TÜRKİYE üzerinde büyük oyunlar oynanıyor. Lozan’ın gizli protokolları kadar önemli birtakım yeni anlaşmalar yapıldı ve yapılıyor. Milletin, aydınların bunlardan haberi yok. Köşebaşlarına Yahudi kökenli, yâni Sabataist, Selânik Dönmesi, Avdetî şahıslar ve kadrolar geçiriliyor.

Bundan sonraki devlet başkanının ve başbakanın Yahudi kökenli olması için sinsi faaliyetler, kulisler sürüp duruyor. Hal-i hazırda çok önemli bir şahsiyetin karısı Sabataycıdır ve perde arkasından hayli işler çevirmektedir.

Telaviv, Türkiye’de olup bitenleri, yapılanları, yapılması gerekenleri çok iyi takip ediyor ve planlıyor. İsrail’de ülkemizi bizden iyi bilen dünya çapında uzmanlar var. Bizde ise, İbraniceyi iyi bilen, İsrail’i tanıyan resmî veya gayr-i resmî tek büyük uzman yok.

Türkiye’nin başına büyük çoraplar örülüyor. Lozan’dan sonra bize sûrî ve zâhirî bir bağımsızlık tanımışlardı, şimdi onu da elimizden almak istiyorlar. Başkan Clinton Türkiye’ye geldiğinde, ABD Senatosu’nun Lozan’ı niçin imzalamamış olduğunu ona sormak gerekirdi.

Üniversitelerde terör havası estiren, Müslümanlara kan kusturan bir adamın Selanikli olduğunu söylediler. Resmine baktım, tipik bir Yahudi siması gördüm. Hayır, ben antisemit değilim. Profesör Avram Galanti gibi bir Yahudi, üniversitelerin başına geçse itiraz etmem.

Bir kısım Sabataycılar İslâm’a ve Müslümanlara sanki savaş ilân etmişlerdir. Çoğunluğunu Müslümanların teşkil ettiği bir ülkede bunu yapmaya hakları var mı? İslâm’a saygı göstermeye, Müslümanlarla iyi geçinmeye mecbur değiller mi? Bindikleri dalları kestiklerinin, kendi kuyularını kazdıklarının farkında değiller mi?

Müslüman kesim şaşkınlık içinde. Vaktiyle demokrasi küfürdür diyenler şimdi demokrasiye kasideler düzüyor; ABD’ye sövüp sayanlar şimdi ABD’den medet umuyor. Kırsal kesim, köylü, gecekondu kafalı, varoş zihniyetli bazı İslâmcı aydınlar tutarsızlıklar içinde.

Türkiye’nin bugünkü durumu, iç ve dış siyasî gelişmeler, İsrail ile yapılan sıkı ittifak ve işbirliği konusunda ciddî, ilmî, seviyeli, aydınlatıcı raporlar yok, stratejik araştırmalar yapılmıyor.

Meclis’te milletvekillerine yine kıyak yapılmak istendi. Lakin imanlı, İslâmcı, vatansever geçinen şahıs ve çevrelerden buna karşı büyük bir reaksiyon görülmedi. “Yan cebime koy” mu diyorlar?

Milletvekili maaşlarına zam yapılmasına şiddetle karşı çıkan, bu zam yapılınca da gerekli makamlara ve Meclis Başkanlığına müracaat ederek bu zammı almayan merhum Adnan Kahveci’yi hatırlıyorum. Rahmet olsun!

Aydınlık gazetesinde Yalçın Küçük Selanik Dönmeleri hakkında bilgi verip duruyor. Bunca mâlumatı hangi kaynaktan elde ediyor?

İslâmî kesimde yarım ağızla birbirlerine “Canım” diyenler var. Aslında onların “canım”ları, “canın çıksın” mânasınadır. Dil ile canım diyen, içlerinden ise canın çıksın diye beddua eden bu adamlar kimlerdir?

Birileri su gibi para harcıyor, trilyonları hesapsızca sarf ediyor. Bu paraları nasıl kazandılar acaba, bilgi verebilirler mi?

Hasan Celal Güzel hapishaneye girdi. Şimdi Ramazan, oraya kadar gidemem, inşaallah bayramdan sonra ziyaretine gitmeyi düşünüyorum. Soyadım tutmuyor diye görüştürmezler mi? Bilmem. Gerede cezaevinde yattığım sırada (1984), bir ziyaret günü ta İstanbul’dan gelen dostlarımı, soyadı tutmuyor diye benimle görüştürmemişlerdi.

Dört yüz bin lira para ile birkaç tişört gasbeden çocuklara yetmiş yedi sene hapis cezası verilmiş. Koskoca bankayı soyan büyük, kravatlı, pahalı elbiseler giyen, özel uçağıyla seyahat eden adam ise izzet-i ikbal ile yaşıyor. Pozitif hukuk sisteminin böyle cilveleri var.

Bu Kaçıncı Soygun

CAMİLERDEKİ soygunlar devam ediyor. En son, Beşiktaş’ta Sinan Paşa camiine giren hırsızlar kıymetli hüsn-i hatları alıp götürmüşler. Götüremediklerine de zarar vermişler. Önce hırsızlardan başlayayım: Bunlar namussuz, şerefsiz, alçak, rezil, muhannes, hayvandan da aşağı kimselerdir. Bunlar para, menfaat için kudurmuştur. Çaldıkları levhalardan birkaç milyar kazanıp da bunları âfiyetle yiyeceklerini sanıyorlarsa çok aldanıyorlar. Uğursuzluk, belâ, musibet içinde yaşayacaklardır.

Vakıflar ve Diyanet maalesef camilerdeki halıları, tarihî eşyayı, çinileri, alemleri, hatları gereği gibi koruyamadı. Emirgân camii hat müzesi gibiydi. Birkaç levhadan başka bir şey kalmadı orada. Soyguncular da bildiğimiz cihetten hırsızlar değildi.

Eski camilerde yüzyılların birikimi olan antika halı ve kilimler de planlı, sistematik bir şekilde yok edildi.

Camilerdeki, türbelerdeki vakıf kıymetli eşyanın nasıl çalındığına, nasıl korunmadığına, nasıl yok edildiğine dair mutlaka ve mutlaka bir kara kitap çıkartılmalıdır.

Koskoca bir padişahın türbesine gidiyorsunuz, sandukasının üzerinde en âdisinden yeşil bir bez görüyorsunuz. Halbuki vaktiyle bunun üzerinde çok kıymetli, tarihî, sanat değeri yüksek bir pûşide örtülüydü. Bu örtü ne oldu? Hangi kırılasıca eller onu alıp yerine berbat bir yeşil bez serdiler?

Birtakım kimseler para ve menfaat hırsıyla çılgına dönmüştür. Bazıları da cahillikten, nâdanlıktan geberecek haldedir. Bunlar ne beyinsiz adamlardır ki, değeri bir milyar lira eden antika eski bir seccadeyi verip yerine on milyon lira etmez makina dokuması bir paçavra sermekte ve sonra da ellerini eblehçe oğuşturarak “Oh ne gözel oldu, eski ve pis halıdan kurtulduk. Yepyeni, yemyeşil, güpgüzel bir seccade serdik…” demektedir.

Yakın tarihimizde başta camiler ve tekke binaları olmak üzere taşınır ve taşınmaz vakıf malları tam mânasıyla bir yağmaya mâruz kalmıştır. Bende 30’lu yıllarda, satışa çıkartılmış vakıf binalarının listesini gösteren ve resmî bir makam tarafından reklam ve ilan maksadıyla bastırılmış bir broşür bulunmaktadır.

Bazıları için cami soygunlarının önemi yoktur. Halılar, kilimler, hüsn-i hatlar, şamdanlar, çiniler, alemler gidiyormuş, ne gam. Hoparlörler, takunyalar, “Aziz Müslüman, pabucunu öyle değil, böyle tut” levhaları, kaloriferler, “Buraya ayakkabı koymayınız” yazıları ve plastik tesbihler çalınmasın da, isterse cihan yıkılsın.19 Aralık 1999 Pazar