Cuma

 

Yıl 1927; tayyareciliğin macera ve kahramanlık yılları. İki Fransız pilot, Nungesser ve Coli “I’Oiseau Blanc” (Beyaz Kuş) adlı uçaklarıyla Paris’ten New York’a Atlantiği aşma yolculuğuna başlıyorlar. Herkes heyecan içinde bekliyor. Fransa’nın ünlü ve büyük gazetelerinden La Presse 8 Mayıs 1927 tarihinde birinci sayfadan sekiz sütunluk şu haberi veriyor: “Nungesser ve Coli Başardılar!” Gazete halk yığınları tarafından kapışılıyor. Heyhat! La Presse acele etmiş, mutlaka hedefe ulaşırlar düşüncesiyle hayalî bir haber vermiştir. Acı gerçek şudur: Beyaz Kuş, hiç bir iz bırakmadan Atlantik’te kaybolmuştur. Arama çalışmalarından hiçbir netice alınmamıştır.

Fransa halkı, Fransız kamuoyu bunun üzerine ne yapmıştır? Halk yığınları gazete binasının önünde toplanmış, vitrinleri kırmış, okuyucular kütle halinde gazeteyi terketmiştir. Birkaç ay sonra, Fransız basınının, Emile de Girardin tarafından kurulmuş olan bu anlı şanlı gazetesi yayını tatil etmiş, batmıştır.

M. Bleinstein-Blanchet’nin “La Rage de Convainorn” adlı kitabında yazılı bu hadise bizler için son derece ibretlidir. Gereken dersleri çıkartalım:

(1) Bir gazete için yalan haber vermenin, halkı aldatmanın (Bu iş, kötü niyetle ve kasıtlı yapılmamış bile olsa) faturası çok ağırdır.

(2) Uyanık ve şuurlu bir halk, kendisini aldatan gazete ve diğer medya organlarını affetmez; onları protesto ederek okumaktan ve takip etmekten vazgeçerek en tesirli şekilde cezalandırır.

(3) Bu yüzden, medenî ve demokrat ülkelerde gazeteler ve televizyonlar halkı aldatmaktan, yalan yanlış haber vermekten son derece korkar ve kaçınırlar.

Türkiye’mizde medyaya karşı böyle bir halk denetimi ve tepkisi var mıdır? Bu soruya maalesef olumlu cevap vermek mümkün değildir.

A. Bizde bazı büyük gazetelerde kasıtlı olarak yalan haberler yayınlanmakta ve halk yığınları bunları yutmaktadır. Bu konuda vahim bir alışkanlık ve bağımlılık hasıl olmuştur.

B. Son otuz yıl içinde basınımızda “Asparagas haber” adı verilen bir üretim sektörü meydana gelmiştir. Masa başında aslı astarı olmayan uyduruk, saçma sapan, yalan dolan haberler üretilmekte ve bunlar sahiymiş gibi halka yutturulmaktadır.

C. Bizdeki bazı büyük gazeteler ve televizyonlar para babalarının, dev holdinglerin, banka patronlarının eline geçmiş ve bunlar halkı bilgilendirmek yerine, yığınları holding ve banka babalarının menfaatleri yönünde manipule etmeye başlamışlardır.

Ç. Medyamız bazen habbeyi kubbe, kubbeyi habbe olarak göstermektedir ki, bu da halkı dolaylı olarak aldatmaktan başka bir şey değildir.

D. Bazen çok önemli hadiseler birtakım büyük gazeteler ve televizyonlar tarafından hiç ele alınmamakta, es geçilmektedir. Böyle bir şey, elbette ki basın ahlâkına ve namusuna uymaz.

Birtakım kara işler yapan adamlar bazı gazetecileri ve televizyoncuları maaşa bağlamışlar. Ta ki, aleyhlerinde yayın yapmasınlar diye. Böyle bir rezalet medenî, demokrat, hukuklu, ileri bir ülkede ve toplum içinde mümkün müdür? Bizde maalesef oluyor.

Türkiye’de bir takım namuslu aydınların harekete geçerek bizdeki basın ve medya rezaletleri hakkında ciddî araştırmalar yapması, rezalet ve hıyanetleri belgelerle kamuoyuna açıklaması gerekir. Fransa’nın en ciddî ve ağır günlük gazetesi Le Monde hakkında bile kaç kitap yayınlandı.

Bizdeki bazı genel yayın yönetmenleri, köşe yazarları televizyoncular, sunucular, akıl almaz miktarda yüksek maaşlar alıyor? Kamuoyu bu meselenin üzerinde de durmalıdır.

Namuslu; vatansever, haysiyetli gazete ve televizyonları tenzih ederek söylüyorum: Bizdeki bir kısım medya tam mânasıyla mafyalaşmış bulunuyor. Ülkenin birinci gücü haline gelmiş olan medya kendini temizleyemezse; devletin, ülkenin ve halkın çökmesine sebep olacaktır.

Medenî ve ileri toplumlar en küçük berber dükkanını, büfeyi, imalathâneyi sıkı şekilde kontrol ederler. Bizde de devlet ve mahallî idareler (belediyeler) bu kontrolu yapar. Ancak basın alabildiğine başıboş ve kontrolsuzdur. Basın hürriyetine zarar vermeden medyanın kontrol edilmesi gerekmez mi?

Ruhsatı olmayan bir doktor muayenehane açamıyor, hasta muayene edemiyor. Barodan izin ve ruhsat almamış bir avukat vekalet ve dava alamıyor. Berberler Derneği’nden, Belediye’den, Sağlık Müdürlüğü’nden izin ve ruhsat almayan bir berber, dükkan açıp traş edemiyor. Velhasıl her sahada, her meslekte, her konuda birtakım kurallar var. Medya bu konuda bir istisnadır. Önüne gelen yazı yazıyor, ahkam kesiyor. Öyle medeniyetsiz köşeyazarları var ki, hiç utanmadan arlanmadan on milyonlarca vatandaşın dinî duygularını rencide ediyor, onlara “Gerici, yobaz, çağdışı…” gibi hakaretler savuruyor.

Basına sansür konulsun demiyorum. Ancak medenî, ileri, olgun bir toplumda medyanın riayet etmesi gereken birtakım ahlakî kurallar olması gerekmez mi?

Provokasyon neticesi patlak veren Sivas olaylarının onuncu yıldönümünü yaşadık. Bu konuda tek taraflı yayınlar yapıldı. Peki, Başbağlar köyünde camiden çıkarken şehid edilen ve kanları yerde kalan otuz küsur masum vatandaşla ilgili niçin yayın yapılmıyor? Bizim medyamız bitaraf, objektif, bütüncü, kucaklayıcı bir medya ise niçin Başbağlar köyü katliamı üzerinde durmuyor? Niçin birtakım yazarlar Sivas olaylarını çarpıtarak işlerine geldiği şekilde anlatıyor?

Aziz Nesin’in oğlu bile “Sivas olayları tahrik neticesinde patlak vermiştir” şeklinde beyanlarda bulunurken bizim aşırı İslâm düşmanı, eski Marksist, militan mezhepçi ve Râfizî bazı kalemşörlerimiz ihtilal savcıları gibi atıp tutuyorlar?

Türk toplumu şifahî bir toplumdur. Türk toplumu tepkisiz bir toplumdur. Türk toplumu hâfızasız bir toplumdur…

Maalesef Müslümanlar da şifahîdir, tepkisiz, hâfızasızdır. Bu yüzden haklarını koruyamıyor, karşıt ve düşmanlarına, yasal sınırlar içinde gereken cevabı veremiyorlar.

Sivas ve Başbağlar köyü olayları hakkında şimdiye kadar büyük hukukçularımızın, büyük fikir adamlarımızın, büyük fikir savcılarımızın çok ciddî, müdellel (delilli ispatlı) raporlar hazırlamaları ve yayınlamaları gerekirdi.

Madımak Oteli’ni kim ateşe vermiştir? Oteldeki tahrikçilerden birinin şahsî tabancasıyla iki kişi öldürmüş olduğu iddia edilmektedir. Bunun üzerine niçin gidilmemiştir? Başbağlar köyü katliamından sonra yakalanan sanıkları kim salıverdirtmiştir? Başbağlar dosyası niçin “Faili meçhul cinayetler” dosyaları içine, tozlu ve rutubetli mahzenlere konulmuştur?

Müslümanlar medenî, ciddî, kültürlü, azimli, sabırlı, iradeli, hâfızalı bir toplum olsaydılar bu memleket bugünkü perişan duruma düşmezdi.

Sivas olaylarının davası başladığı gün, çeşitli vasıtalarla oraya gelmiş olan iki yüz kadar Müslüman avukatın gösterisine şâhit olduk. Sonra heyecan ve ilgi tavsadı; sonunda dosyayı vicdanlarımızın raflarına kaldırdık. Hapiste çürüyenleri ne çabuk unuttuk. Onlara en ağır ceza olan idam cezası verildi. Mahkeme önce hafif cezalar vermişti sonra Yargıtay bu kararı bozdu ve cezalar ağırlaştırıldı…

Ağır tahriklerle meydana gelen Sivas olaylarında en ağır cezalar verildi… Başbağlar Köyü katliamı ise cezasız kaldı. 05 Temmuz 2003