Medenî İseler
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Mart 2019
Bir insanın medeniliği, efendiliği, insanlığı başkalarının dinine, inancına, kişiliğine, temel haklarına olan muamelesinden anlaşılır. Medenî ve efendi insan azınlık mensubu olan vatandaşların bile dinine, inancına, inandığı gibi yaşama hürriyetine karışmaz.
ABD’de, İngiltere ve Avrupa ülkelerinde yaşayan milyonlarca Müslüman, birçok İslâm ülkesindeki dindaşlarından daha hür, daha serbest, daha rahattır. Çünkü oralarda gerçekten din ve vicdan hürriyeti vardır.
Medenî ülkelerde “Sen Müslümansın, sen Şeriatçısın, sen gericisin” denilerek hiçbir Müslümana baskı yapılamaz. Müslüman bir kız başını örterek koleje ve üniversiteye giderse onun bu kıyafetine de saygı gösterilir. Fransa’da bazı laiklik yobazları liselere giden Müslüman kızları engellemeye çalışmışlarsa da, bağımsız mahkemeler sonunda kızlara hak vermiştir.
Bizde kendilerini medenî, çağdaş, aydın sanan bir zümre, dur durak bilmeksizin şu Müslüman milletin dinine, imanına, kimliğine, inandığı gibi yaşamak istemesine karışıp durmakta, dini ve inançları yüzünden ona ağır hakaretler etmektedir. Böyle adamlar medenî, aydın, çağdaş, ilerici olamazlar. Onlar kendini bilmez yobazlardır.
Bazen bakıyorsunuz, ciğeri beş para etmez bir köşe yazarı çıkıyor, İslâm dinine, Müslüman Türk milletine saldırıyor, inananlara en ağır hakaretleri yapıyor. Hangi hakla? Hakkı makkı yok. O bir kukladır, onun ipini ellerinde tutanlar, önüne yağlı kemikler atmışlardır ve Müslümanlara saldırıp hakaret etmekle vazifelendirmişlerdir.
Bir insana şerefsizlik olarak, içinde yaşadığı milletin tarihine, kültürüne, kimliğine, ecdadına, mukaddesatına saldırıp hakaret etmek yeter de artar.
Medenî bir insan başka bir ülkede, ayrı bir millet içinde yaşasa, kendi kişiliği, kimliği, kültürü onlarınkine benzemese, hattâ arada zıddiyetler olsa bile, havasını teneffüs ettiği, ekmeğini yediği ülkenin ve milletin aleyhinde bulunmaz.
Türkiye’nin nimetlerini yiyen, Türk milletinin sırtından geçinen birtakım aydın bozuntularının, sözde medenî geçinen okumuş kişilerin İslâm’a, Müslümanlara, onların mukaddes tanıdıkları inançlara ve kurumlara saldırmaları bu ülke, bu millet, bu devlet için en büyük musibet ve belâdır.
Birtakım ateistler ve din düşmanları laik olduklarını iddia ediyor. Gerçekten laik iseler dine ve dindarlara karışmasınlar.
Türkiye Müslümanları bütün güçleriyle ilme, irfana, kültüre, uzmanlığa yönelmelidir. Bu da öncelikle lisan bilmekle olur. Evvela kendi dilimizi, Türkçeyi çok iyi ve güçlü bir şekilde öğrenecek ve kullanacağız, sonra da başta İngilizce olmak üzere yabancı dillerden birkaçını bileceğiz.
Çağımız uzmanlık çağıdır. Türkiye’nin Yunanistan ile büyük problemleri vardır. Yunan lisanı, edebiyatı, tarihi, kültürü, Ortodoks kilisesi, Türk-Yunan anlaşmazlıkları konusunda büyük uzmanlar yetiştirebilmek için modern Grekçeyi bilen kişilere ihtiyacımız vardır. Bunları yetiştirmek için bazı üniversitelerimizde Grekçe ve Yunan Araştırmaları bölümleri açılmalıdır. Bu konuda ihtisas kütüphâneleri, arşivler kurulmalı, objektif ve ilmî araştırmalar yapılmalıdır.
Ermeniler ile de problemler vardır aramızda. Üniversitelerimizde Ermeni Araştırmaları bölümleri kurulmalı; Ermeniceyi, onun edebiyatını, Ermeni kültürünü, Ermeni kilisesini bilen güçlü ve üstün uzmanlar yetiştirilmelidir.
Bu teklif ve temennilerimin bugün için birer hayal olduğunu biliyorum. Çünkü biz, şu anda kendi lisanımızı bile doğru dürüst bilmiyoruz. Okumuş, aydın, yüksek tahsilli geçinenler 1928’den önce yazılmış, basılmış kitapları, evrakı, arşiv malzemesini, mezar taşlarını, kitabeleri okuyamıyorlar. Böyle bir câhillik içinde Rumcayı, Ermeniceyi öğrenmemiz, o lisanlarla araştırma yapmamız nasıl mümkün olacaktır?
Türkiye’de yeteri kadar İbranice bilen, Yahudi kültürüyle ilgili araştırmalar yapan uzmanların bulunması da şarttır. Macaristan’da güçlü bir türkoloji geleneği var. Orada Türk lisanı, Türk tarihi, Türkiye ile alakalı ilmî araştırmalar yapan âlimler, müdekkikler, enstitüler bulunuyor; kitaplar, ilmî makaleler yayınlanıyor. Bizde hungaroloji (Macar tedkikleri) kürsüleri, enstitüleri, uzmanları var mıdır? Maalesef yoktur. Halbuki Türkler ve Macarlar aynı ırktan gelmektedir, Macaristan iki asır Türk hakimiyetinde kalmıştır. Bu ülke ile, oradaki millet ile güçlü kültürel bağlarımız olması gerekmez mi?
Rumca, Ermenice, İbranice gibi lisanları ve onlara müteallik kültürleri incelemek üzere devlet kendi üniversitelerinde kürsüler ve enstitüler kurmazsa, bu işi özel olarak Müslümanlar yapmalıdır. Başlangıçta dış dünyadan, Amerika’dan, Avrupa ülkelerinden uzmanlar, âlimler getirtilebilir.
Yaşadığımız topraklarda bizden önce başka kavimler yaşamıştır. Onların da lisanlarını, kültürlerini, tarihlerini, sanatlarını incelememiz gerekmektedir. Dünyanın en güçlü hititoloji uzmanlarının bizde yetişmesi gerekir. Bizans tedkikleri konusunda bizim dünya birincisi olmamız gerekmez mi?
Lisan, tarih, edebiyat, kültür, sanat konusunda, uluslararası çapta ve çağdaş seviyede yüzlerce konuda araştırma merkezlerimizin bulunması, bunların ilmî dergiler yayınlamaları, ciddî kitaplar çıkartmaları, talebe yetiştirmeleri gerekir.
Kuru kalabalıkla, kelle sayısı çokluğuyla, ucuz edebiyatlarla, kuruntularla, propagandalarla hiçbir toplum ilerlemez, güçlenmez, düşmanlarına galabe etmez.
İlim, irfan, kültür, sanat en büyük güçtür.
Dış düşmanlarımız bize yeni bir Sevr tatbik etmek istiyor. Batı Anadolu’yu, Pontus’u, İstanbul’u, Doğu bölgemizi, güneydoğumuzu elimizden almak istiyorlar.
İçteki düşmanlarımız ise bizi zelil, zebun, esir olarak sömürge halkı gibi yaşatmak istiyorlar. Bizim kimliğimize sahip olmamızı istemiyorlar.
Bunlarla mücadele edebilmek için ilim ve araştırma müesseseleri, büyük kütüphâneler, arşivler, ihtisas merkezleri, bilgi bankaları, stratejik araştırma kurumları, dokümantasyon merkezleri kurmamız gerekir.
Bütün bu konularda şu anda çok geri ve yetersiz bir durumdayız. Ucuz kurtuluş formüllerinin bir faydası olmaz. Kültür savaşını kazanamayan, bu sahada üstünlük elde edemeyenler siyasî zaferler kazanamaz.
Cahillerin bu dünyada hür ve izzetli bir hayat sürme hakları yoktur. 25 Ekim 1998 Pazar