Pazar

 

Senelerden beri yazıp çiziyorum, Müslümanlara medyanın, basının önemini anlatmaya çalışıyorum; onları günde bir milyon satacak son derece tesirli, ciddî, nüfuzlu bir gazete çıkartmaya teşvik ediyorum. Teşviklerimin, uyarılarımın, feryatlarımın hiç tesiri olmuyor.

Son hadisede, menfi ve düşman medyanın gücünü ve tesirini bir kere daha gördük. Peki bu acı tecrübeden Müslümanlar ders ve ibret alacaklar mı? Heyhat!

Müslüman kesimin bir gazetesi var, günde yarım milyona yakın dağıtılır, satılır. Bir ağırlığı var mı? Maalesef yok. Emr-i mâruf ve nehy-i münker yapıyor mu? Maalesef yapmıyor.

Başka bir Müslüman gazete günde bir çeyrek milyon adet dağıtılıyor, satılıyor. Onun da fazla bir ağırlığı ve tesiri yok. Diğer günlük gazetelerimizin tirajları yetersiz, marjinal kalıyorlar.

Bir Sabataist günlük gazete çıkartıyor, onu herkes alıyor okuyor. Sağcısı da solcusu da, Sünnisi de Alevisi de, Türkü de Kürdü de. O gazete Türkiye’nin gündemini hazırlıyor. Yayını ses getiriyor. Tehditleri herkesi korkutuyor. Müslümanlar buna benzer bir gazete çıkartabilirler mi? Pekâlâ çıkartırlar ama onların başlarındaki baronlar böyle bir şeyi istemezler. Onlar şahıslarına, cemaat veya hiziplerine endeksli gazete isterler. Bin türlü hesapları, kuruntuları, mekr ü hileleri vardır. Gazete bunlara uysun isterler. Böyle olunca da doğru dürüst gazete çıkartamazlar. Le Monde gibi, The Times gibi gazete çıkartacaksın ki, saygı ve güvenle okunsun, yayınlarının bir ağırlığı olsun, ses getirsin.

Bugünkü başörtülü milletvekili krizinde, böyle bir gazete olsaydı nasıl yayın yapardı? Her gün iki fikir adamının, aydının, tanınmış kişinin makalesini basardı. Biri lehte, diğeri aleyhte. Bir nevi fikir arenası olurdu. Halk, aydınlar, kafası çalışanlar, bu gazetenin objektif, adaletli, hem nalına hem mıhına vuran ciddî ve güvenilir bir yayın organı olduğunu tasdik ederlerdi.

Böyle bir gazetede bütün görüşlere, bütün re’ylere yer verilecektir. Onun sayfa ve sütunları sadece demagojiye, yalana, iftiraya, peşin hükümlere, şahsî ihtiraslara kapalı olacaktır.

Müslüman kesim, bugünkü zihniyetiyle, bugünkü kafasıyla, bugünkü kırsal kesim hüviyetiyle böyle bir gazeteyi elbette çıkaramaz.

Müslümanların İstanbul’da İngilizce, Fransızca, Almanca, Arapça gazeteler çıkartarak seslerini bütün medenî dünyaya duyurmaları gerekmektedir. Bu işi becerecek kültürleri, birikimleri, ihtisasları var mıdır?

Türkiye’de en büyük güç medyadır. Ona hâkim değilsen hiçbir şey yapamazsın ve olamazsın.

Müslümanlar isteseler bir milyon satan, tesiri ve nüfuzu çok büyük olan, karşıtlarına pes dedirtecek gücü bulunan günlük bir gazete çıkartabilirler. Paraları, tesisleri, okuyucuları vardır. Ancak bazı konularda eksik ve yetersizdirler. Ahlâkları, faziletleri, vicdanları, iz’anları, kültürleri, hikmetleri yetersizdir. Bu yetersizlik yüzünden de sürünüp duruyorlar.

Koskoca bir ümmet birkaç beyinsiz baronun nârına yanıyor.

Hicret etmek

Bu asrın başlarında birtakım yenilikçi şair ve ediblerimiz vatanlarından kaçmak, çok uzaklara, Yeni Zelanda’lara, Avustralya’lara gitmek istemişler. Şiirlerinde, yazılarında, “O belde…” falan diyerek tanımadıkları, sadece tahayyül ettikleri o uzak diyarların hasretini çekmişler. Bunların içinde Tevfik Fikret de varmış. Ben Fikret’i sevmem. Güçlü bir şairdir ama vatansever değildir. Ermeni komitacılarının Sultan Abdülhamid’i öldürmek için tertip etmiş oldukları suikasdi öğmüştür bir “Bir Lahza-i Teehhür” başlıklı şiirinde.

Sultan Abdülhamid zamanında yasamış olsaydım, tenkitçi olduğum için ben de sürülebilirdim. Nereye? Rodos’a, Midilli’ye, Beyrut’a, Şam’a, Bağdad’a, Taif’e, Taiz’e, Fizan’a… Bu saydığım yerler ki, şu anda oralara hayallerimiz bile zor ulaşıyor, o zamanlar Türkiye’nin birer parçasıydı. Şimdi hepsine pasaportla gidiliyor.

Zaman zaman Türkiye’den kaçmayı, hicret etmeyi düşünmüyor değilim. Ama nereye gideceksin?Fransa’da İsviçre’de, Kanada’da, Avusturya’da yaşamak kolay mı? Bir kere vize ve oturma izni alamazsın. Sonra oralar pahalı ülkelerdir, geçinmek zordur. Üçüncüsü, kültürleri ve kimlikleri bize uymaz.

Müslüman ülkelere gitmek mümkün mü? Kimisinde iç savaş var, kimisinde zalim bir diktatör ortalığı kırıp geçiriyor, kimisinde Ezan okumak yasak, kimisinde namaz kılmak suç. Mesela Cezayir’e gidip sakin bir kasabaya yerleşsen, huzur ve rahat içinde yaşayabilir misin? Ya hükümet kuvvetlerinin yahut İslâmcı gerillaların baskınına uğrar ve hayatını kaybedebilirsin.

Peki kendi vatanımızda yaşamak kolay mı? Keyfine bak, karnını doyur, yat aşağı, bir şeye karışma… Vicdanlı, duygulu, sorumlu bir Müslüman için böyle yapmak mümkün mü?

Haksızlık, haksızlık, haksızlık… Zulüm, baskı, keyfilik, hukuk dışı işler…. Bunlara isyan etmeden, bunları tenkit etmeden yaşanmaz. Bunları yapanlara ve sebep olanlara lânet etmeden sürülen hayat hayat değildir. Zâlimleri kötülemek kolaydır bir dereceye kadar. O zulümlere sebebiyet verenleri kötülemek zordur. Meretler üzerlerine hiç suç, kabahat, sorumluluk almazlar. Sadece masonlar, ateistler, dinsizler, karşıtlar, düşmanlar kabahatlidir. Yamuk Müslümanların hiçbir suçu yoktur. Bugünkü fitne ve fesatta, bugünkü kaosta bazı Müslümanların büyük payı olduğunu anlatmak kolay mı?

Sahih-i Müslim’de Enes radiyallahu anhten rivayet edilen bir hadîs var, “Her gelen gün, geçen günü aratarak bu dünya kötüye gider” mealinde. Bazen ortalık biraz düzelir gibi oluyor, hemen arkasından yeni bir fitne ve fesat patlak veriyor.

Kısas-ı Enbiya’

da, Müslümanların belini kıran Cengiz istilasına bazı beyinsiz İslâm sultanlarının ve idarecilerinin sebebiyet verdiği yazılıdır. Bugün de içimizdeki beyinsizler fitne ateşlerini körükleyip duruyor. Fitnelerin de birer rantı vardır ama bunlar yüzünden bina çökerse enkazın altında hepimiz birden kalacağız.

Gençliğimde uzun yıllar gurbette yaşadım. Artık ihtiyarladım, vatanımı terketmek istemem. Lakin ülkem her geçen gün biraz daha yaşanmaz hale geliyor. Nasıl yaşayacağız, nasıl barınacağız? 10 Mayıs 1999