Medenileşmek
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Şubat 2019
Pazar
İslâm medeniyetinin ışıkları büyük metropollerden ve ana şehirlerden taşraya, etrafa, kırsal kesime yayılır. Nurun merkezi şehirlerdir. Kırsal kesim, köyler, gecekondu mahalleleri, varoşlar şehri aydınlatamazlar.
Bu devirde Türkiye Müslümanlarının en büyük meselesi kırsal kesim ve varoş zihniyet ve kafasından kurtulup şehirlileşmektir.
Köy, kırsal kesim, taşra halkını hor ve hakir görmek gibi bir terbiyesizlik ve ahlâksızlık benden beklenmesin. Kendim de köy çocuğuyum, hattâ köyden de öte, 1930’lu yıllarda iki ilçe arasındaki yolun kenarındaki tek bir evde doğmuş ve yedi yaşına kadar orada büyüdükten sonra 1940’da İstanbul’a yatılı mektebe gönderilmişimdir. Elbette kırsal kesimden, gecekondulardan, taşradan da iyi eğitilmek şartıyla medenî, vasıflı, yüksek, üstün insanlar çıkabilir.
Varoş zihniyetli ve kafalı bir kimse sadece iyi okullarda ve üniversitelerde okumakla şehirli ve medenî olamaz. Zihniyet ve kafa yapısı değişmedikçe kişi Harvard’tan uzmanlık diploması alsa da yine varoşlu, yine kırsal kesimli olmaya ve kalmaya mahkumdur.
Profesör Mahir Kaynak birkaç yıl önce sabık bir cumhurbaşkanı için “Köylü zihniyetlidir…” demişti. Bu, çok doğru bir teşhisti.
Medeniyet merkezi olan büyük şehirlerde neler yapılır, neler olur?
– Büyük mimarlık eserleri, anıtlar meydana getirilir. Meselâ İstanbul’da Bizans’tan kalma Büyük Ayasofya, Küçük Ayasofya, Kariye camii (maalesef şimdi sadece adı cami, müze olarak kullanılıyor), Zeyrek’te Pantokrator kilisesinden çevirme cami… Sonra Osmanlıların birbirinden güzel ve ihtişamlı anıtları: Süleymaniye, Sultanahmet, Fatih, Eminönü’ndeki Yeni Cami, Beyazıt, Rüstem Paşa, Sokullu camileri… Binlerce medrese, çeşme, su kemeri, imaret, mektep, kütüphane, türbe ve sair binalar…
– Büyük hukuk abideleri şehirlerde meydana gelir. İstanbul’da tarih boyunca iki büyük hukuk âbidesi doğmuştur. Biri Justinianus’un Roma kanunları, diğeri İslâm hukukunun şaheseri Mecelle-i Ahkam-ı Adliyye. Büyük metropoller hem medeniyet, hem de adalet merkezleridir.
– Yüksek ve büyük edebiyat, sanat, tefekkür, şiir ve ilmî araştırmalar da şehirlerde, metropollerde meydana gelir.
Velhasıl insanı medenî yapan ne kadar güzel, iyi, doğru fikirler, sistemler, kurumlar varsa hep şehirlerde oluşmuş ve gelişmiştir.
Şehir deyince sadece yüzölçümü, bina adedinin çokluğu, nüfus fazlalığı hatıra gelmemelidir. Şehri şehir yapan, medeniyet merkezi yapan kelle sayısı, beton yoğunluğu değil, başka değerlerdir. Kalabalık nüfuslu bir yerleşim merkezinin gerçek şehir olması için onda birtakım kurumların ve değerlerin var olması gerekir:
– Bunların başında kütüphaneler gelir. İsviçre’nin Friburg şehri bu bakımdan İstanbul’dan daha büyüktür. Gerçi Friburg’un nüfusu kırk binin altındadır, İstanbul’un nüfusu ise onbeş milyonu geçmiştir ama İsviçre şehrinde bir buçuk milyonluk zengin bir kütüphane, dünyaca ünlü bir üniversite bulunmaktadır. İstanbul’un en büyük kütüphanesi Beyazıt Kütüphanesidir ve ondaki bütün kitap ve diğer dokümanların sayısı 450 bin civarındadır. İstanbul’daki bütün üniversiteleri terazinin bir kefesine koysanız ağırlıkları Friburg’unkini geçemez!
İstanbul eskiden gerçekten büyük bir medeniyet şehri imiş. Sonra gide gide köyleşmiş ve sonunda bir mezraa haline gelmiştir.
– Şehirleri şehir yapan ikinci faktör orada vasıflı, güçlü, üstün, incelmiş, nazik, kibar, edebli, terbiyeli, faziletli, aydınlık insanların yaşamasıdır. Her toplumda bir miktar kötü, muzır, işe yaramaz insan olur ama onların sayısı ve tesiri muayyen miktarı geçmemelidir. Aksi taktirde şehir şehirlikten çıkar, Çamlıbel olur.
Kabalıkla, hoyratlıkla, görgüsüzlükle, kültürsüzlükle medeniyet olmaz, şehir olmaz.
Medeniyet ile Medine (şehir) aynı köktendir. Nitekim Batı dillerinde de cite, city, civitas, civilisation aynı kökten gelmektedir.
Medeniyetin zıddı bedeviyettir, vahşettir.
İçmeye ayranı olmayan yığınların çılgınca cep telefonu edinmesi, fakir Türkiye’nin zengin Almanya’dakinden fazla lüks Mercedes’e sahip olması, halkın büyük kısmı sürünürken zenginlerin deliler gibi israf ve tüketim yapması medeniyet değil, bedeviyet ve vahşet alametidir.
Bir yerde medeniyet yoksa orada betondan ucubeler dikilir. Betona şekil, ruh, zarafet ancak medeniyetle verilir.
Bir ülke medeniyetini yitirince aksiyon boyutu çöker, iyi ile ilgili bütün kavramlar ve değerler ayaklar altına alınır ve sosyal hayatın her safhasında korkunç bir kokuşma başlar.
Medeniyet okuma-yazma ile başlar. Bin yıllık millî yazısını okuyup yazamayan bir toplum dejenere olmaya, çözülüp dağılmaya mahkumdur.
Hürriyet medeniyetle olur. Medenî olmayan kişi, kendisine çok geniş ve engin bir hürriyet verilse de ondan yararlanmasını, onu iğtinam etmesini bilemez. Medeniyetsizlik esaret demektir.
Müslümanlar şu Anadolu ve Rumeli topraklarında tarih boyunca bazısı büyük, bazısı orta medeniyet merkezleri kurmuşlardır. İstanbul, Bursa, Edirne, Konya, Kütahya, Sivas, Erzurum, Adana, Diyarbakır, Kastamonu ve diğerleri… O eski medeniyetin yerinde yeller esiyor şimdi.
Kendi medeniyetine ait kitabeleri, atalarının mezar taşlarını okuyamayan bir topluma medenî denilebilir mi? Kendi edebiyatının en büyük şaheserlerini okuyup anlayamayan bir toplum nasıl medenî olabilir? Süleymaniye’nin, Selimiye’nin, Sultanahmed’in önünden “bakar” gibi geçenler nasıl medenî ve üstün olabilir?
Konuşma ve iletişim diliyle medeniyet olmaz. Bir yerde medeniyet ancak ve ancak konuşulmayan, fakat yazılan edebî zengin lisanla olur.
Betona, demire, ahşaba, cama, taşa, sıvaya bir sanat, bir ruh, bir medenî şekil veremeyenler medeniyet âbideleri değil, bedeviyet ve vahşet harabeleri yükseltirler.
Evet, tekrar ediyorum, bu ülkede çoğunluğu teşkil eden, fakat buna rağmen gerçekten hür, haysiyetli bir hayat süremeyen Müslümanların en büyük problemleri medenîleşmektir. Medenî Müslüman, medenî Türkiyeli olmak. işte ana meselemiz budur. 17 Şubat 2003