor maden rezervi bile bizi kalkındırmaya, zengin etmeye yeter. Mandıracılar onun çıkartılmasını da istemezler.

Mandıracı zihniyet, on sene önce dünyanın sayılı tahıl ambarlarından biri olan Türkiye’yi, kendi ekmeğinin buğdayını üretemez hale getirmiştir.

Avrupa’nın en geniş ülkesi olan memleketimizde artık yağlı tohumlar üretilmiyor, yemeklik sıvı yağlarımızı Amerika’dan getirtiyoruz. Bunun sorumlusu kimlerdir? Elbette mandıracılardır.

Türk parasına, dolar karşısında milyon kereden fazla değer kaybettirenler de mandıracılardır.

Peki kimlerdir bu mandıracılar. İsim vermek mümkün mü?

Resmî beyanlara göre ülkemizde yirmi bin kadar tetikçi varmış. Bir milyara adam öldürüyorlarmış.

Bazı anonim örnekler vereyim:

Mikrop herif bütün ömrü boyunca ticaret, sanayi, üretim, hizmet sektöründe hiçbir iş yapmamış. Düşük bir aylığı olmuş. Ancak geçimine, ailesinin masraflarına yeter. Ve bu herif-i nâ-şerif şimdi efsanevî bir servete sahip. Koru içinde bir köşk, güneyde şahane bir yazlık, limuzin otomobiller, pahalı mobilyalar, su gibi para akıtarak yaşanan lüks bir hayat. Peki bunca suyun kaynağı nereden geliyor? Mandıracılıktan canım mandıracılıktan..

Başka mikroplar Amerika’da on, yirmi, otuz milyon dolara villalar, beş yüz metre karelik daireler satın almışlardır. Kimi mandıracılar yabancı bandıralı yatları ile dünya denizlerini köpürterek sefa sürüyor.

Milyonlarca halk, ucuz ekmek büfelerinin önünde yüzlerce metrelik kuyruklar yaparken

mandıra ağaları adam başına yüz dolarlık yemekler yiyor.

Heriflerin ömürlerinin büyük kısmı masa başıyla helâda geçiyor.

Bunlar iki ayağı, iki eli olan tulumlardır. İçleri kan, irin, lenfa, idrar, kazurat, safra ve balgam dolu iğrenç tulumlar. Başları da vardır. Utanmaz yüzleri, kin ve hilekârlık dolu gözleri. Bunlar hayat süren leşlerdir.

Mandıracılar birer korkunç yeme makinasıdır. Saçı bitmedik yetimlerin haklarını, gözü yaşlı dulların haklarını, banka önünde saatlerce bekleyerek maaşlarını zor şer alabilen titrek ihtiyarların haklarını yerler.

Yedikçe azarlar, kudururlar, iştahları açılır. Bu yeme ne zamana kadar sürer? Geberinceye kadar. Sonra yerlerini başkaları alır.

Mandıracının rengi, milliyeti, dini, imanı, ideolojisi olmaz. Onun asıl dini imanı paradır. Paradan sonra nefsaniyetlerine taparlar. Dövizleri: “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” ilkesidir. Haydutlar, eşkıya cesur olurmuş. Mandıracılar da çok cesurdur. Mandıracılar arasında ittihad, vifak, yardımlaşma, karşılıklı destek vardır. Ayağı kayan, başı sıkışan mandıracıya öbürleri hemen yardım ellerini uzatırlar.

Mandıra tesisleri dökülüyor, ineklerin durumu çok kötü. Onların umurunda değildir bunlar. Mandıracılık yoluyla yüz elli milyar dolarlık bir birikimin meydana geldiği söyleniyor. Uyuşturucu ve silah işi, rüşvet, bütçe hortumlamaları, borsa spekülasyonları, ihalelerden alınan yüzde onlar. Bir trilyona yapılabilecek bir işi iki trilyona yaptırmalar, banka boşaltmalar ve daha neler neler. Her taşın altında bir pislik. Bu millet ne çekiyorsa, mandacılardan ve mandıracılardan çekiyor. 28 Nisan 2002