Çarşamba

Onlar Türkiye’yi seviyorlar mı? Sevmeleri mümkün müdür? Seviyorlarsa nasıl ve niçin seviyorlar?

Bir mandra sahibi mandrasını, içindeki ineklerini, oradaki ticaretini sever her halde. Lakin bu sevgi pek asil ve hasbî bir muhabbet değildir. Onlar acaba bu ülkeyi böyle mi seviyorlar?

Bundan altmış yıl önce büyük Erzincan zelzelesinden sonra Ankara’dan felaket mahalline doğru hareket eden meşhur “Beyaz Tren”de kodaman bir zat sabaha kadar poker oynamış ve neş’eli görünmüş. O da memleketini, milletini, devletini seviyordu ama başka bir sevgiydi bu.

İnsan yaşadığı ülkeyi sevmeli, onu korumak ve yüceltmek için çalışmalı. Peygamberimiz “Vatan sevgisi imandandır” buyurmuştur.

Bir millete mensup olanlar, o halkın hatâları, kusurları, eksiklikleri, tenkide değer tarafları olsa bile yine de onu severler, benimserler. Çünkü bir millet tek bir vücut gibidir.

Devlet, sevgi konusu olmasa bile korunması, benimsenmesi, güçlü tutulması gereken bir şeydir. Çünkü o olmazsa vatan tehlikeye girer, millet perişan olur.

Onlar küçük bir azınlıktır. Müslüman görünürler, değildirler. Manevî kan grupları başkadır. Azınlık şuuru içinde yaşarlar. Halkı, sahibi bulundukları mandranın inekleri gibi görürler. O ineklere bakılmalı, hastalandıkları zaman tedavileri yapılmalı, yemleri iyi verilmelidir ki, sütleri bol olsun.

Onlar, çocuklarının zor şartlar altında, mahrumiyet ve tehlike bölgelerinde vatanî hizmet yapmalarını istemezler.

Onları bir gün bile halkın arasında, halkla beraber göremezsiniz. Kendi lüks gettolarında yaşarlar. Mandra gelirlerini halkla paylaşmak istemezler.

Halkı her zaman inek halinde bulundurmak için medya üstünlüğüne çok önem verirler. Beyinleri yıkarlar ve sütleri sağarlar.

Onlar kendi çocuklarına iyi ve kaliteli tahsil yaptırırlar. Mandranın idaresi daha sonra onların eline verilecektir.

Ahlakî faziletlere pek önem vermezler. Amaçları zengin olmak, lüks ve müreffeh (refahlı) bir hayat sürmek, tüketmek, konfordan yararlanmak, azamî zevk ve haz almaktır. Yâni hedonisttirler.

Sömürgeci zihniyetine sahip oldukları için adalet duygusuna da sahip değildirler.

Irkçı sayılırlar. Çünkü kendilerini yerli halktan üstün görmektedirler. Bu üstünlüklerini her ne bahasına olursa olsun korumak azmindedirler.

Hukuk, gerçek demokrasi, temel insan hak ve hürriyetleri de onların katında önemli değildir. Gerçekçidirler, her ne yolla olursa olsun bu ülkedeki, bu halk üzerindeki saltanatlarını devam ettirmeye niyetlidirler. Saltanat, hakimiyet, üstünlük, ellerinden gidince onlar için karanlık bir devrin başlayacağından, gündüzlerinin gece olacağından korkmaktadırlar.

Onların doktrinine “Mandracılık sistemi” demek doğru olur mu?

Yalan

Püriten Protestan ahlâkının hâkim olduğu ülkelerde yalan söylemek sadece bir ahlâksızlık değil, aynı zamanda bir suçtur. Meselâ ABD’de böyledir. Başkan Clinton, aşk maceralarından ve cinsel tâciz teşebbüslerinden çok, kendini müdafaa ederken yalan söylediği için ağır şekilde suçlanmış ve tepetaklak edilmesine ramak kalmıştır.

Latin kültürünün hâkim olduğu Akdeniz ülkelerinde ise, yalan hayatın bir parçası haline gelmiştir. Yalan söyleyen idareciler, politikacılar, önderler, bırakınız suçlanmayı, neredeyse ödüllendirilmektedir.

Bizde bir müddetten beri yalan bütün ülkeyi sarmış bulunuyor. Politika yalan, medya yalan, eğitim yalan, üniversite yalan.

Öyle politikacılar var ki, bir çeyrek asırdan beri milletin gözünün içine baka baka yalan söylüyor ve bu yüzden kınanmıyor, hiç bir şey kaybetmiyor.

Önümüzde genel seçimler var ve bu münasebetle bol bol yalan söyleniyor, yerine getirilmeyecek vaadlerde bulunuluyor. “Biz iktidar olursak işsizlik bitecek…” Peki nasıl bitecek? Bunu söyleyen yok. Yalan da olsa işe yarar bir propagandadır bu. Bu ülkede sadece yalancılar değil, o yalanlara kananlar, mâruz kalanlar da suçludur. Yalan itibar görüyorsa, para ediyorsa söyleyen de, inanan da kabahatlidir.

Gazetelere, televizyonlara bakınız. Yalanın bini bir paraya. Lokantalara, büfelere bakınız. “Nefis döner bulunur…” Döner gerçekten nefis değilse, bu bir yalan değil midir? Böyle ticaret haram olmaz mı?

Resmî tarih kitaplarını açınız, yalan dolan doludur hepsi. Bilgilerin hangisi yalan, hangisi doğru, ayırt edebilmek için insanın büyük uzman olması gerekir.

“Biz Atatürkçüyüz, laikliğin ve demokrasinin yılmaz bekçisiyiz” diyenlere bakınız. Doğru mu söylüyor onlar?

“Biz Müslümanız. İslâm’ı, Asr-ı Saâdet’i geri getireceğiz…” diyen bazılarına bakıyorum da hallerine hem acıyorum, hem de öfkeleniyorum. Yahu siz İslâm’ı, Asr-ı Saâdet’i ağzına alacak kimseler misiniz? Kendi çıkarınız, kendi ikbaliniz, kendi eneniz, kendi şöhretiniz için çalışıp duruyorsunuz. Bir de utanmadan İslâm’ı âlet ve vasıta kılıyorsunuz bu pis ve süflî emellerinize.

Kimi Sünnîliği, kim Alevîliği âlet eder kendi şahsî ve siyasî menfaat ve nüfuzuna. Bol bol yalan söyler ve kendisini idealist göstermeye çalışır.

Din yalanı iyi görmez. Hikmet (bilgelik) yalanı istemez. Yalan menfur ve merduttur. Yalancı alçak ve rezil bir insandır. Haydi sapık ideolojilerin, makyavelist sistemlerin temsilcileri bol bol yalan söylüyor. Peki Müslüman geçinen bazıları bunca yalanı nasıl söyleyebiliyor?

Türkiye yalanlardan ve yalancılardan kurtulabilir mi? Bence çok zor, lakin imkânsız değil. Yalana ve yalancılara karşı kutsal bir savaş başlatmak gerek. Bunu kimler başlatacak? 18 Mart 1999