PerşembeBinlerce yılda meydana gelmiş verimli toprakların, yirmi otuz sene içinde erozyonla çölleşmesi gibi, bin yıllık bir medeniyet ve yüksek kültürün de otuz kırk yıl içinde eriyip bitmesi mümkündür. Nitekim Türkiye’de böyle bir medeniyet ve kültür yozlaşması, erozyonu, tahribatı açıkça görülmektedir.

Medeniyet şehirlerde olur. Köylerin kültürü vardır ama köyler ve kırsal kesim medeniyet oluşturamaz. Türkiye elli seneden beri hızla köylüleşiyor, gecekondulaşıyor. Benim çocukluğumda nüfusun yüzde sekseni köylerde yaşıyordu, şimdi ise şehirlerdeki nüfus yüzde altmışı yetmişi bulmuştur, lâkin şehirler köyleştiği için köylülük, kırsal kesim ve gecekondu zihniyeti ve kültürü ülkeye hâkim olmuştur.

Türkiye her geçen gün hem medeniyetten, hem de kendi medeniyetinden uzaklaşmaktadır. Niçin?

Medeniyetin birinci âleti ve vasıtası edebî-yazılı lisandır. Türkiye’de çok vahim, çok derin, çok öldürücü ve bitirici bir lisan buhranı hüküm sürmektedir. Edebî-yazılı Batı Türkçesi büyük suikastlere uğramış ve çok zayıf, çok yetersiz bir kabile dili haline getirilmiştir. Böyle bir dille ne medeniyet olur, ne de yüksek kültür. Lisan meselesini halledemezlerse Türkiyeliler medenî dünyanın dışında kalacaklardır.

Bizdeki eğitim de bir felâkettir. Bugünkü eğitim genç nesillere ne çağ seviyesinde genel kültür verebilmekte, ne de millî kimlik ve millî kültür aşılayabilmektedir. Bilgi boyutu son derece yetersiz olduğu gibi eğitim sistemimiz ahlâk ve karakter terbiyesi de veremiyor.

Yetmiş ikisini bir kefeye koysanız bir Harvard, bir Sorbonne, bir Oxford kadar değeri ve ağırlığı olmayan üniversitelerimiz de ülkemizin medenileşmesine hizmet edemiyor. Amerika’da Chicago Üniversitesi’nde onüç buçuk milyon kitap bulunuyormuş. İstanbul’un en büyük kütüphanesi olan Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde ise kitap, risale, mecmua ve diğer malzeme adedi sadece 450 bindir.

Dünya resmî ideolojiler devrini bıraktı ama bizde hâlâ direnen bir resmî ideoloji var. Devletimizin, milletimizin, ülkemizin en büyük ayak bağı bu ideolojidir. Statükocular buna Atatürkçülük, Kemalizm diyorlar. Değildir. Bazıları Atatürk’ün adından, dokunulmazlığından yararlanmak istiyorlar.

Bazıları bizde ilmî araştırma olmamasını, medenî ve kültürel seviyenin düşüklüğünü, fikir ve sanat üretiminin yetersizliğini üniversite profesörlerine, araştırıcılara verilen maaşların, temin edilen imkânların azlığına bağlıyor. Bu görüş yanlıştır. Bizdeki akademisyenlere ABD’deki maaşların iki mislini verseler yine fazla bir değişiklik olmaz.

Bir inekten fazla süt alabilmek için onun yemini artırmak yeterli değildir. İnek vasıflı bir inek olacak ki, fazla süt versin.

Ülkenin beyni durumundaki üniversitelerimiz resmî ideolojiye, derin devlete bağımlı hale getirilmiştir. Kafalar, zihniyetler, yapılar, kadrolar değişmedikçe bu müesseselerin ıslahı mümkün değildir.

Bir ülkede üniversite kadroları en ehliyetli, en liyakatli, en çalışkan, en istidatlı, en kabiliyetli, en feyyaz beyinlerden ve zekalârdan meydana gelmezse orada ne ilim, ne sanat, ne araştırma, ne fen, ne hüner, ne mârifet olur.

Ülkenin çoğunluğunu teşkil eden Müslümanları ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi, zenci, parya gibi gören kafalar işte memleketi bugünkü bataklığın içine sokmuşlardır.

Farmason birtakım önemli müesseselere girebiliyor, hayatî makam ve mevkilere geçebiliyor ama Müslüman bir kimse ondan ehliyetli ve liyakatlı olsa bile geçemiyor.

Sabataycılar yâni Yahudi Türklerin önünde hiçbir engel yoktur. Onlar iki kimlikli olmalarından, zâhirde Müslüman gibi görünmelerine, asıl kimliklerinin Yahudilik olmasına rağmen hiçbir baskıya, rahatsızlığa mâruz değildirler. Onların önünde bütün kapılar açıktır.

Dindar, şuurlu, inançlarına göre yaşayan bir Müslümansanız bazıları sizi bu devlet, bu ülke için bir tehlike ve tehdit olarak görür.

Müslümanlara sadece düşmanlık etmekle kalmazlar, makyavelist metodlarla onların içine bol sayıda ajan, casus, hafiye, jurnalci, provokatör, ajitatör sokarlar. Müslüman cemaati birbirine düşürürler, fitne ve fesat tohumları ekerler. Satın aldıkları ve kiraladıkları birtakım vicdanları kullanarak islâmî hayatı ve hareketi dejenere ederler.

Maalesef islâmî kesimin içinde ruhlarını şeytana satmış birtakım habisler dinimize ve ümmetimize büyük zarar vermektedir.

Bu ülkenin kurtuluşu, bu halkın selâmeti, bu devletin yücelmesi ilimle, medeniyetle, yüksek kültürle olur. Siyasî entrikalarla, demagoji ile, şartlatanlıkla, soytarılıkla, küçük ayak oyunları ile hiçbir yere varılmaz.

Müslümanlar dinlerine, ülkelerine, milletlerine hizmet etmek istiyorlarsa ilme, sanata, medeniyete, kültüre sarılsınlar. İstidatlı çocuklarına çağ seviyesinde genel kültür veren ve bunun yanında islâmî ve millî kimlikle ilgili bilgi ve kültürü de kazandıran okullar bulsunlar, kursunlar, oralarda okutsunlar.

Filan cemaatin okulları çağ seviyesinde genel kültür verebiliyor ve bunun yanında millî-islâmî kimlik ve kültür kazandırabiliyorsa tebrike ve tercihe şayandır. Veremiyorsa onlar da boştur. “Hocamız, hocaefendimiz yegâne-i cihandır, sahib-i zamandır, ona intisab eden kurtulur” gibi kuruntularla bir yere varamayız.

Zengin, edebî, yazılı Türkçe üç lisandan meydana gelir: Türkçe, Arapça, Farsça. Her kültürlü ve münevver Müslüman, yeteri kadar Arapça ve Farsça öğrenmelidir. Aksi takdirde zengin Türkçeyi öğrenemez, kullanamaz, ondan yararlanamaz.

Azerbaycan ediblerinden Bahtiyar Vahabzâde bey, Türk Edebiyatı dergisinde çıkan bir röportajda şu cümleyi sarfetmiştir. “Siz Türkiye Türkleri güzelim Türkçeyi berbat ettiniz.” Bu ağır ithamı ve ihtarı aklımızdan hiç çıkartmayalım. Cami helâları ve hoparlörleri için yekun olarak milyarlarca dolar harcayan birtakım dindarlar lisan, edebiyat, sanat, kültür, ilmî araştırma konularında ne gibi hizmetler yapıyorlar?

Bugünkü siyasî düzen başka ülkelerde olduğu gibi yüzbin kelimelik büyük ve mükemmel lügatlar hazırlatmaz ve yayınlamaz. Zengin yazılı edebî Türkçe onun işine gelmez. Bu hizmeti Müslümanların yapması gerekir.

Medeniyet, kültür, lisan, sanat üstünlüğü olmayınca vasıflı, güçlü, üstün insanlar da yetiştiremiyoruz. İslâmî hareket Türkiye’ye bir Mandela verememiştir. 09 Şubat 2001