Köyün imamı anlattı. Köylü artık hayvan gübrelerini kullanmıyormuş. Tarlalar ekilmiyormuş. Köyde ekim biçim yapacak genç nüfus kalmamış. Köyün tek delikanlısı Gebze civarındaki fabrikaların birinde iş bulduğu takdirde oraya geçecekmiş.

Herkesin aklı fikri şehirde yaşamak. Köy kızları, şehirde iş bulan gençlerle evleniyorlarmış.

Din, iman, namus, şeref ikinci plana atılmış. Şimdi para, otomobil, buzdolabı, otomatik çamaşır makinası, kalorifer, televizyon, telefon önemli.

Sanayi ülkesi Almanya’yı düşünüyorum. Bütün tarlaları ekili. Ekilmemiş tarla yok orada. Biz ise çarpık şehirleşme, çarpık zihniyet yüzünden güzelim topraklarımızı ekmiyoruz. Yağmuru bol Karadeniz bölgesinde birkaç yıl ekilmeyen tarlalar ormanlaşıyormuş.

Buğday bize Allah’ın en büyük rahmeti. Yakın zamana kadar kendi ihtiyacımızı karşılıyor, fazlasını ihraç ediyorduk. Şimdi, topraklarımızı ekip biçmediğimiz için dışarıdan buğday satın almak zorundayız.

Köy kahveleri dolu. Halk çalışmak istemiyor.

Define avcıları bütün ülkeyi köstebek gibi kazıyor. Hırstan kudurmuş gibiler. Eski Müslüman kabirlerini bile açıyorlar. Para edecek tarihî eşya, altın arıyorlar. Define hastası nice insan perişan olmuş, evini satmış, çoluk çocuğu sefalete düşmüş.

Aydınlar, gazeteciler, politikacılar, büyük bürokratlar köylerin boşalması, çarpık şehirleşme, toprakların ekilmemesi, insanların çalışmaması gibi meselelerle ilgilenmiyor. Onların başka dertleri, hırsları var.

Uzakdoğudan Rusya’ya sıçrayan iktisadî buhran Türkiye’yi de tesirine alacaktır. İş, ticaret, sanayi dünyasında, fırtına öncesi bir durgunluk var. Altın yumurtlayan Lâleli piyasasını kendi ahlâksızlığımız yüzünden çökerttik. Yarın, büyük bir krizde, dışarıdan buğday satın alacak dövizi bulamazsak halkı nasıl doyuracağız?

Herkes günlük telaşlar içinde. Vuran vuruyor, götürüyor. İşsizler, parasızlar, imkansızlar sürünüyor. Bir tarafta korkunç bir israf, sefahat var, öbür tarafta dehşetli bir sefalet.

Zengin bir âilenin şımarık veledi terter tepiniyor, “Ben servis arabasıyla okula gidip gelemem, özel taksi isterim!” diye ağlıyormuş.

Ayda bir milyar lira harcayan varlıklı ailenin hanımı apartıman toplantısında üç milyon lira kapıcı parası yüzünden utanç verici münakaşalar yapmış.

Bayağılık, pespayelik, düşüklük selleri ülkeyi istila etmiş durumda. Ben seyretmedim, geçenlerde kodamanın biri televizyonda bütün iğrençliğini ortaya koymuş. Bir ruh doktoru programı seyrettikten sonra “Bu herif şeksiz şüphesiz zır delidir” hükmünü vermiş.

Pislik, pislik, pislik… Kaldırdığınız her taşın altında necaset var.

Hiçbir kesimde bir uyanma, bir toparlanma, bir kendini islah etme hareketi görmüyorum. Sağcısı da solcusu da, çağdaşı da dincisi de, Sünnîsi de Alevîsi de saplantılarında berdevam.

Herkes aklını küçük politika işlerine takmış. Yahu memleket büyük bir buhran içindedir. Çivisi çıkmadık müessese kalmamıştır. Gemi her yerinden su almaktadır. Kokuşma genelleşmiştir. Bir çözülme, bir dağılma mevzuubahistir. Küçük politika ile bunlar düzeltilebilir mi?

Gaflet, gaflet, gaflet… Türkiye Balkan Harbi’nden önce de mi böyleydi?

Gazeteler, televizyonlar rezalet. “Birinci kuvvet” böyle olursa gerisini ne siz sorun, ne ben söyleyeyim.

Türkiye’nin büyük bir değişime ihtiyacı var. İlme irfana, derin kültüre, araştırmaya, ahlâka, fazilete, hikmete, büyük siyasete ihtiyacı var. Kokuşmayı, rüşveti, çeteleri, derin devleti, soygunu, talanı, hortumlamayı önlemek için büyük bir iradeye muhtacız. Kökten bir değişim gereklidir bu ülkeye, bu millete, bu devlete.

İlk kaldırılacak şey ideoloji olmalıdır. Bu ideoloji ile ülke birkaç sene içinde batar.

Kendi beyinsizlikleri yüzünden ülkeleri harap olan ilk toplum biz olmayız.

Sur İçi İstanbul

Ayvansaray, Balat, Fener, Cibali semtlerinde geziyorum. Her taraf harabe gibi. Eskiden buralarda medeniyet, kültür, şehir varmış ama şimdi bunlardan eser kalmamış. Gül Camii civarında mermer basamaklarla çıkılan giriş kapısı önünde iki zarif sütun bulunan eski ev vaktiyle kimbilir ne kadar mâmur idi. Sanki bu eski mahallelerin tepesine mânevî bir atom bombası düşmüş. Her şey eciş bücüş, her şey harap, her şey bakımsız. İstanbul’un bu tarihî bölgesi bu duruma nasıl düşmüş?

Avrupa ülkelerindeki şehirlerin eski mahallelerindeki tarihî evler restore ediliyor, güzelleştiriliyor, içlerine her türlü konfor konuyor ve kültürlü âileler oralarda oturuyor. Bizde, okumuşlar tarihî sur içi bölgesini terk etmişler; buralara köylerden göç eden insanlar yerleşmiş ve her şey mahvolmuş. Balat eskiden bir Yahudi mahallesiydi, şimdi hiç Yahudi kalmamış. Fener Rum mahallesiydi, orada da Rum yok. Eski güzel evler bakımsızlıktan berbat olmuş.

Zenginler sur içi bölgesinin eski evlerini satın alsalar, tâmir ettirseler, buralarda otursalar olmaz mı? Zeyrek’te, Yedikule’de, Samatya’da niçin varlıklı âileler oturmuyor? Ben, Sultanahmet’te deniz gören, küçük bir bahçesi olan bir evi Bağdat caddesindeki modern bir meskene tercih ederim. Zevk meselesi…

Tarihî İstanbul’un hali ne olacak? Bazen ahşap bir eskizaman evi önünden geçiyorum. Bina terkedilmiş, pencere camları kırılmış, damının bir tarafı çökmüş. Bu evde niçin kimse oturmuyor? Eski evler bu kadar kötü müdür ki, herkes onlardan nefret ediyor. Zihniyetler, gönüller öylesine betonlaşmış ki.

Bazı çağdaş aydınlar, okumuşlar Galata’yı yeni yeni keşfediyor. Oradaki eski binaları satın alıp, güzelce tâmir ettirdikten sonra onlarda yaşamaya başlıyor. Böyle bir hareket sur içi İstanbul’unda da olmalıdır.

Yedikule’den Cankurtaran’a kadar Marmara sahili dünyanın en güzel bölgesi denmeye layık bir yerdir. Parası olan kimseler buralardan yer alıp kendilerine bu tarihî bölgede birer mesken edinmelidir.

Sen!

Sen etrafına toplanan haşaratı ihya ettin. Emanetleri ehline değil, hemşehrilerine, dalkavuklara, ehliyetsizliklere, yârânına verdin. Eline bir sürü imkân geçti. Ufkun dar, kültürün yetersiz, estetik boyutun güdük, vicdanın nasırlı olduğu için onları değerlendiremedin. Hortumlayıcılara, yiyicilere, götürücülere fırsat verdin. Çevrende bir sürü kemik yalayıcısı, karaktersiz, faziletsiz adam toplandı. Seni övüyorlar diye onların yolsuzluklarına göz yumdun. Sen kendine iman etmişsin. Nefsini put haline getirmişsin. Sen ün, alkış, övgü mübtelâsı olmuşsun. Senin gibi adamdan ne köy olur, ne kasaba! 12 Ekim 1998 Pazartesi