DİYANET İşleri Başkanlığının eskiden bir Müşavere Kurulu vardı. Merhum Mustafa Runyun Hoca orada aza yardımcısı idi. Tarih her halde 1957’ydi, genel seçimlerde onu Demokrat Parti’den Konya meb’us adayı olarak göstermek istemişlerdi. Hoca tereddüt içindeydi. Olsam mı, olmasam mı diye istişare ediyordu. Köşk’te Celâl Bayar Meclis’e yine hocalar doluyor diye söyleniyordu. Sonunda hoca politikaya atıldı, seçimleri kazandı ve Meclis’e girdi. Keşke girmemiş olsaydı. 27 Mayıs 1960’da Adnan Menderes iktidarı bir gece baskını ile tepetaklak oldu, iktidar partisine mensup bütün milletvekilleri de soluğu Yassıada zindanlarında aldılar. Runyun Hoca orada çok eziyetler gördü, zulümlere mâruz kaldı. Kendisi içeride, âilesi dışarıda perişan oldular. Bu bir uzun hikâyedir, tafsilatı Mahşer’e kalmıştır.

Şâir

“Be deryâ der menâfi’ bî-şümar-est / Eger hâhi selâmet der-kenar-est”

demiş. Evet deryada menfaatler çoktur ama sen selâmet istiyorsan o sahildedir, mânasına gelir.

Elbette politika yapılacak, partiler kurulacak, milletvekilleri seçilecek, Meclis toplanacak, hükümet teşkil olunacak,

âsiyab-ı devlet

(devlet değirmeni)

dönecektir. Evet âblar akar, dolablar döner durur. Lakin milletvekilliği, politikacılık, bakanlık gibi makam ve mansıblar

tehlikeli, muhataralı, netameli, mes’uliyetli, veballi işlerdir.

Bunların dünya ve âhirette hesabı ve çok defa azabı vardır. Hazret-i Ömer gibi âdil ve hak ile bâtılı birbirinden ayırmakta son derece yetenekli olan bir zat bile, hilâfeti esnasında ağlarmış, “Ya Rabbi! Dicle kenarında bir kuzuyu kurt kapsa, bunun hesabını benden soracağından korkuyorum” diye gözyaşı dökermiş.

Böyle işlerin âhiretteki azabından ve hesabından başka dünyada da hayli sıkıntıları vardır. 27 Mayıs’tan sonra Demokrat Parti mebuslarının çektikleri herkese ibret olmalıdır. Koskoca bir başvekil ile iki vekil

(başbakan ve iki bakan)

âdi birer cani gibi asılmışlar; cenazeleri islâmî usûllere göre techiz, tekfin edilmeden, namazları kılınmadan birer çukura atılıvermişti. Siyasetin şakası yoktur. Ya devlet başa, ya kuzgun leşe demişlerdir.

Geçenlerde safdil bir dostum, “Sana bir teklif gelmedi mi, milletvekili olmak istemez misin?” diye sormuştu da kahkaha ile gülmüştüm. Benim milletvekilliği yapacak, Meclis’e girecek halim mi var? Bu zayıf omuzlarımla ben o ağır yükü nasıl taşırım? Ayda

bir milyar yüz milyon liralık maaşı

nasıl alırım? Meclis’te nasıl yemin edebilirim? O yeminin altından kalkabilir miyim?

70’li yıllarda yayınladığım

Büyük Gazete

adlı mevkutenin bir sayısında “Mebus olmaktansa mahbus olmayı tercih ederim” demiştim. Birkaç yıl sonra da

Bayrampaşa, Gerede, Şile zindanlarında

epey çile doldurmuştum.

Listelere giremeyenler, açıkta kalanlar teessür, keder, üzüntü içinde. Aday olanlar sevinç ve ümit içinde. Bir yanda giryeler, öte yanda handeler.

İhtilâfâtıyla uğraşmakta dehrin zevk yok

Zevk ânın mirsad-ı ibretten temâşâsındadır

Yüksek Danışma Heyeti

On veya oniki kişiden müteşekkil bir Yüksek Danışma Heyeti olsa. Bunun içinde ülkenin belli başlı kesimleri olan Şeriatçı Laik, Sünnî Alevî, Türk Kürt, Sağcı Solcu vs aydınlar olsa. Bu heyetin resmî bir tarafı olmasa. (Bir derneğe veya vakfa bağlı olabilir).

Üyeler ülkenin en seçkin, en namuslu, en kültürlü, en şerefli, ruh soyluluğu bakımından en asil, en ağırbaşlı, en faziletli, en tecrübeli, en hikmetli (bilge), en güvenilir insanları olmalı. Mâzileri temiz olmalı; kokuşmaya, rüşvete, talana, kara paraya, hortumlamaya, soyguna, çeteciliğe, karanlık işlere bulaşmamış olmalılar. Adaletlerine, ciddiyetlerine, vatanseverliklerine, insaflarına herkes güvenmeli. Kendi şahıslarının ve kesimlerinin aleyhinde de olsa doğruyu söylemekten, doğruyu savunmaktan asla vaz geçmeyecek bir karakter yapısına sahip olmalılar.

Bu heyet, uzmanlara raporlar hazırlatarak ülkenin siyasî, iktisadî, kültürel, eğitimle ilgili, üniversiteleri ilgilendiren ve başka konulardaki temel meseleleri ve dertleri ile ilgili çareler ve çözümler araştırmalı, bunları bildiriler, manifestolar şeklinde aydınlara ve halka ilân etmeli, duyurmalı.

Bu heyetin hiç bir yaptırım gücü olmamalı. Üyeleri başkanlık, makam mevki, siyasî liderlik yapamamalı, geçimleri dışında büyük ticarî işlere bulaşmamalı.

Bu bir hayaldir. Lakin emin olunuz Türkiye’nin, hepimizin bu hayalin gerçekleşmesine ihtiyacımız vardır.

Türkiye akıl, zekâ, vicdan, hikmet, feraset, ehliyet, kabiliyet, ahlâk, fazilet, ilim, irfan, sanat, ruh asaleti, mürüvvet istiyor.

Bugünkü pis, kirli, iğrenç hava hepimizi boğuyor. Temiz havaya çıkmalıyız. Böyle bir heyet teklifleri, çare ve çözümleri, yapıcı tenkitleri, güçlü tahlilleri, değişimle ilgili plan ve programları ile ülkeye temiz hava getirebilir. Bu heyet, muhtaç olduğumuz millî tesanüt, barış ve uzlaşmayı sağlayabilir.

Toplum şaşırmış vaziyettedir. Günlük dedikodularla uğraşmak yüzünden asıl önemli ve devamlı meselelere eğilen kalmamış gibidir. Bütün ileri, medenî, akıllı ülkeler ve milletler akıl almaz gelişmeler sergilerken biz anarşi, kokuşma, rüşvet, hırsızlık, bütçe talanı, çetecilik ve mafyacılık, zulüm, ehliyetsizlik, câhillik içinde nur topu günlerin kanına giriyoruz. Osmanlı cihan devletini kurmuş olan şu milletin haline bakınız. Bu böyle devam eder mi? Bu rezaletler ve hıyanetler hep böyle sürer mi? Bir gün gelecek büyük bir çatırtı olacak ve dam başımıza çökecektir. Niçin tedbir alınmıyor?