Eğitim sistemimiz iflas ettiğinden okullarda zengin kültür Türkçesi öğretilmiyor. Alfabe ve dil devrimi Türkiyelileri edebî dilsiz bırakmıştır. Üç beş yüz kelimeyle günlük iletişim ihtiyacımızı gideriyoruz ama yazılı ve edebi Türkçeye yeterli miktarda sahip değiliz.

Osmanlı Türkçesi Türkçe, Arapça, Farsça kelimelerden ve unsurlardan oluşan çok güzel, çok zengin bir lisandı. İmzalarını ölünceye kadar

A. Dilaçar

şeklinde atan

Agop Martayan

(Türk Dil Kurumu genel sekreteri)

bu Türkçeyi bitirdi.

1950 ile 1960 arasında Adnan Menderes iktidarı Türkçe konusundaki olumsuzlukları gidermeye çalıştı. 1921 Anayasası lisanına dönüldü. Lakin o uğursuz, o şeametli 27 Mayıs 1960 darbesi tekrar arı, duru, sade, uyduruk Türkçeye döndü.

AKP iktidarının Türkçe konusunda iyiye, doğruya, güzele yönelik radikal çareleri, çözümleri, siyaseti, tedbirleri yok.

Çarşamba günü on beş kadar Müslüman hukuk talebesiyle sohbet ettim.

Onlara sordum: Elli küsur sene öncesine kadar savcıya, Yargıtay’a, Danıştay’a, Sayıştay’a, sorgu hâkimine ne denirdi? Cevap veremediler. Elli küsur sene önce savcıya

müdde-i umumi,

Yargıtay’a

Temyiz Mahkemesi

, Danıştay’a

Şura-yı Devlet

, Sayıştay’a

Divan-ı Muhasebat

, sorgu hâkimine

müstantik

denilirdi.

Halk zalim kelimesinin mánâsını bilir de, herkes

mazlumun

ne mánâya geldiğini bilmez. Mazlum, zulme uğrayan demektir.

Tebliğ etmek… Tebellüğ etmek… Talim etmek… Teallüm etmek… Tekrar… Tekerrür… Eskiden ilkokul, orta mektep tahsillilerin bildikleri bu kelimeleri bugünkü nesiller bilmiyor.

Yazıma lisanla başlamıştım, mazlum kelimesi hakkında bazı açıklamalarla devam etmek istiyorum.

Mazlumların yani zulme uğramış olanların ellerindeki en büyük silah dua etmektir.

Peygamberimiz

(Salât ve selam olsun ona)

zulme uğrayan bir kimsenin duasıyla Allah arasında hiçbir engel yoktur

buyurmuşlardır.

Mazlum kişi Müslüman olmasa bile…

Devlet ve iktidar adamları, idareciler bilerek veya bilmeyerek zulmettikleri insanların ahlarından, beddualarından korksunlar.

Saçı bitmedik bir yetimin hakkı mı yendi?..

Hakkını aramasını bilmeyen, kültürsüz ve fakir insanlara zulüm mü edildi; onların ağlamaları, feryatları duaları

vakt-i merhunu gelince zalimleri tepetaklak eder, yere serer.

Mazlumların ellerinde ve dillerinde

“gecenin okları”

silahı vardır. O acizler herkes uyurken ellerini kaldırırlar ve gözyaşları içinde Allahü Teâla’ya müracaat ederler.

Normal okları kalkanla veya bir siperin içine girerek savuşturmak mümkündür ama gecenin oklarından kaçıp kurtulmak mümkün değildir.

Başkanlıklar, müdürlükler, idarecilikler çok tehlikeli ve vebálli işler ve makamlardır. Mutlaka adaletle yürütmek ve hükmetmek gerekir. Allahü Teâla kullarının Kendisine olan günahlarını dilerse affeder ama kul hakkını affetmez.

Bugün ülkemizde

rantçılar

denilen pek uğursuz ve şaki bir taife bulunmaktadır. Bunlar para ve mal kazanmak, zengin olmak için her yola başvuruyor, arada çeşitli zulümler de yapıyor. Bu taifenin geleceği karanlıktır.

İslam dini zulmü, haksızlığı yasak ve haram kılmıştır; adalet ve insafı emretmiştir.

Siyasi iktidarlar ve belediyeler lüzum ve zaruret olmaksızın bir ağacı bile kesemezler, keserlerse zulmetmiş olurlar… Tabiî düzeni bozamazlar…

Kentsel dönüşüm bir zarurettir.

Çürük çarık binaların, mahallelerin yıkılıp yerlerine daha sağlam, daha düzgün binalar ve semtler inşa edilmesini alkışlıyorum.

Lakin bu hizmetler yapılırken hiçbir rant canavarına fırsat ve imkan tanınmamalıdır.

Hizmetler adaletle, insafla, vicdanla yapılmalıdır.

En ufak bir zulüm ve mağduriyet, onları yapanların başına büyük felaketler getirir.

Bugünkü iktidarı kastetmiyorum.

Genel konuşuyorum.

Bütün siyasi iktidarlar, içlerine sızan rant eşkıyası zalimleri kusmakla, temizlemekle yükümlüdür.

Onlar dışlanmaz ve uzaklaştırılmazsa hizmetlerin içine zulüm ve haksızlık karışır.

Zalimin dinsizi de olur, dindar gibi görüneni de olur

. Bir kimse haram rantlar yiyorsa, kara ve kirli servet sahibiyse, zulmediyorsa namaz kılsa, oruç tutsa, Hacca ve Umre’ye gitse bile kötü bir Müslümandır.

Cenab-ı Hakk biz Müslümanları zulmetmekten, zalim olmaktan, haram yemekten muhafaza buyursun.

Mazlum olmak, zalim olmaktan yeğdir.

*İkinci yazı Gıda Maddeleri ve İçecekler Şifa veya Zehirdir

Şunu çok iyi bilmeliyiz ki, yediğimiz içtiğimiz bütün gıda maddeleri ve meşrubat (içecekler) aynı zamanda, bize faydalı veya zararlı olabilecek birer ilaçtır.

Şifalı, faydalı, insanı ayakta tutan, ona zindelik veren, hastalıkları önleyen veya hafif atlattıran gıda maddeleri ve içecekler olduğu gibi; insanı hasta eden, çökerten, vaktinden önce yaşlandıran, sarsan, canlı cenaze haline getirenleri de vardır.

Türkiye halkının temel gıdası olan ekmeği ele alalım:

1. Beyaz, bembeyaz, en beyaz, daha beyaz ekmekler sağlığa faydalı değil, zararlıdır. Çünkü insanı zinde tutan kepeği ve mineralleri alınmıştır. Çünkü sayısı on ikiye kadar çıkan kimyevî maddeler içermektedir.

2. Devamlı olarak bu yapay beyaz ekmekleri yiyenler uzun vadeli intihar etmiş olur, hastalıklardan kurtulamaz.

3. Halkın sağlıklı yaşayabilmek için, mutlaka kaliteli, kepekli, kimyasız, ekolojik esmer ekmek yemesi lazımdır.

4. Maalesef bugün ülkemizde, yanlış ziraat politikaları yüzünden insan sağlığına uygun ekmek yapılacak kaliteli buğday yetiştirilmemektedir.

Ekmekler böyle de öteki gıda maddeleri sağlıklı mı? Yazık ki, değil.

Denizler kirlenince balıklar da zehirleniyor.

Sebzeler ve meyveler hormonlu, kimyevî gübreli.

Yirmi küsur gün içinde kocaman tavuk olan ve kesilmesi birkaç gün geçirilince çatlayan tavuklar…

Bozuk yemlerle beslenen hayvanların etleri…

Halka dana eti diye yedirilen evcil domuz, yaban domuzu, eşek etleri ve yağları…

Aromalı hazır gıda maddeleri… Boyalı meşrubat… Margarinler… Dondurmalar… Sahlepsiz salepler…

Avrupa standartlarına göre 300’den fazla kimyevî madde, aroma, koruyucu var besinlerimizde ve içeceklerimizde. Ekmeklerde 12 çeşit kimyevî madde…

Türkiye halkı korkunç bir soykırıma uğruyor. İçinde kimyevî zararlı madde olmayan yiyecek ve içecek bulmak hemen hemen imkânsız hale gelmiştir.

İşlek bir yolun kenarındaki tarlada veya bahçede yetişmiş sebze ve meyveler motorlu vasıtaların dumanlarıyla kirlenmiş ve zehirlenmiştir.

Deterjanla yıkanmış bulaşıklar iyi durulanmazsa zehirler. Zehirli, kimyalı yiyecek ve içecek tüketen şu halka bakınız:

Hastaneneler lebaleb dolu… Bir ordu kadar doktor ve sağlık personeli var, hastalara bakmaya yetişemiyorlar… İlaç fabrikaları harıl harıl çalışıyor… Sağlık bütçesi muazzam…

Tıbbın asıl vazifesi nedir? İnsanları hasta olmaktan korumaktır… Bizde koruyucu sağlık hizmetleri çok zayıf. Hasta edici gıda maddeleri ve meşrubat tüketen bir toplumu sıhhatli tutmak mümkün mü?

Sağlık sektörü bir

endüstri

haline gelmiş.

Hasta

kavramı unutulmuş, yerini

müşteri

almış. Bir kısır döngü

(fasid daire)

içindeyiz ki sormayın.

İçme suyunun bile zararlı olanları var. Çarşıda pazarda satılan memba sularının kaçta kaçı sağlıklıdır?

İnsana ve bitkilere en yararlı suyun,

gök gürledikten, şimşekler çaktıktan sonra yağan yağmurun suyu olduğunu

biliyor musunuz?

Bendeniz tıbbı inkâr etmiyorum, hafife almıyorum ama bir endüstri sektörü haline gelen ve hastalara müşteri olarak bakan

vahşi tıbbı beğenmiyorum.

Türkiye halkına

sağlıklı ekmek, sağlıklı ve temiz gıda maddeleri sunmadıkça

ve yedirmedikçe

geleceğiniz tehlikededir.


Muhterem sevgili okuyucularım!.. Bugünden itibaren beyaz ekmek yemeyi terk ediniz, İstanbul’da yaşıyorsanız

Belediyenin kepekli ekmeğini

tüketmeye başlayınız. Piyasada satılan her esmer ekmeği kepekli sanmayınız. Maalesef esmer görünsün diye hamuruna boya katılanlar varmış! 17 Mart 2013