Manzaralar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
Pazartesi
Tramvayla Beyazıt’a gidiyorum. Bir anons yapılıyor: “Sayın yolcularımız, hırsızlık vak’alarına karşı tedbirli olunuz, paralarınıza sahip çıkınız” deniliyor. Birkaç dakika sonra başka bir anons: “İhtiyarlara, hastalara, çocuklulara, güçsüzlere yer verdiğiniz için teşekkür ederiz…”
Misafirlikteyim, televizyon açılmış, ana haber bülteni seyrediliyor. Çığırtkan, yaygaracı bir spiker feci bir trafik kazasını anlatıyor. Ölüler yolun kenarına dizilmiş. Koşuşan insanlar, kan kan kan, çarpışmış vasıtanın eğri büğrü sacları arasına sıkışmış bir ceset, haykırışlar. Spiker ballandıra ballandıra anlatıyor. Aynı feci manzaraları objektif defalarca veriyor…
Başka bir haber: Bir yakını öldürülmüş zavallı fakir bir kadın çırpınıyor, hıçkırıklar içinde ağlıyor, kendini yerden yere atıyor. Spiker, “Evet sayın dinleyiciler, cinayet gerçekten çok vahşice işlenmiş, önce işkence edilmiş, sonra zavallının canı çıkarılmış, bakınız bakınız adamcağızın karısı ve çocukları nasıl da ağlıyorlar, insanın yüreği parçalanıyor değil mi?..” diye çığırtkanlığa devam ediyor. Böyle çığırtkan adamlar kısa zamanda trilyoner oluyormuş.
Döviz bürosunun önünden geçiyorum. Dolar bir milyon üç yüzbin liraya doğru yükseliyor. Ya Rabbi, Cumhuriyet’in kuruluşunda 0.8 TL. olan dolar nasıl bu kadar kıymet kazandı da, Türk parası bitti, sıfır oldu?
Gazeteye bakıyorum: Rahşan ve Bülent Ecevit çifti sonbaharda seçime hazırlanıyormuş. Partililer ülke sathına yayılacak ve iktidarın yaptığı hizmet ve iyilikleri halka anlatacakmış…
Alanya’da yaşayan Almanlar için büyük bir kilise yapılacakmış. Peki Hıristiyana kilise yaptırılıyor da, Müslümanların Taksim’de cami yapmalarına niçin engel olunuyor?
Yüksek bir makam resmen ilan ediyor: Yapılan çalışmalar neticesinde dinî cemaatler ve tarikatlar devlete yaklaşmışlardır. Fesubhanallah, bu memleketin Müslümanları, tarikatları, cemaatleri zaten her zaman devletten yanadır. Bizim devletimizle hiç bir ihtilâfımız yoktur. İhtilâf devletle değil sistemle, resmî ideolojiyle, Sabataycılarla, düzenledir.
Motorize kuvvet halinde çalışan hırsızlar, otomobille yaklaşıyor ve yaya kaldırımında yürüyen kadının çantasını kapıp son sürat kaçıyorlarmış. Bazı şehirlerin emniyet teşkilatı broşürler yayınlayıp halkı bu konuda uyarıyor, alınacak tedbirleri bildiriyormuş. Çantasını bırakmak istemeyen bir kadını yerde sürükleyerek öldürmüşler.
İktidardaki üç partinin liderlerinin ve kurmaylarının kafalarında bir sürü hırs, hesap ve proje var. Bazı liderler “Önce ben, sonra ben, en sonra yine ben” diyor. Aşiret particiliği sistemi gittikçe kemikleşiyor. Parti liderlerinin saltanatını, kral gibi hükmetmelerini önleyecek yeni kanunları kimler hazırlayacak? Bugünkü partiler mi?
Altmış milletvekili istifa etse, yeni bir seçim kaçınılmaz olacak. İstifa edecek altmış babayiğit var mı? Herkesin küçük menfaatleri, şahsî hesapları var.
Adamın serveti doların milyarları ile ölçülüyor. Nereden bulmuş bunca parayı?
İstanbul’un büyük camilerinden birinde hoparlör sistemi bozulmuş. Görevliler kan ağlıyor. Kutsal hoparlörsüz nasıl hizmet görülür? Ya Rabbi bunca felâket içinde bir de bu mu başımıza gelecekti?
Doğu ve Güneydoğu vilayetlerinden Marmara bölgesine çalışmaya gelen vatandaşların durumları hiç iyi değil. Yırtık pırtık, eski naylonlardan uyduruk çadırlar yapmışlar onlarda kalıyorlar. Kazançları çok az. Kir, pas, pislik, toz, toprak içinde yuvarlanıyorlar. Sonbahar gelince doğuya, güneydoğuya dönecekler. Bin zahmetle kazandıkları birkaç kuruşla kışı geçirecekler. Onlar vatandaş değil mi? Köle mi onlar?
Siyasî ihtiraslar, şahsî nüfuz emelleri azgın sel suları gibi kabarmış. Ağızlar köpürmüş, yüreklerde ve dillerde ben ben ben zikri var.
Avrupa Mimarlık Mirası Sözleşmesi gereğince, hiç Hıristiyan vatandaşın yaşamadığı şehirlerimizdeki eski kiliseler restore ediliyor. Devletimiz bu sözleşmeye imza koydu ve sözünü yerine getiriyor.
İslâm Peygamberi “Haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytandır” buyuruyor. Tahsilsiz ve kültürsüz Müslümanlara bir şey demem ama bunca okumuş, diplomalı, eli kalem tutan, ağzı söz yapan Müslüman niçin susuyor?
Karabük’ün Eskipazar ilçesinde pankart açıp Mason bakanı protesto ettiği için yirmi altı ay hapse mahkûm olan onbeş yaşındaki başörtülü kızın durumu ne olacak? Kızın, devletimizin imza koymuş olduğu “Çocuk Hakları Sözleşmesi” gereğince bir çocuk mahkemesinde muhakeme edilmesi icap ediyordu. Normal mahkemede ağır bir cezaya çarptırıldı. O kıza kimler yardım edecek? Avrupalılardan mı medet umuluyor? Peki bizdeki bunca kodaman, kocaman, kerli ferli İslâmcı ne güne duruyor?
Müslümanlar, büyük pisliklerle ilgili araştırmalar yapıp, dosyalar hazırlayıp gereken adlî ve idarî mercilere niçin vermiyorlar? Bu iş sadece Nazlı Ilıcak’ın vazifesi midir?
Arabistan’da, Peygamberimiz henüz İslâm dinini tebliğe başlamadan önce Hilfu’l-Fudul adıyla bir birlik kurulmuştu. Haksızlıklarla, zulümle, kötülükle mücadele etmek için. Türkiye Müslümanları ona benzer bir birlik ve teşkilat niçin kuramıyor?
Bir Hazret, yıllar boyunca, “Bizim kendi hizmetlerimiz ve vazifelerimiz vardır. Onlardan başka şeylerle meşgul olmayız” deyip durmuştu. Bin türlü kötülük, zulüm, teseyyüb, münker iş karşısında susmuşlardı. Sonra zulüm onları da vurdu. Akıllandılar mı acaba?
Sema öfkeli, zemin kızgın. Toprak kıpır kıpır kıpırdanıyor ayaklarımızın altında. Ruhaniler telâş içinde. Denizde kuşkulu bir sükunet var. Sıkıntı içinde tabiat. İnsanlar gaflet içinde. Yıkılsın diye binalar yapılıyor. Zelzele Allah’ın gazabının bir neticesidir demek suç. İçki, kumar, fuhuş, fıskı fücur, isyan, tuğyan günah, nifak, şikak almış yürümüş. Üzerimize ansızın azap gelirse ne yapacağız?
Kitabullah uyarıyor, Peygamber uyarıyor, din ve Şeriat uyarıyor, hikmet uyarıyor. Her yerde, her şeyde bir sıkıntı var. Yaylar gerilmiş, hedefler tesbit edilmiş, oklar fırlamayı bekliyor. Kaza-yı mübrem gelmeden tevbe edilse, ibadet edilse, sadaka verilse, göz yaşları dökülse; günahtan taate, fısktan salaha, azgınlıktan teslimiyete dönülse ne iyi olacak. 03 Temmuz 2001Salı